19.02.2024 - 05:26 | Son Güncellenme:
Doç. Dr. Murat Akar
Doç. Dr. Murat Akar | muratakr@gmail.com /Aççana Höyük Kazı Başkanı- Dr. Müge Bulu / bulumuge@gmail.com- Seramik Çalışmalarından Sorumlu Kazı Başkan Yardımcısı - Hatay’ın bereketli topraklara sahip olan Amik Ovası, sayısı 400’ü geçen arkeolojik alanlarıyla Türkiye’nin geçmiş kültürlerini okumaya imkân tanıyan en zengin coğrafyalarından biri. Asi, Afrin ve Karasu nehirleriyle beslenen ovanın ekolojik zenginliği ve elverişli iklim koşulları, kompleks toplumların gelişiminden imparatorluk sistemlerine kadar uzanan insanlık tarihinin, geçmiş süreçlerini arkeolojik veriler üzerinden değerlendirmeye imkan tanıyor. Anadolu, Mezopotamya ve Doğu Akdeniz kültürlerinin kesiştiği bir tampon nokta olması nedeniyle de 1930’lu yıllardan itibaren arkeoloji dünyasının ilgi odağı olmuştur. Ovadaki ilk bilimsel araştırmalar, Şikago Üniversitesi Şark Enstitüsü tarafından Suriye-Hitit Ekspedisyonu adı altında yürütülmüştür. Bu proje kapsamında, genç bilim insanı Robert Braidwood’un yürüttüğü arkeolojik yüzey araştırması ve Tayinat, Kurdu, Çatal ve Jüdeyde höyüklerinde gerçekleştirilen sondaj nitelikli kazılarda elde edilen maddi kalıntılar üzerinden günümüzde hâlâ önemini koruyan Amik Ovası Kronolojisi oluşturulmuştur. Aynı dönemde, British Museum mütevelli heyeti, Batı ve Doğu medeniyetlerinin kesişme noktasını temsil eden bir alanda arkeolojik kazı çalışmaları yapmak ve müze koleksiyonlarını genişletmek için İngiliz arkeolog Sir Leonard Woolley’i görevlendirmiştir. Karkamış’ta kazılar yürüten ve Arabistanlı Lawrence ile birlikte İngiliz İstihbarat Servisi adına çalışan, bu nedenle bir casus kimliği de olan Woolley bölgeyi çok iyi tanıyordu. Amik Ovası’nın karasal ve denizsel ağlar üzerindeki konumunu dikkate alarak, Asi Nehri’nin ana kolunun yakınında yer alan ve yaklaşık 22 hektarlık boyutuyla ovadaki en büyük MÖ. 2. binyıl (Orta-Geç Tunç Çağı) höyüğü olan Aççana Höyük’te yürütülecek araştırmaların, Doğu Akdeniz’in Tunç Çağı dinamiklerine ışık tutacağını tahmin etmişti. Günümüz peyzajı içerisinde 800 metre uzağında yer alan, Erken Tunç ve Demir Çağına tarihlenen Tayinat Höyük ile birlikte, M.Ö. 3. binyılın ilk yarısından M.Ö. 7. yüzyıla kadar, bölgesel krallıklara ve imparatorluk sistemlerine hizmet eden; Asi Nehri’nin yatak değişimlerine bağlı olarak farklı zaman dilimlerinde farklı noktaları iskân edilmiş bir “Mega Kenti” tanımladığı anlaşılmıştır. 1936-1939 ve II. Dünya Savaşı’nın ardından 1946-1949 yıllarında gerçekleştirilen ilk dönem kazılarında, Sir Leonard Woolley, British Museum’ın taleplerinin de üstüne çıkarak eşsiz keşiflere imza atmıştır. Woolley, çalışma sonuçlarını “Unutulmuş Krallık” adlı kitabıyla bilim dünyasına ve popüler kültüre tanıtmıştır. Aççana Höyük’te bulunan ve çoğunluğu Akadca yazılmış tabletlerin okunmasıyla, Mukiş Krallığı’nın başkenti Eski Alalah’ı keşfettiğini dünyaya duyurmuştur.
