20.11.2023 - 02:58 | Son Güncellenme:
Bahri Doğukan Şahin
Bahri Doğukan Şahin | bahridogukan@gmail.com - “ (...) denizden yirmi stadion yukarıda, yüksek bir tepe üzerinde olan Myra’ya gelinir. Sonra Limyros Irmağı’nın (Alakır Çayı) ağzına ve sonra içeriye doğru yaya olarak yirmi stadion giderek küçük bir kasaba olan Limyra’ya ulaşılır.” Strabon
Augustus’un evlatlığı Gaius Caesar adına yapılan simgesel mezar.
Amasyalı Coğrafyacı Strabon, Antik Dönemde kaleme aldığı Coğrafya adlı eserinde bu şekilde tanımlıyor Limyra’yı. Bir kısmı Antik Dönemdeki ismiyle Limyros Çayı’nın (Alakır Çayı) serin sularının altında kalan, bir kısmı modern kara yolunun altında görünmez olan, büyük çoğunluğu ise toprak altında bekleyen Likya’nın sıra dışı kentlerinden biridir Limyra. Kazılarla ortaya çıkarılan yapılardaki pek çok mimari elamanın yurt dışına kaçırılmış olması da son derece üzücü. Likya’nın pek çok antik kentinde buna benzer durumlar görürüz elbette. Dileriz Anadolu’ya ait bu eserler ve parçalar bir bir anavatanlarına geri döner. Toçak Dağı eteklerinde kurulmuş olan Limyra’nın bilinen en eski isimlerinden biri Zemuri’dir. Teke Yarımadası’nın doğusunda bulunan kentin, Hitit metinlerindeki “Zumarri” olduğu düşünülür. Likçede Zemuri’ye dönüşen bu ismin Helen Dönemi’nde ise Limyra’ya dönüştüğü bilinir. Likya kentleri arasında pek çok açıdan farklı bir noktada duran Limyra, en fazla kaya mezarına sahip kent olmasının yanı sıra, en çok Likçe yazıt bulunduran şehir olma unvanını da elinde barındırır. 400’den fazla kaya mezarı tespit edilmiş olan kentte 70’ten fazla kaya mezarının yazıtlı olduğu biliniyor. Bu da epigrafik anlamda Limyra’yı özelleştiren detaylardan biri. Limyra’nın baş tanrısı Zeus Olympia’dır ve şehir aynı zamanda bir kehanet merkezidir. Zeus onuruna spor festivalleri de düzenlenen Limyra’nın bilicilik merkezi olması, çevre kentlerden pek çok insanı da bölgeye çeker. Bu durum Antik Çağ’da Limyra’yı önemli bir merkez haline getirir.
Anıt mezarlar
Limyra, anıt mezarlarıyla eşsiz bir portre sunar. Likya’nın pek çok kentinde görmeye alıştığımız kaya mezarları en çok bu kentte bulunur. Yalnızca kaya mezarları değil, farklı türlerde birçok anıt mezar da kentte göze çarpar. Antik Dönem’deki görünümlerini gözlerimizin önüne getirdiğimizde şehrin sokak ve caddelerinin adeta lahitlerle süslendiğini söylemek yanlış olmayacaktır. O anıt mezarlardan öne çıkan birkaçı şöyle…
Perikle Heroon’u: Limyra’nın, Likya ve Anadolu tarihindeki yeri oldukça önemlidir. Kentin, Perikle isimli çok güçlü bir beyi bulunur. Tarihteki ilk demokrasi birliği olarak adlandırabileceğimiz Likya Birliği’nin kurulmasında büyük öneme sahip olan Limyralı Perikle, yakınlardaki bir diğer Likya kenti Ksanthos’un yöneticisi Arttumpara’yı yenerek Likya coğrafyasının yeni egemen gücü olur ve bölgedeki tiran olarak anılır. Tüm Likya’nın kralı olan Perikle’nin Helen kültüründen etkilendiği de bilinir. Perikle Heroon’u kentin akropolünde, hâkim bir yamaçta yer alır. Akdeniz’e nazır bir manzaraya sahip olan anıt mezar, Limyra’nın en göz alıcı yapılarından biridir. Tapınak cepheli bu heroon (bir kahramana adanan anıt mezar), Likya Kralı Perikle’ye yakışacak bir ihtişama sahiptir. Günümüzde kalıntıları mevcut olsa da pek çok parçası kayıptır. Bazı kısımlar Antalya Müzesi’nde korunmaktadır ancak çalınanlar da vardır. Kazılar sonrasında ortaya çıkan parçaların birleştirilmesiyle Antik Dönem’de tam olarak nasıl durduğu anlaşılmıştır. Döneminde örneğine az rastlanan güzellikte olan heroon’un cephesini karyatidler (kadın-sütunlar) oluşturmaktadır. Bu kadınlar Horalar (doğada düzeni ve dengeyi sağlayan tanrıçalar) ve Kharitleri temsil eder. Yuvarlak kaideler üzerindeki karyatidler Antik İon geleneklerine uygun şekilde duruyor; rozetler ve diş sırası motifleriyle bezeli bir arşitravı taşıyordu. Ksanthos Antik Kenti’nden koparılıp British Museum’a götürülen Nereidler Anıtı ile benzerlik gösteren heroon’un kenarlarında kahramanın hayatı, ölümden beklentileri ve onu izleyen askerler kabartmalarla betimlenmiştir. Kuzey alınlığında ise mitolojik bir sahne göze çarpar: Perseus’un Medusa’nın başını kesmesi. Tapınağın Helenistik Dönem’e dek ölü kültüyle ilişkilendirildiği de yine arkeolojik verilerle saptanmıştır. M.Ö. 4. yüzyıla tarihlenen anıt mezar, Doğu ve Batı sanatının birleşiminden oluşur zira Perikle’nin bir Helen hayranı olduğu bilinir.
