Hiçbirimiz hasta olmak istemeyiz ancak daha da çok istediğimiz bir şey var ki o da kendimizi yorgun, halsiz hissetmemek. Sokağa çıkıp rastgele karşılaştığınız insanlara sorsanız her üç kişiden ikisi kendisini yorgun hissettiğini söyler. Her cinsten, yaştan ve meslekten milyonlarca insana “Niye yorgun hissediyorsunuz?” diye sorsak onlarca sebep sayabilir, bazen de hiçbir açıklama getiremeyebilirler. Kronik yorgunluk nedir ve bunu nasıl çözeriz, bu sorunu biraz irdeleyelim derim.
Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi’ne göre kronik yorgunluk diyebilmek için aşağıdaki kriterlerin bazılarının asgari altı ay sürmesi gerekiyor. Bu şartlar:
- Yorgunluk,
- Hafif ateş, soğuk algınlığı veya boğaz iltihabı,
- Boyunda ağrılı lenf düğümleri,
- Sebepsiz kas güçsüzlüğü ve kas ağrıları,
- Bedensel faaliyet sonrası asgari 24 saat süren yorgunluk, baş ağrısı,
- Şişme olmaksızın mafsal ağrıları,
- Konsantrasyon zayıflığı, hafıza sorunları, unutkanlık,
- Depresyon,
- Uyku bozuklukları.
Tabii bu belirtiler kalp, tansiyon, bağ dokusu hastalıkları, kanser gibi pek çok hastalığın da habercisi olabilir. Bir hastalık belirtisi olmasa bile kişinin hayat kalitesini oldukça düşürebilir. Ayrıca yaşlanmama isteği de insanın içinde zapt edilemeyen bir duygudur. İşte bu noktada bu olaya en pratik nasıl el koyabiliriz diye düşünmek gerekir. Özellikle belirli bir yaştan sonra, takviyesini damardan uygulamak gereken çok sayıda mineral ve vitamin var. Bunları her fırsatta dile getiriyorum. Ancak bu mineral ve vitaminlerin, eksiklikleri laboratuvar çalışmaları ile belirlendiğinde veya eksikliğine ait belirtiler görüldüğünde; uzman ellerde aralıklarla uygulanması gerekir.
Kullanımı daha pratik Nikotin-Adenin-Dinukleotid-Hydrid (NADH) diye bir molekülden bahsetmek istiyorum. Aslında tüm canlı hücrelerde bulunuyor, NADH. Hücre içindeki oksijen molekülü ile reaksiyona giriyor ve yaşam için gerekli enerjiyi üretiyor. Yaşayan her hücrede bulunan molekülün çok sayıda fizyolojik fonksiyonu vardır. Metabolizmadaki birçok reaksiyona aracılık eder. Hücre içerisinde daha fazla NADH, daha fazla enerji molekülü ATP demektir.
Bunun dışında NADH’in etkilerini özetleyecek olursak...
- DNA hasarını tamir eder, zarar görmüş hücreleri yeniler,
- Güçlü bir antioksidandır,
- Kan basıncını düşürür,
- Kolesterol seviyesini düşürür,
- Dopamin ve serotonin üretimini artırarak hem beyin fonksiyonlarını hem de cinsel fonksiyonları destekler,
- Nitrik oksit üretimini artırdığı için kan damarlarını genişletir ve gevşetir. Böylece organlardaki kan dolaşımını artırır,
- Menopozu geciktirir,
- Kan şekerini düzenleyen insülin hormonu üretimini artırarak kandaki şeker seviyesini düşürür,
- Kanser hastalığı tedavisinde ve kemoterapi yan etkilerini azaltmada etkindir.
Hastalıklardaki rolünü bu şekilde özetleyebiliriz. Ama en heyecan verici etkilerinden biri kilo kaybındaki ve yaşlanmayı geciktirmedeki rolü olsa gerek. Tabii bir de cilt serumu olarak kullanımı. NADH etkisini, hücrelere geçtiğinde enerji ve su üretir, varsa DNA kırıklarını tamir eder diye özetleyebiliriz. Tabii ki bu da her derde deva olmasını sağlıyor diyebiliriz.
Tabii ki en önemli konu nasıl kullanacağımız. Genellikle takviyelerin damardan uygulanması gerektiğini sık sık vurguluyorum. Ağızdan alınanların bağırsaklardan emilip hücrelere geçmesinde sorunlar yaşanıyor. Çoğumuzda olan bağırsak geçirgenliği problemi de eklenince ağızdan alınan takviyeler çoğu zaman sadece karaciğer ve böbreğimizi yoruyor. Ancak NADH’nin damardan formları maalesef ülkemizde üretilmiyor. Yurt dışından soğuk zincirle getirilmesi gerekiyor. Henüz bu pratik olarak çok mümkün değil. Yani ‘Damardan uyguluyoruz’ diyenlere dikkat! Bu sebeple ağızdan alınan formunu kullanmak dışında çok fazla alternatifimiz yok ancak mekanizması çok komplike değil. Damardan uygulamalar yaptıramıyorsak, yaptırsak bile hâlâ ihtiyacımız olduğunu düşünüyorsak NADH hazır ilaçlarını kullanmamız da çok yanlış olmaz. Bilgili, sağlıklı ve maskeli kalın.