Bir iklim krizi
M.Ö. 3. binyılın sonunda Yunanistan’dan Anadolu, Mezopotamya ve Mısır’a kadar uzanan geniş ve etkileşimli bir coğrafyada, sistemsel bir çöküş dönemine işaret eden arkeolojik veriler tespit edilmiştir. Veriler, yaklaşık günümüzden 4200 yıl önce yaşanmış olduğu saptanan bir iklim anomalisiyle zamansal dizinde örtüşüyor. Şiddetli bir kuraklığa işaret eden yaklaşık 200-300 yıllık bu zaman dilimi içerisinde, Mısır’ın güçlü sosyal ve idari yapısı dağılmış, Mezopotamya’da ise Akad İmparatorluğu çökmüştür. Bu kuraklık döneminin, Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan coğrafyada yaşayan toplumları göç hareketliliğine zorladığı görüşü, günümüz iklim felaketleri de dikkate alındığında önem kazanmıştır. Amik Ovası’nda bu kuraklığa ait izler, Aççana Höyük kazıları kapsamında yürütülen yeni dönem paleo-iklim araştırmalarında da tespit edilmiştir. Nitekim M.Ö. 3. binyılın sonunda merkezi iskânın Tayinat Höyük’ten Aççana Höyük’e taşınmış olması, bu dönem içerisinde yaşanan iklimsel dengesizliklere bağlı Asi Nehri’nin yatak değişimiyle ilişkili olmalıdır. Bu zaman aralığında, III. Ur Hanedanlığı’nın (Sümer Hanedanı) yazılı belgelerinde göçebe yaşam modeline sahip Amorit toplumların göç hareketliliğini engellemek üzere Fırat ve Dicle Nehirleri arasında bir sur duvarı inşa edildiğinden bahsedilir. Söylem gerçeği yansıtmasa da yoğun bir insan hareketliliğine bağlı yaşanan bir karmaşa dönemine işaret ettiği anlaşılıyor. Bu nedenledir ki, göçebe kimliğe sahip ve “Çoban Krallar” olarak tanımlanan Amorit kökenli toplumların, merkezi Halep’te yer alan Yamhad Krallığı’nın temellerini atmış olması, günümüz arkeoloji literatüründe hâlâ tartışılan bir konudur. Aççana Höyük’te yürütülen yeni dönem kazıları da bu zaman aralığında Amik Ovası’nda güçlü bir merkezi otoritenin şekillendiğine dair izleri yansıtıyor. Özellikle anıtsal kimliğe sahip saray yapılarının varlığıyla desteklenen bu yeniden kentleşme dönemi, M.Ö. 18. yüzyıl idari kayıtlarından da okunuyor. Günümüz araştırmaları kapsamında Orta Tunç Çağı’na tarihlenen Aççana Höyük insan iskeletleri üzerinde gerçekleştirilen kapsamlı antik DNA analizleri de Amik Ovası’nın M.Ö. 3. binyılın sonundan itibaren yeni toplumlara ev sahipliği yaptığına işaret ediyor; çevresel faktörler, iklim değişiklikleri ve insan hareketliliği arasında bağımlı bir ilişkinin olduğunu gözler önüne seriyor.
GÜÇLÜ BİR EKONOMİ Zeytinyağı, şarap, fildişi...
