19.06.2023 - 05:32 | Son Güncellenme:
S. Deniz Yılmaz
S.Deniz Yılmaz | deniz.yilmazzade@gmail.com- Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud, Tekinsizlik (Das Unheimlich) makalesinde tekinsizliği şöyle tanımlar: “Benlik, evinde rahatça yaşayamıyordur.” Hayatımızda tekinsizlik istemeyiz, öğreneceğimiz şey kötü bile olsa bilmek isteriz. Tekinsizlik acı verendir, sürüncemede bırakandır. Tekinsizlikten, bilmeme halinden “arayış” ile kurtuluruz. Psikanaliz ve arkeolojinin ortak noktası da bilme isteğidir: “Acaba bizden öncekiler de aynı duyguları hissettiler mi? Acaba onlar da bizimle aynı süreçleri yaşadılar mı? Atalarımız ne yaptılar, nasıl hayatta kaldılar ve en önemlisi insan olmak nasıl bir şeydi?” Arkeoloji ve psikanaliz aynı sorular etrafında bilmenin, ortaya çıkarmanın peşinden gider. Arkeolog toplumun tarihi için bunları arıyorken, Freud birey için bu soruların peşinden koşmuştur. Bu yüzden okuduğu arkeoloji kitapları psikoloji kitaplarından daha fazladır ve muayenehanesinde binlerce orijinal arkeolojik eser vardır. Freud’un arkeolojiye ilgisi öyle büyüktür ki kendisine terapi almak için muayenehanesine gelen Alman bir yazar, tarihi eserlerin fazlalığına şu anekdotla dikkat çekmiştir: “Adeta tarihin gözetiminde kendi hayat hikâyemi anlattım.”
Gradiva’nın etkisi
Freud’un arkeolojiye ilgi duymasında İtalya ve Roma gezilerinin etkisi büyüktür fakat asıl arkeolojiyi keşfetmesine ve dolaylı olarak mitolojiye yaklaşmasına eşlik eden bir kitap önerisidir: Gradiva. “Gradiva tutkum nikotin tutkumdan daha fazla” diyecek ve bu kitap onu psikanalize, Oedipus’a, Antik Yunan’a yaklaştıracaktır. Carl Gustav Jung’un önerisi ile Alman Yazar Wilhelm Jensen’in Gradiva romanını okuyan Freud, bu kitaptan çok etkilenir ve “Sanrı ve Düş: Gradiva” isimli bir yazı yazar. 1903’te yazılan bu kitap, henüz psikanalizin tam olarak ortaya çıkmadığı dönemde psikanalize dair noktalara değinmesi ile Freud’u şaşırtmıştır. Romana da ismini veren Gradiva, Latince “yürüyen kadın” anlamına gelir. 19. yüzyılda Pompeii’deki kazılarda bulunan bir rölyefe, eteklerini kaldırarak yürüyen bir kızı betimlediği için “Gradiva” adı verilir. Bu rölyef, Jensen ile edebiyata; Freud ile psikanalize girer. Roman, Norbert Hanold isimli bir arkeoloğun yağmurlu bir günde eteklerini tutarak yürüyen bir kadını sokakta görmesiyle başlar. Hanold, kadının eteklerini tutmasını, çok sevdiği Gradiva rölyefine benzetir. Kadının kıyafetine bakarak kim olduğuna, nereden geldiğine ilişkin akıl yürüten Hanold, kadının yanına gitmeye cesaret edemez. Onu kıyafetinden dolayı Pompeiililere benzetir. O gece rüyasında Vezüv Yanardağı’nın patlamak üzere olduğunu gören Arkeolog, rüyasında kadını da görür. Kadını uyarmak için yanına gider, ona yanardağın patlamak üzere olduğunu söyler fakat kadın yanardağa doğru yürümeye devam eder ve patlamada ölür. Rüyasından korkuyla uyanan Hanold, telaş içindedir. Bu rüyanın bir mesaj olduğunu, İtalya’ya gitmesi gerektiğini düşünerek üniversitenin yolunu tutar ve araştırma yapmak üzere İtalya’ya gitmek istediğini söyler. Hanold, birkaç ay sonra İtalya’ya ulaştığında tuhaf bir rastlantı onu beklemektedir. Sokakta gördüğü ve isminin Gradiva olduğunu düşündüğü kadın burada da karşısına çıkar. Bu sefer tüm cesaretini toplayarak kadının yanına giden Arkeolog, kadınla yarın öğlen yemek yemek üzere sözleşir. Hem şaşkın hem heyecanlı olan arkeoloğun anlamlandıramadığı bazı şeyler vardır: Acaba bu kadın gerçek midir, yoksa halüsinasyon mu görmektedir?
