24.10.2022 - 01:00 | Son Güncellenme:
Gre Fılla’da açığa çıkartılan bölümler için Hasankeyf’te yapılan taşımaya benzer bir uygulama gerçekleştirilecek. Prof. Dr. Ayşe Tuba Ökse’nin bilimsel danışmanlığında Gre Fılla’da 2018 yılında kurtarma kazıları başlatıldı. Tarihi M.Ö. 9300’e kadar uzanan höyükteki kazılarda 2 binin üzerinde buluntuya ulaşıldı. Oval planlı, yaklaşık 9-10 metre çapındaki çukur yapılarda dikili taşlar, havanlar, sunaklar, hayvan ve insan heykelleri bulundu.
Yer aranıyor
Yaklaşık 11 bin yıllık höyük, geçen yıl su tutmaya başlayan Ambar Barajı’nın suları altında kalacak. Höyük için Batman’ın Hasankeyf ilçesindeki tarihi yapılarda gerçekleştirilen taşıma işlemine benzer bir uygulama planlanıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan gelen onayın ardından höyüğün taşınacağı yer ile ilgili arayışa başlandı. Kültür ve Turizm İl Müdürü Cemil Alp, höyüğün olduğu gibi korunacağını belirterek, “Hazine’ye ait yer arıyoruz. Yapılacak görüşmelerin ardından höyük olduğu gibi teknik bir ekip tarafından taşınacak. Aynı orada gördüğümüz resmi, taşındığı yerde göreceğiz” diye konuştu.
4500 yıllık kaplardan “ağrı kesici” çıktı
Eskişehir’de, Küllüoba Höyüğü’ndeki kazılarda, günümüzden 4 bin 500 yıl öncesine ait, içinde “ağrı kesici ilaç” saklandığı belirlenen kaplar bulundu. Küllüoba Höyüğü Kazı Başkanı Doç. Dr. Murat Türkteki, ritüel, tören ya da adak çukurları olarak isimlendirilen çukurlarda yürütülen çalışmalarda çeşitli eşyalar bulunduğunu kaydetti. Buluntular arasında çift kulplu içecek kabı olarak tanımlanabilecek “depas” formunda kapların da yer aldığını belirten Türkteki, bu kaplarda çeşitli ağrı kesicilerin saklandığının tespit edildiğini söyledi.
Laboratuvar çalışmaları
Çalışmaların sadece arazideki kazılarla sınırlı olmadığını, kazı evinde ve laboratuvarlarda detaylı çalışmalar yürütüldüğünü anlatan Türkteki “Hayvan ve insan kemikleri, botanik örneklerinin incelenmesi yanında kimyasal analizler de arkeolojik çalışmalarda uzun süredir kullanılıyor. Bunlar bize hem yeme içme alışkanlıkları ile ilgili bilgi veriyor, hem de tüketilen diğer ürünleri anlayabiliyoruz” dedi. Türkteki, bazı içeceklerin tüketilmesinde kullanılan kapların ritüel çukurlarına bırakıldığını belirterek “Yaptığımız analizlerde ağrı kesicinin bulunduğunu saptadığımız depas formu, özellikle İç Batı Anadolu’da ve yoğun olarak Eskişehir bölgesinde M.Ö. 2500’lerden itibaren yoğun olarak görülen bir form. Bir taraftan Orta Anadolu’nun güney bağlantısı ile Suriye’ye ulaşıyor, diğer taraftansa Kuzeybatı Anadolu’ya, Troya’ya ve Ege dünyasına da ulaşan bir form. Ancak köken bölgesi Eskişehir veya İç Batı Anadolu diyebiliriz” ifadelerini kullandı.
Gözeneklere hapsoluyor
Selçuk Üniversitesi Biyokimya Bölümü’nden Doç. Dr. İsmail Tarhan da şu bilgileri paylaştı: “Arkeolojik kazılarda en çok bulunan eserler seramik eserler. Seramik eserler gözenekli bir yapıda olduğu için içinde taşınan ya da muhafaza edilen ürünleri bir şekilde gözeneklerine hapsedebiliyorlar. Bu şekilde bu molekül kalıntıları toprak altında binlerce yıl dursa bile bozulmadan kalabiliyor. Küllüoba’da ele geçen 4 bin 500 yıllık depas kaplarında da analizlerimizi gerçekleştirdik ve çok enteresan sonuçlar bulduk çünkü günlük kullanımdan ziyade daha çok tıbbi amaçlı diyebileceğimiz moleküller tespit ettik. Bu moleküllerde özellikle yeşil yapraklı bitkilerden gelen, haşhaştan, zeytinyağından gelen biyomoleküller ağırlıktaydı. Hatta bunlardan çok meşhur bir ağrı kesicinin etken maddesi olan salisilik asidi bile bu kaplarda tespit ettik.”
İlk kanıtlar
Eski yazılı kaynaklardan otların yağlarla karıştırılıp ilaç, merhem şeklinde kullanıldığının bilindiğini ancak fiziksel kanıt olmadığını kaydeden Tarhan, tıbbi kullanıma yönelik kanıtları ilk kez Küllüoba’da keşfettiklerini söyledi. Tarhan “Genelde bu tarz kaplarda bitkisel, hayvansal ağırlıklı yağlar tespit edilir. Ama biz ağrı kesici özelliği olan etken maddeleri çokça tespit ettik ki bu da bir şekilde tıbbi medikal amaçlı bir ürünün kaplarda muhafaza edildiğini gösterdi. Zaten arkeoloji alanındaki uzmanlar da bu kapların formlarına baktıklarında, günlük kullanımdan ziyade daha çok törensel ya da medikal amaçlı ürünlerin, bu kaplarda muhafaza edilmiş olabileceğini söylüyorlardı. Biz de kimyasal olarak bunları tespit etmiş olduk” diye konuştu. Söz konusu kaplara ilişkin detaylı bilimsel çalışma, uluslararası hakemli dergide de yayımlandı.