Alalah’ın Orta Tunç Çağı tabletlerinin tarım politikaları üzerine verdiği kapsamlı bilgilere göre kent özellikle zeytinyağı ve şarap üretimiyle ivmelenen güçlü bir ekonomiye sahip. Zeytinyağı üreticilerinin farklı bir sosyal statüye sahip olduğunu vurgulayan metinler ve kralların kentlerin satın alınması sürecinde zeytinyağı ve şarabı da değerli bir takas aracı olarak tanımlamaları, Alalah’ın Doğu Akdeniz tarihi içerisinde zeytinyağı ve şarabın sosyal ve ekonomik değerinin en erken izlerini tanımlamada önemli bir rolü olduğunu gösteriyor. Güçlü bir zirai sistemin yanı sıra, saray ekonomisi altında şekillenen zanaat endüstrileri de kentin kompleks ve kozmopolit yapısına işaret ediyor. Bu bağlamda, saraya bağlı metal, fildişi ve taş atölyelerinden çıkan zanaatkârlık eserleri, kültürlerarası etkileşimin en güzel örneklerini yansıtıyor. Saray depolarında bulunan Asya fillerine ait fildişleri ve sayısı binleri aşan fildişi mobilya parçaları, sosyal statü ve kült nesneleri, Alalah’ın Tunç Çağı’nda güçlü bir fildişi endüstrisine ev sahipliği yaptığını gösteriyor. Benzer şekilde, Mısır sanatının izlerini taşıyan taş kaplar ve yüksek bilgi birikimi ve ustalık gerektiren heykeltıraşlık eserleri de kent ekonomisinin global kimliğini yansıtıyor. Kuşkusuzdur ki, Alalah’ın Orta Tunç Çağı sarayı içerisinde bulunan fresk parçaları da, duvar boyası sanatının gelişiminde sadece Minos uygarlığının (Girit Uygarlığı) değil, Doğu Akdeniz devletlerinin de önemli bir katkısı olduğunu gösteriyor. Alalah’ta duvar boyası parçalarının bulunduğu bağlamlardan elde edilen radyokarbon tarihleri, fresk sanatının en erken izlerinden birine Aççana Höyük’te rastlandığını kanıtlıyor.
Hitit saldırısı
Aççana Höyük’te açığa çıkarılan ve Orta Tunç II Dönemi’ne tarihlenen saray yapısı, tapınak ve şehir kapısı (yak. M.Ö. 1800-1600) kentin güçlü ekonomik ve idari yapısını gözler önüne seriyor. Bulunan çivi yazılı tabletlere göre Amorit kökenli Yarim-Lim Hanedanlığının hüküm sürdüğü anlaşılan bu zaman aralığında Alalah’ın, Yamhad Krallığı’na bağlı özerk bir yönetim sistemine sahip olduğu anlaşılıyor. Bu bölgesel krallığının jeo-politik konumu ve tarıma dayalı sanayi ile elde ettiği ekonomik zenginlik, Orta Anadolu’da kurulan Hitit Devleti krallarının da dikkati çekmiş olmalıdır. Bu nedenledir ki, I. Hattuşili’nin başlattığı ve torunu I. Murşili ile devam eden Kuzey Suriye seferleri sırasında, Alalah’ın da içinde olduğu birçok kentin yakılıp yıkıldığı ve Babil’e kadar uzanan yağmacı seferlerle birlikte Yamhad Krallığı’nın yok edildiği Hitit arşivlerinde yer alıyor. İlişkiselliği kesin olarak kanıtlanamasa bile, VII. Tabaka şehir kapısı, saray ve tapınağının kullanımının şiddetli bir yangınla sona ermiş olması, kentin Hititler tarafından yağmalandığına dair güçlü bir kanıt olarak değerlendiriliyor.