Ptolemaion-Tapınak Mezar: Helenistik Dönem’e ait olan Ptolemaion, “tapınak mezar” olarak bilinir. 15’er metrelik kare bir zemin üzerinde yükselen yapı silindirik bir gövde ile devam ederek konik bir çatı ile sonlanır. Dor düzeninde inşa edilen alt katın çevresinde mitolojinin ünlü simaları Kentaurların (Atadamlar) savaşı resmedilmiştir. Alt katın her iki köşesinde ise aslan heykelleri mevcuttur. Tapınağın duvarlarına ise araba yarışı sahneleri işlenmiştir. Antik Dönem’de boyalı olarak boy gösteren tapınak mezardaki kazılarda ele geçirilen heykellerden birinin III. Ptolemaios’a ait olması sebebiyle tapınak mezarın ilk olarak M.Ö. 3. yüzyılda inşa edildiği biliniyor.
Gaius Caesar Kenotaph’ı: Limyra’daki bir diğer görkemli mezar anıtı ise Gaius Caesar Kenotaph’ıdır (simgesel mezar). Roma Dönemi’ne tarihlenen bu mezar önemli bir şahsa ait. Roma İmparatorluğunun ilk imparatoru olarak anılan Augustus’un evlatlığı Gaius Caesar M.S. 4 yılında Limyra’da ölür ve öldüğü şehirde anısına bir kenotaph yapılır. Mezar bu kenotaph’ın içinde yer almaz. Cesedi yakılan Caesar’ın külleri Augustus’un anıt mezarının içine konulmak üzere imparatorluğun başkenti Roma’ya gönderilir. Kenotaph’ın duvarlarında pek çok friz bulunur ve bu frizler Gaius Caesar’ın hayatından izler taşır. Limyra, cadde ve sokaklarının isimlerini Bellerophon, Pandaros ve Sarpedon gibi kahramanlardan alan ve mitolojiyle yoğrulan bir kenttir. Görkemli anıt mezarlara ek olarak daha pek çok mezar kentin çeşitli yerlerinden bizleri selamlar. Xntabura Lahdi, Tebursseli’nin Mezarı bunlardan bazılarıdır. Üzerlerinde birçok önemli yazıt bulunan bu mezarlar Likya tarihine ışık tutar. Binlerce yıl sonranın Anadolu’sunda yaşayan bizlerin de yapabileceği en güzel şey Limyra’yı ziyaret ederek bu görkemli kenti selamlamak olacaktır. Yazımızı Gaius Plinius Secundus’un Limyra’yı tasviriyle sonlandıralım: “Limyra, içine Arykandos’un (Aykırı Çayı) döküldüğü nehrin olduğu şehir…”
Kazılar 54 yıldır sürüyor
Yüzyıllarca süren uykusundan 1812’de uyanan Limyra, Charles Robert Cockerell tarafından ilk kez keşfedilir. Siderija/ Sidarios lahdini bulan Cockerell’in ardından Charles Texier, Charles Fellows, J. A. Schönborn ve E. Petersen farklı zamanlarda Limyra’ya gelir. Kentte ilk sistemli kazılar ise 1969’da Almanlar tarafından başlatılır. Ardından 1982’de Avusturya adına devam eden kazılar 2002’de Jürgen Borchhardt’ın emekliye ayrılmasıyla 2007’ye kadar Thomas Marksteiner tarafından devam ettirilir. O günden bugüne dek ise Martin Seyer üstlenir kazıları ve böylece Limyra yavaş yavaş uykusundan uyanmaya devam eder.
Kaynakça:
- Lykia Kitabı, Nevzat Çevik
-Anadolu Uygarlıkları ve Türkiye’nin Antik Kentleri, İlhan Akşit
-Anadolu Uygarlıkları, Ekrem Akurgal
-Coğrafya, Strabon