Ciddi bir pandemi sürecinden geçiyoruz, yaklaşık iki yıldır, maddi-manevi her açıdan çok yorulduk ve tükendik. Bu işten huzurla çıkışımızın tek yolu, önümüzde tek seçenek de aşı gibi görünüyor. İlaç gelişimi çok daha komplike ve uzun çalışmalar gerektiriyor. İlaçlar için maalesef aşıdaki kadar hızlı davranma şansı yok. Aşının tarihçesini, günümüze kadar olan gelişimini bilirsek önümüze gökten düşmediğini, ciddi bir bilimsel geçmişi ve tecrübesi olduğunu ve güvenebileceğimizi anlamak kolaylaşabilir diye yazmak istedim.
Tarihte birçok hastalıktan aşı sayesinde kurtulduk, insan ömrünün uzamasının en önemli iki sebebi, temiz su kaynakları ve enfeksiyon hastalıkları ile aşıyla başa çıkabilme olarak gösterilebilir. Öncelikle bilmemiz gereken; virüsler ve aşılar hayatımızda hep vardı, olmaya da devam edecekler. Bu yüzden koronavirüsü de, pandemiyi de panikten uzak, bilimin ışığında, sağduyulu olarak değerlendirmemiz ve kabul etmemiz gerekiyor. Aşının ilk ortaya çıkışı, M.Ö. 200’de ilk kez Çin’de görülen çiçek hastalığına karşı olmuş. Sonraları Afrika ve Türkiye’de belli geleneksel yöntemler uygulanıyor. Birçok kaynakta aşıyı ilk bulan kişinin Edward Jenner olduğu yazsa da, onun aşıyı ilk kullanışı 1796 yılında. Tarihi kaynaklara bakılırsa aşıların da, bulaşıcı hastalıkların da tarihi çok eski gibi. İlk uygulamalarda hastalardan alınan virüsler sağlıklılara veriliyordu, bağışıklığı sağladığı kanıtladıktan sonra 18. ve 19. yüzyıllarda aşının sistematik olarak uygulanması ile çiçek hastalığı küresel olarak ortadan kaldırıldı.
Osmanlı dönemine dayanıyor
Aşının ülkemizdeki geçmişi Osmanlı İmparatorluğu dönemine dayanıyor. Aşı ile ilgili ilk kayıt 1721 yılında İngiltere büyükelçisinin eşinin yazdığı bir mektup. Mektupta, İstanbul’da çiçek hastalığına karşı aşı denilen bir şeyin yapıldığını hayretle bildiren ve çocuklarına da yaptırabilmek için eşinden izin isteyen bir annenin satırlarına rastlıyoruz. Bilim tarihinde aşıyla özdeşleşen isimlerden biri olan Pasteur’e o dönemde yine mektuplar aracılığıyla rastlıyoruz. Dönemin devlet başkanlarından aşı çalışmaları için katkı isteyen Pasteur, 2. Abdülhamit tarafından çalışmalarını İstanbul’da sürdürmesi teklifiyle davet edilse de teklifi kabul edemiyor.
Bunun üzerine padişah yüklü miktarda altın göndererek Osmanlı’dan üç kişiyi yanında asistan olarak yetiştirmesini istiyor.
Louis Pasteur’e başka destekler oldu mu bilmiyorum ama 1885 yılında kuduz aşısını uygulayarak çalışmalarının karşılığını almaya başlıyor. 1930’lu yıllardan itibaren difteri, tetanoz, şarbon, kolera, tifo, tüberküloz ve daha birçok bakteriyel ve viral enfeksiyona karşı aşı geliştiriliyor. 20’nci yılın ortasında aşı çalışmaları hızlanıyor ve laboratuvarda virüs yetiştirme, çocuk felci aşıları dahil olmak üzere çok sayıda bilimsel gelişme kaydediliyor.
Karşı çıkan gruplar hep oldu
Yakın tarihte en azından dedelerimiz, nenelerimiz hatırlarlar; kızamık, kabakulak, kızamıkçık gibi birçok aşı ile enfeksiyon hastalıkları büyük oranda kontrol altına alındı ve milyonlarca insanın ölmesi önlendi. Geçtiğimiz 20 yıl moleküler genetik, immünoloji, mikrobiyoloji konusunda artan bilgi ve uygulamalarla aşılar farklı bir boyuta ulaştı. Rekombinant DNA teknolojisi ile üretilen Hepatit B virüsleri, daha az reaksiyon verdirten aselüler boğmaca aşısı ya da grip aşıları hep yeni teknolojilerle üretildiler. Yine aynı şekilde moleküler genetikteki gelişmelere paralel olarak tüberküloz, herpes simpleks, solunum sinsityal virüsü, sitomegalovirüs, grip, HIV, şiştozomiyazis, stafilokok ve streptokoklara karşı daha etkin aşılar üretildi.
Yakın zamanda birçok hastalık için de tedavi edici aşılar mevcut olabilecek gibi görünüyor. Aşılama programlarından elde edilen başarılara rağmen aşıya karşı gruplar her zaman olmuştur. Hatta 1970’lerin sonları ve 1980’ler aşı üretimi için davaların arttığı ve kârlılığın azaldığı bir döneme işaret eder ve bu da aşı üreten şirketlerin sayısında azalmayla sonuçlandı. Amerika’da 1986’da ‘Ulusal Aşı Yaralanma Tazminat’ programının uygulanmasıyla şirket sayısındaki azalmaya müdahale edilmiş oldu. Ancak lobilerin aşı karşıtlığı devam ediyor.
Bugünlerde ise gündem, bir deli, bir taş, kuyu ve akıllılar hikayesindeki gibi seyrediyor. Bir delinin kuyuya attığı bir taşı, 40 akıllının çıkaramaması, delinin de akıllıların da hayatında bir değişiklik yaratmıyor. Ancak akıllıların daha uzun yaşadığı aşikâr. Günümüz aşı polemiklerine, komplo teorilerine lütfen itibar etmeyin ve istatistiklere, bilim insanlarına, bilime güvenin.
Bilgili, maskeli ve sağlıklı kalın.