Farklı ülkelerde yaptığı çalışmalarla bilimin evrenselliğinin canlı kanıtlarından biri haline gelen, pandemi döneminde hepimizle kurduğu, samimi, sade ve eşit mesafede iletişimle kamuoyunun gönlüne taht kuran bir misafirim var. Uzmanlığını, iletişimi ve samimiyetini hep örnek aldığım sayın Derya Unutmaz... Unutmaz’la Türkiye’nin ve dünyanın bilimsel profilini, pandemi sürecini konuştuk.
- Bir immünolog olarak Türk halkı sizi pandemiyle tanıdı, bu konuda çok önemli çalışmalarınız var. Pandemide sizden hep doğru bilgiler aldık. Bu konuya gelmeden önce bugün Türkiye’nin ve dünyanın bilimsel profili, yurt dışından nasıl göründüğümüz ve sizin yorumlarınızı sorarak başlamak istiyorum...
Sizlerin güvenini kazanmak çok büyük mutluluk ve onur. Pandeminin başından beri ülkem için ne yapabileceğimi düşünüyorum, yıllardır yurt dışında olsak da kalbimiz hep burada. Bilimsel profil konusunu ikiye ayırmak lazım; pandemi süreci çok özeldi ve insanlığın korkulu rüyası haline geldi. İlk başlarda çok korktuk, aşı yoktu ve virüsün nasıl bulaştığını bilmiyorduk. Bu tabii büyük bir endişe ve korku yarattı. Herkesin en üst dereceden tedbir alması gerekiyordu. Sonra hızlı bir şekilde öğrenmeye başladık. Bilim dünyası da çok hızlı ilerlemeye başladı. SARS ve MERS virüsleri ile belli bir bilgi birikimimiz oluşmuştu. Bu virüsler koronavirüsünün akrabaları. Sonrasında bu virüsün yüzeylerden değil, solunum yoluyla bulaştığını anladık. Maalesef bazıları bu korkuyu devam ettirdi. Bazılarında çok negatiflik hissettim. Mart 2020’deki bir röportajımda altı ay, bir yıl içerisinde aşının bulunacağını söylemiştim. Birçok bilim insanı “Aşı geliştiremeyecek, giderek daha kötü olacak” derken, bazıları virüsün mutasyona uğrayıp, kendiliğinden biteceğini söylüyordu. Ama biyolojisine baktığımızda virüsler yaşamak istiyorlar. Kendi kendilerini yok etmezler, bu ihtimal dışıydı. Ama aşının olması kesindi çünkü birçok kişi iyileşiyordu. Aslında ben süre konusunda biraz fazla pozitif olduğumu düşündüm ama tam altı ay sonra aşılar çıktı. Moderna aşısı ocak ortasında başlamıştı, haberim vardı ve çok iyi gittiğini biliyordum. Yine de bu kadar iyi olacağını kimse bilemezdi. Sadece ilaçların daha erken geleceğini düşünmüştüm.
Orada da iyi ilerlemeler yaptık ama bunları söyleme sebebim, objektif ve bilimsel yoldan gidince bu tahminleri yapmak çok zor olmuyor. Bazı bilim insanları ise daha popülist yaklaştılar, bu Türkiye’de daha fazla oldu ya da dezenformasyon oldu. “mRNA aşıları genetiğimizi değiştirecek” diyen bilim insanları vardı. Bu gibi yanlış bilgiler çoktu. Aşı konusunda çok garip bir politizasyon da oldu; “Benim aşım senin aşından iyidir” gibi. Sonuçlara baktığınızda her şeyin objektif olması gerekir. Korona pandemisi, bilimselliğin bilim insanları tarafından açıklığını da ortaya koydu. Bu konuda bizlerin daha sorumlu, pozitif, bilimsel olması gerekiyordu. Süreci böyle özetleyebilirim.
- Türkiye’de akademisyenlerin bu kadar olumsuz düşünmesi gelecek nesillerin umudunu yurt dışına bağlamasını körüklüyor. Orada çalışıp, geri dönen biri olarak kıyaslama yapabiliyorum. Problemimiz potansiyelimizin olmaması değil, onu kısmi kullanabilmemiz. Gitmeyi planlayan nesil her şeyin daha iyi olacağını düşünüyor ama beklentileri de her zaman karşılanmıyor. Bu konuda neler düşündüğünüzü ve yurt dışından nasıl göründüğümüzü ve burada yapabileceklerimizi sizin ağzınızdan dinlemek istiyorum.