Smyrna’da Osmanlı fincanları
İzmir’de Smyrna Agorası’ndaki arkeolojik kazılarla farklı dönemlere ait buluntular keşfediliyor. Kazı Heyeti Başkanı Doç. Dr. Akın Ersoy önderliğinde yürütülen çalışmalarda Osmanlı Dönemi’ne ait yüzlerce Kütahya fincanı ortaya çıkarıldı. Doç. Dr. Ersoy, “İzmir’in çok katmanlı bir yapısı var. Bu katmanlar içinde bütün tabakalara saygı gösteriyoruz. Bunların içerisinde bugüne kadar çok konu etmediğimiz, çok sayıda Osmanlı Dönemi’nin günlük yaşam malzemesi elimize geçti” diye konuştu. Ersoy, bulunan fincanlarla ilgili olarak “Türk[1]İslam dönemi açısından Anadolu’daki arkeolojik kazılarda en fazla Kütahya üretimi fincanların ele geçtiği bir arkeolojik çalışma içerisindeyiz” değerlendirmesinde bulundu. Smyrna kazılarında Osmanlı ve Avrupa üretimi seramikler üzerine çalışmalar yürüten Doç. Dr. Sevinç Gök İpekçioğlu ise şöyle konuştu: “Özellikle 18’inci yüzyılda Kütahya’da üretilen fincanlar Anadolu’nun her köşesine yayılıyor. Bu fincanlar yerel ustalar tarafından atölyelerde üretilip birçok kente gönderiliyor. Bu kentlerden birisi de Smyrna. Smyrna’da birçok malzeme ortaya çıkarıldı. Bu malzemeler bölgede çok sayıda kahvehane, züccaciyeci olabileceği ya da evlerde kullanıldığı yönünde birtakım ihtimalleri oluşturuyor.”
İmzalar da var
Fincanların motifleriyle ilgili de bilgiler veren İpekçioğlu, şunları kaydetti: “Genellikle halk tipi olarak adlandırdığımız serbest fırça darbeleriyle ya da iğne şablon kullanarak ürettikleri çok önemli örnekler. Fincanların yanı sıra tabak, kâse ve fincan altlıkları da ele geçen buluntular arasında yer alıyor. Fincanların üzerinde imzalar da var. İmzalardan iki tanesini tespit edebildik. Osmanlıca yazılmış bir ‘ayvaz’ kelimesi görebiliyoruz. Bunun bir ustadan birçok dağıtımcıya ait olabileceği konusunda düşüncelerimiz var. Çok az örneği bulunan bir de ‘yazıcı’ imzası bulunuyor. Özellikle İzmir’de liman kentinin gelişmesi ve Türk yerleşimiyle beraber Agora çok önemli bir Osmanlı yerleşim alanı olmuş. Buradaki yerleşime bağlı olarak hem mutfak kapları hem de gündelik yaşam malzemeleri çokça bulundu. Bu örnekler içinde elde edilen yüzlerce fincan da önemli bir grubu oluşturuyor.”
Bilinen tek örnek
İzmir’in Urla ilçesindeki Klazomenai Antik Kenti’nde bu yılki kazılarda 2 bin 500 yıllık perirrhanterion (lavabo) bulundu. Kazı Başkanı Prof. Dr. Yaşar Ersoy, vücut temizliğinde kullanılan, yüksek ayak üzerine oturan büyük yayvan formlu bir kap olarak tanımlanabilecek perirrhanterion hakkında şu bilgileri paylaştı: “Klazomenai, Batı Anadolu’daki İon kent devletinden biri. Özellikle Arkaik Dönem’de, M.Ö. 6. yüzyılda bölgedeki en önemli seramik üretim merkezlerinden biri olarak kabul ediliyor. Burada gerçekleştirilen kazılarda da kent ile bağlantılı atölyelerin üretmiş olduğu çok sayıda figürlü seramikler ve lahitler de buluyoruz. Bu yılki kazılarda, fantastik mitolojik yaratıklarla ve araba yarışlarıyla bezeli bir lavabo ayağı ve tabanı bulundu. M.Ö. 6. yüzyıla ait bu eser, bugünden yaklaşık 2 bin 500 yıl öncesine ait. Bu şekilde figürlerle bezeli, kabartmalı ve boyalı bir örneğini şimdiye kadar bilmiyoruz.”
Eros figürlü mozaik bulundu
Sinop kent merkezinde bulunan 2 bin 300 yıllık tarihe sahip Balatlar Yapı Topluluğu’ndaki kazı çalışmaları devam ediyor. Prof. Dr. Gülgün Köroğlu’nun başkanlığında sürdürülen kazı çalışmalarında son olarak Helenistik Dönem’e ait kanatlı Eros figürü ve dalga motifleri ortaya çıkarıldı. Köroğlu, yeni keşif hakkında şunları söyledi: “Helenistik Dönem’e ait konut mimarisi kazıyoruz. Küçük odaları olan, avlu etrafında gelişen bir mimari şema bulduk. Ortasında ve yan odalarda çakıl taşından yapılmış mozaikler var. Orta kesiminde bir bölüm eksik olmasına rağmen kanatlı Eros figürü bulduk. Etrafında palmet desenleri ve dalga motifleri saptadık. Sinop bu anlamda zengin bir şehir, başka alanlarda da müzenin yaptığı kurtarma kazılarında da Helenistik mozaikler çıkıyor, bu da onlardan birisi. Çok güzel koruyup onarıp sergileyeceğiz. Bizim için müjde gibi oldu, diğer alanları da sergilemeye de açacağız.”