24.11.2024 - 06:34 | Son Güncellenme:
Nükhet Everi / nukheteveri@yahoo.com- Kapadokya ya da eski metinlerde geçen adıyla Katpatuka. Kapadokya ismi Antik Çağlardan bu yana Kayseri, Aksaray ve Niğde şehirleri arasında kalan, güneyde Torosların uzantısı olan Aladağlar ve Pozantı Dağı, doğuda Fırat Nehri kıyıları, kuzeyde Kızılırmak yayı ve batıda Tuz Gölü ile sınırlanan bölge için kullanılmıştır. Kapadokya, doğu ve batıyı birbirine bağlayan, İpek Yolu ve Kral Yolu diye adlandırılan yollar üzerinde bulunmasından dolayı tarih boyunca hem stratejik hem de ticari açıdan önemli merkezlerden biri olmuştur.
Volkanik patlamalar
Kapadokya’nın bugünkü hali Erciyes ve Hasan Dağlarının milyonlarca yıl önce sebep olduğu volkanik patlamalar sonucudur. Tarih öncesi ve tarih çağları boyunca devam eden bu volkanik faaliyetler sonucu tüm bölge tüf, magma, lav ile kaplanmıştır. Sülfür, kükürt ve diğer oksitlerle karışık olan bu volkanik malzeme yüzyıllar boyunca katılaşarak yumuşak, hafif, kolay işlenebilir, yer yer renkli toprak haline dönüşmüştür. Önce volkanik kül ve tüfle kaplanan arazinin üstünde bazalt ve andezit içeren lav sert bir tabaka meydana getirmiştir. Erozyon ile yumuşak kısımlar aşınmış, konik tepelerin üstünde sert şapkalar oluşturmuştur. Volkanik faaliyetlerden sonra başlayan erozyon hareketleri bölgeye eşine ender rastlanır bir yapı kazandırmış, peri bacaları, piramitler, koniler oluşmuştur. Isı, yağış, rüzgâr değişik doğa formlarını ortaya koymuştur. Hasan Dağı ve Erciyes bölgelerinin tüflerinin birbirinden farklı oluşu Ihlara, Soğanlı ve Göreme vadilerindeki formasyon farklılıklarını da ortaya çıkartmıştır. Bu üç önemli merkezde akarsu hareketleri ve depremlerle çöküntüler meydana gelmiş, derelerin geçtiği dik yamaçlı vadiler arasında platolar oluşmuştur. Peribacaları diye adlandırılan koniler bazen açık arazide tek başına, bazen de gruplar halinde şapkalı ya da şapkasız koniler şeklinde, yükseklikleri bazen 100 metreye varan 288 kilometrekarelik alana yayılarak muhteşem manzarayı oluştururlar. Çoğu yerde kayaların ya da toprağın 5-10 cm altında başlayan yumuşak tüf elle oyulabilecek kadar kolay işlenirliği ile yaşamaya çok uygundur. Kışın sert ve soğuk, baharda yağışlı, yazın sıcak ve kurak olan iklime karşın kayaların ve konilerin içine oyulmuş mekânlar yazın serin, kışın da sıcaktır.
Farklı uygarlıklar
Bölgede Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi Paleolitik Çağ’dan günümüze kesintisiz yerleşim olduğunu görürüz. Anadolu’da adı geçen pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır Kapadokya. Perslerin Anadolu’daki iki büyük satraplığının en büyüğü olan Kapadokya, Büyük İskender’in Anadolu’ya girip Pers İmparatorluğu’nu sonlandırması ile Helenistik Dönemi yaşamış ve ardından Romalıların eline geçmiş, Tiberius sonrası da önemli bir Roma eyaleti olmuştur. Kapadokya, Hristiyanlığın yayıldığı ilk yıllarda muhteşem vadileri ve yer altı şehirleriyle Roma’nın zulmünden kaçan Hristiyanların saklanması için mükemmel bir yerdi. Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlığı kabul etmesi ile birlikte Caesarea ya da Kaysaria piskoposluk merkezi, Kapadokya da önemli bir Hristiyanlık merkezi olmuştur. Doğu Roma İmparatorluğu döneminde bir Bizans eyaleti olan Kapadokya en parlak günlerini bu devirde yaşamıştır. M.S 1. yüzyılda Hristiyanlık yayılmaya başladığında bölge adeta bir açık hava manastırına dönüşmüştü. Yüzlerce kilise ve manastır işte tam da bu dönemde kurulmuştu. İnsanlardan, dünya nimetlerinden kaçarak çalışıp, komün hayat içerisinde dini vazifelerini yerine getirerek yaşamak isteyenler, kolayca oyulup şekil verilebilen kayalarda kurdukları evlerde, manastırlarda yaşamaya başladılar. Göreme, Zelve, Ihlara ve Soğanlı gibi sessiz ve sakin, dünyadan uzak vadilerde kurulan dini kolonilerde din adamları pek çok dini eser üretmişler, din ve ibadet kuralları üzerine yazılar yazmışlardır. Bugün Hristiyanlık tarihine dönüp baktığımızda bu bölgede pek çok önemli din adamının, hatta daha sonradan azizlik mertebesine yükselen kişilerin yaşadığını görüyoruz. 4. yüzyılda Hristiyanlık resmi din olsa da Hristiyan halkı bekleyen tehlikeler bitmiyordu. 7. yüzyıldaki Arap akınları yılları, kayalara oyulmuş kiliselerde yaşayan halk için çok zor bir dönemdi. Malta ve Venedik şövalyelerinin yardımıyla düşmanla savaşmaya çalışsalar da sonuçta kaçmak zorunda kaldılar. Kaymaklı, Derinkuyu, Güzelyurt, Kırşehir, Özkonak, Soğanlı ve hatta Kayseri yakınlarında bulunun çok sayıdaki yer altı şehirlerine saklandılar. Bir başka tehlike de 726 yılında İmparator III. Leo zamanında başlatılan ikonoklastik dönemdi. İkona kırıcı diye de adlandırılan bu dönemde, 754 yılında toplanan Sinod tarafından alınan bir kararla haç haricindeki her türlü dinsel tasvir yasaklanmıştı. 9. yüzyılda ikonoklastik dönemin sonlandırılması ile 10. yüzyılın ikinci yarısına kadar süren Arkaik Dönem’de dinsel tasvirler yeniden değer kazandı. Yörede bugün bilinen kiliselerin yarısına yakınındaki ve diğer birçok kilisedeki dini tasvirler başkent ve dini merkez Konstantinopolis’te geliştirilen resim programına göre yeniden düzenlendi. 12. yüzyılda Kapadokya Selçuklu yönetimine girdi. Hristiyanlar yaşamlarına aynen devam ettiler. Daha sonraları bölge Beylikler arasında sürekli el değiştirse de Osmanlı Dönemi’nin sonuna kadar Katolik Hristiyan, Yunan Ortodoks ve Müslüman halk birlikte yaşamıştır.