Pandeminin başından beri enerjimin yüzde 90’ını en azından bilgilendirme açısından Türkiye’ye adadım, potansiyelinin de farkındayım, birkaç yıldır da sürekli gidip geliyorum. Yurt dışına çıkanlarda da ve hatta orada yaşayan vatandaşlarımızda da, “Türkiye’de bir şey olmaz, gelişmez” gibisinden bir ön yargı var. Bir doktor çocuğuyum ve ülkemde okudum, yıllardır Amerika’da yaşıyorum ve bu süreçte başarısızlıklarına tanık oldum. Bizler gibi yönetemediler çünkü çok iyi bir altyapımız, sağlık personelimiz ve hekimlerimiz var. Kahramanlık diye bir şey varsa, onlar ve bu yaptıkları kahramanlık.
Yanı sıra medyada olmayan, görünmeyen çok nitelikli bilim insanlarımız var.
Yüzeydeki popülist kimlik ve görüntüler alttaki yoğun emeği örtüyor. Sıkıntı olarak sadece kurumsal liyakat anlamında bir sorun var. Amerika’da da Avrupa’da da uzun süre yaşadım, inanın fırsat oralarda da kolay verilmiyor, ama bulunca yarattığınız değer tam karşılığını alıyor. Ülkemizde çok fazla hiyerarşi var, bir profesörle birlikte çalışan bir doçentin onun ‘yanında’ çalışıyor gibi göründüğü durumlar oluyor. İnsan kıymetlerimiz, potansiyelimiz çok önemli ve bunun doğru değerlendirilmesi önemli.
Çok klasik, soru sordurmayan bir eğitim sistemimiz var. Yurt dışında kimse soru sormaktan korkmuyor, hatta “Aptal soru yoktur” diye bir sözleri var. Oysa biz sorun çözmeye çok meyilli bir milletiz, bunun akademik ortama da yansıması lazım. Bilgiye ulaşmak kolay ama öğrenmeyi öğretmemiz gerekiyor. Eskisi gibi mesleğinizin ömür boyu varlığı ve devamlılığı garanti değil, yapay zekadan robotlara kadar onlarca rekabet unsuru var. Düşünceyi baskılamamanız ve bir düşüncenin sizinkinden aşırı farklı olmasına izin vermeniz lazım.
- Türkçe konuşurken normal bir Türk insanından daha az İngilizce kelime kullanıyorsunuz. Pandemi sürecinde de bu net açık anlatımın faydasını gördük.
Ben gerek dilden, gerekse kültürel duruşumuzdan hiç ayrılmadım. Yurt dışında yaşıyor olsam da Türk mutfağını kullanmaya devam ettim. Nedenlerimden birincisi bu, ikincisi ise anlatmayı çok seviyorum. Yabancı bir kelime kullanıp anlaşılmadığımda hiçbir şey anlatmadığımı düşünüyorum. Hatta öğrencilerimin okulda öğrendikleri şeyleri, annelerine, büyük annelerine anlatmalarını istiyorum.
“Onlar anlamıyorsa iyi öğrenememişsiniz demektir” diyorum.
- Sosyal medya hesaplarınızdan bahsetmek isterim; beyninizde bir 17-18 yaş adaptörü var gibi renkli, çok geniş bir yelpazede ve dinamik bir iletişiminiz var.
Değişik konular, zamansız bir düzlemde bana cazip gelebiliyor; klasik sanat, resim, oyunlar, bilim kurgu yayınlar beni çok etkiledi. Bu ilgi, düşündüğümüz, hayal ettiğimiz her şeyin bir gün gerçekleşeceğiyle ilgili bir umut ve inanç da sağlıyor. Aslında bilim kurgu dediğimiz şey de geleceğin bilimi... Mesela ilk dijital tablet bir uzay yolu dizisinde görüldü yıllar önce, Steve Jobs’a bunun ilham verdiğini söyleyenler bile var. Bunun dışında sanat, tarih, örneğin Osman Hamdi resimleri ve benzeri sanat eserleri de bana geçmiş yaşamın, detayları, düşün yapısı ve tanımıyla ilgili ilham veriyor. İyi bir bilim insanının çok farklı konularla ilgilenmesi gerek diye düşünüyorum. Hâlâ evde legolarım var, robotlar yapıyorum ve onlarla oynuyorum. Sizin verdiğiniz yaş dilimi fazla bile olabilir ben 13-14 seviyesinde düşünüyorum.