Uçaklarda ‘doktor’ anonslarına alışığız. Kendi adıma, kalkıp elimden geldiğince yolculara yardımcı olmaya çalıştığım, hatta 12 saatlik bir uçuşu bir yolcunun nabzını tutarak geçirdiğim bile olmuştur ama ya bir gün kokpit anonsu alırsam!..
Uçmak edebiyattan sanata kadar birçok alanda doğrudan özgürlükle ilişkilendirilir. İnsanın doğası uçmaya uygun değildir ve sanırım bu sebeple fantastik yapımlarda, film kahramanlarının çoğu uçar. Bilim kurgu filmlerinde ışınlanmak ve her an her yerde olabilmek insanlığın geleceği en son nokta olarak betimlenir. ‘Uçmak’ böylesine bir metaforken düşünün uçaktasınız ve kokpitte işler yolunda gitmiyor... O an gerçek bir kahramana dönüşebilirsiniz.
Uçmak var, uçmak var!
Hayatımın radyoterapi olduğu dönemlerde başladım uçuş okuluna. Hep aklınızda olan o tutku vardır ya; şartlar bir türlü oluşmaz, hep ertelersin, ama bir gün “Tamam artık” dersin ve başlarsın. İşte uçuş hikayem böyle başladı. Öncesinde lise yıllarında Hava Harp Okulu’nu aklımdan geçirsem de, ailemin otorite konusunda beni iyi tanıyor olması sebebiyle izin çıkmamıştı. Sanırım uçmaktan uçmaya fark olduğunu içgüdüsel bir şekilde biliyorlardı. Daidalos ve oğlu Ikaros mitinde olduğu gibi, bazen sınırlarınızı şaşırıp Ikaros gibi güneşe yaklaşır ve kanatlarınızdan olabilirsiniz. Tarih sizi aşırılık ve tatminsizliğin sembolleri hanesine kaydeder. Ya da Daidalos gibi güvenli bir seyirle uçar başarının ve ilerlemenin sembolü olabilirsiniz. Hezarfen Ahmet Çelebi gibi olmak da var. Üstün melekeleriniz önce keselerce altın, sonra sürgünle cezalandırılır.
Yani ister teknik açıdan, ister felsefi ve tarihsel işaretleriyle uçmak zor iş. Ben okuyucuyu yormadan kendi mütevazı hikayemi anlatmak isterim. Önce sekiz ay boyunca her hafta sonu Hezarfen Havaalanı’nda yer derslerini aldım, sonra da pratik...
Dersler öncesinde fiziksel ve ruhsal sağlığınızın yerinde olması, beslenmeniz, yediğiniz, içtiğiniz, uykunuz çok önemli. İş uçağın başına geçmeye geldiğinde, check-list detaylarını onaylamak, bulutların ve rüzgarın sizin tarafınızda olduğuna açık bir zihinle emin olmanız gerekiyor.
Ya havadayken? Havada her şey değişiyor. Mesela ben aynı anda birçok şeyi düşünüp yapabildiğimi zanneder bununla övünürdüm. Anladım ki öyle değilmiş. Benimki sadece önümdeki işleri çok hızlı önem sırasına koyup sonra da adım adım yapabilmekmiş. Gerçek anlamda olması gerekeni hocam şöyle ifade etti; “Sistematize etme, hepsini aynı anda yap!” İrtifanı, hızını, her yönden sana yaklaşabilecek (kuş, diğer uçaklar ve cisimler) her şeyi kontrol et ve önündeki onlarca gösterge hep limitler içerisinde olsun. Her şeyi üç boyutlu düşün, biraz olsun hızını, yönünü ve irtifanı değiştirebilmek için aynı anda kumanda etmek zorunda olduğun levye, gaz, pedal hepsine hakim ol...
Fizik, matematik bilgisi ve üç boyutlu bir zekası olmayanların bu işe hiç yaklaşmaması gerekli. Arada gidip vakit geçirilecek bir iş değil ve gerçekten gönül, emek zaman ve dikkat vermek gerekiyor. Aksi takdirde öğrencilik döneminiz bir hayli uzayabiliyor ve sürecin sonucunda tek başınıza uçabileceğinizin de garantisi yok. Ama her şeye rağmen uçuşu tamamlayıp yere indiğinizde aldığınız haz, anlatılamaz...
Solo uçuş benzersiz bir özgürlük ve bu sanıldığı gibi yer değiştirmenin, alıp başını gidebilmenin çok ötesinde. Yer çekimine, rüzgara, sonsuz bir maviliğe meydan okuyabilmek, sınırları zorlayabilmek ve insani korkularınla yüzleşmek gibi beklenmedik tatminleri var. Yere indiğinde ise tam anlamıyla özgür olduğunu hissediyorsun ve en önemlisinin en sona saklandığını anlıyorsun; güvenli bir iniş uçmaktan bile değerli ve zor.