Mitanni İmparatorluğu
Yamhad Krallığı’nın yarattığı siyasi istikrar döneminin dağılması, geniş bir coğrafyada yeni toplumsal örgütlenmelerin doğuşuna yol açmıştır. Hitit İmparatorluğu’nun inanç sistemlerinde de güçlü bir etki bırakan Hurriler, aynı zamanda Hitit İmparatorluğu’nun baş düşmanı haline gelecek olan Mitanni İmparatorluğu’nun çatısı altında toplanarak yeni bir Tunç Çağı gücünü ortaya çıkarırlar. Bu güç, arkeolojide hâlâ gizemini koruyan Mitanni İmparatorluğu’dur. Merkezi Orta Fırat’ta yer alan Mitanni İmparatorluğu’nun çekirdek bölgesinde gerçekleştirilen arkeolojik araştırmaların eksikliği, Mitanni araştırmalarında Alalah’ı birincil öneme taşımıştır. Bu durum, 1939 yılında Woolley tarafından bulunan ve Hatay Türkiye topraklarına katılmış olmasına rağmen usulsüzlükle İngiltere’ye kaçırılan meşhur Kral İdrimi heykeli ile ilişkilidir. Dünyada eşi benzeri olmayan bu heykel, Alalah’ın M.Ö. 14. yüzyılın sonuna tarihlenen I. Tabaka Tapınağı’nda bir çukurun içinde bulunmuştur. Kentin son dönemini tanımlayan bu tapınağın içerisinde heykelin gizlenmiş bir şekilde bulunmuş olması, İdrimi heykelinin sonraki kuşaklar tarafından bir krallık yadigârı olarak saklandığını düşündürüyor. Nitekim heykel, bulunduğu tabakadan en az 100 yıl öncesine aittir. Tahtında oturur şekilde betimlenen figürün en önemli özelliği, üzerinde 104 satırlık bir çivi yazılı metnin yer almasıdır. Bir otobiyografi özelliği taşıyan metinde Kral İdrimi’nin hayatı masalsı bir anlatımla aktarılmıştır. Halep’te yaşanan bir darbe sonucu topraklarından kaçmak zorunda kalan İdrimi, Mitanni Kralı Paratarna’nın desteğiyle Alalah’a geri dönmüş, bir saray yaptırmış ve Hititlerle savaşmıştır. Geç Tunç Çağı’na tarihlenen IV. Tabaka Sarayı (yak. M.Ö. 1500-1400) ortostatlı, basamaklı ve sütunlu girişiyle Yakındoğu ve Anadolu mimarisinde Bit hilani olarak bilinen üslubun en erken örneklerinden birini temsil ediyor. Şiddetli bir yangınla kullanımı sona eren ve kerpiç duvarları son derece iyi korunmuş olan bu yapı, Alalah’ta ziyarete açık önemli yapılardan biri. Zengin buluntu grupları içerisinde yer alan çivi yazılı tablet arşivi ise Mitanni yönetimi altında şekillenen bir Tunç Çağı kast sisteminin varlığına işaret ediyor. Zanaatkârlar yine ön plandadır; metal ve seramik endüstrilerin yanı sıra Aççana Höyük, cam sanatının en erken örnekleriyle güçlü bir takı üretim merkezine dönüşür. Mitanni hâkimiyeti altında hüküm süren Niqme-Pa ve İlim-İlimma adlı krallarla devam eden İdrimi Hanedanlığı, Hitit Kralı I. Şuppiluliuma’nın bölgeye düzenlediği askeri seferler ve politik adımlarla son bulmuş, Mukiş Krallığı Hitit İmparatorluğu’na bağlanmıştır. Bu önemli siyasal değişimin izlerini kentte kurulan Hitit askeri yapıları, tapınakları ve çok sayıdaki Hitit kâtip ve rahiplerine ait mühür baskıları üzerinden takip edebilmek mümkün. Güçlü askeri bir kimlik kazanan kent, M.Ö. 14. yüzyılın sonundan itibaren başkent olma özelliğini kaybetmiş. Kentin bu terk ediliş süreci, Doğu Akdeniz dünyasında ve Anadolu’da yaşanan bir sistemsel çöküş dönemiyle örtüşüyot. Hitit İmparatorluğu’nun da yıkıldığı bu dönemin yorumlanmasında yakın bir zamana kadar Deniz Kavimleri’nin istilacı göçlerinin sebep olduğu düşünülmekteydi. Ancak, yeni dönem araştırmaları, günümüzden 3200 yıl önce yaşanmış bir başka kuraklık döneminin de bütün Anadolu’yu etkilediğini, tek nedenli açıklamaların yerine çevresel, sosyal ve politik dinamikleri sentezleyen yeni yorumlamaların ortaya konması gerekliliğini gösteriyor. Woolley’nin keşfiyle Unutulmuş Krallık’ta yürütülen ilk çalışmaların ardından, yeni dönem kazıları 2000’li yıllarda Prof. Dr. K. Aslıhan Yener tarafından tekrar hayata geçirilmiştir. Çalışmalar günümüzde Doç. Dr. Murat Akar başkanlığında devam ediyor. Son depremlerde ağır hasar alan kerpiç sarayların ve şehir kapısının koruma ve restorasyon çalışmaları devam ediyor.