Serbest çağrışım
Freud için romanda yer alan en ilgi çekici kısımlardan biri, buluştuklarında kadının “Buraya nasıl geldiğini anlatır mısın?” diye sormasıdır. Freud, Jensen’in kendisinden önce serbest çağrışımı bulmasına şaşırır. Serbest çağrışım, psikanalizin en temel terapi yöntemidir. Serbest çağrışımda danışan/hasta aklına gelen düşünceleri, imgeleri, kısaca bilinçdışından gelen tüm çağrışımları aktarır. Kadının “Buraya nasıl geldiğini anlatır mısın?” sorusunu yöneltmesi de adamın bilinçdışına attığı bir taştır. İlk kez yapılan görüşmelerde terapist de genellikle, “Kliniği kolay bulabildiniz mi?” gibi bir soru sorar. Bu sorunun cevabı hasta/danışan hakkında bize bir malzeme verir. Bazıları yolu çok zor bulur, bazıları çok kolay; bazıları çok erken gelirken, bazıları geç kalır. Terapiye erken gelmek ya da geç kalmak bilinçdışı bazı süreçleri düşündürür. Romanda kadının benzer bir soruyu adama yöneltmesi Freud’u etkilemiştir. Ertesi gün öğle yemeği yemek üzere tekrar buluşurlar ve yemek masasında kadın “Biz seninle daha önce yemek yedik hatırlıyor musun?” diye sorar. Hanold, zihnini zorlarken kadının aslında eski sevgilisi Zoe olduğunu fark eder. “Zoe”, Yunanca kökenli, “hayat” anlamına gelen bir isimdir. Zoe, adama birlikte geçirdikleri zamanlardan bahseder. Bu sırada Hanold’un bilincine yavaş yavaş anılar geri gelir. Zoe, Hanold’u psikozdan çıkarmıştır ve şöyle der: “Sen aslında buraya arkeolojik araştırma için değil benim için, beni bulmak için geldin fakat bunu kendine itiraf edemedin ve bastırdın. Bilincin buraya gelmek için bir bahane bulmalıydı, bunu da arkeolojik kazı bahanesiyle yaptın. Hem işini, hem de aşkımızı kurtardın.”
Sanrıdan uyanış
Sanrıdan uyanış Gerçek ve düş arasında gidip gelen Hanold, adeta Zoe’nin dokunuşuyla hayata geri döner. Zoe hayattır, gerçektir. Gradiva ise düştür, sanrılardır. Zoe, isminin anlamına uygun olarak Hanold’u psikozdan çıkarır ve hayata döndürür. Psikanalizin ilk yıllarında ruhsal hastalıklar temelde ikiye ayrılır; nevroz ve psikoz. Psikotikler gerçeklik algısı bozulmuş, gerçekte aslında olmayan şeyler duyduklarını veya gördüklerini zanneden hastalardır. Nevrotikler ise, psikotik hastalar gibi gerçeklik algısı bozulmamış fakat bazı ailesel sorunlara ya da travmalara maruz kalan kişileri tanımlamak üzere kullanılmıştır. Hanold eski sevgilisini tanımayarak, Gradiva isimli bir kadın olduğunu düşünerek gerçeklik algısının bozulduğunu gösterir. Zoe’nin sayesinde psikoza girmeden, bir düşten uyanır gibi uyanmıştır.
İki disiplinin bağı
Roman, adeta psikanaliz ile arkeoloji arasındaki bağdır. Bu roman ile Freud’un arkeoloji ilgisi perçinlenir. Jensen’in, arkeoloğun bilinçdışına katman katman indiği bu romana özenen Freud, psikoarkeolojinin ve psikomitolojinin ilk adımlarını atmaya başlar. Uzun yıllar analizlerinde de kullandığı “kazma” metaforu Freud’a bu kitaptan ilham olmuştur. Arkeolog, toprağı kazar, yeni şeyler bulur ve bunları günümüzdeki bilgilere ekler. Terapist ise karşısındaki bireyin bilinçdışını kazarak (bir nevi geçmişini) günümüzdeki sorunlarını anlamlandırır. Terapist, aslında bireyin içini kazar ve bunun sonucunda bir malzeme ortaya çıkarır. Bu malzeme bazen bir patoloji, bazen bir nevroz olabilir. İnsanlığın toplumsal kalıntılarını kazan arkeolog, bireyin geçmişini, belki çocukluğunu kazan terapist, aynı titizlikle çalışır. “Gökyüzü ve yeryüzü arasında olanı en iyi yazarlar anlatır ve bilime önderlik ederler” der Freud. Kimi sanat eserleri bilimleri kıskandıracak kadar insanlıktan ileridedir. Shakespeare’in Hamlet’i, Jensen’in Gradiva’sı, Schiller’in şiirleri... Bugün psikolojide yer alan sendromların, tanıların isimlerinin mitolojiden gelmesini de Freud’un Gradiva ile karşılaşmasına borçluyuz. “Araştırmalarım ile ilgili nereye gittiysem” der Freud, “benden önce bir şairin oraya uğradığını gördüm.” Arkeoloji, edebiyat ve psikanaliz birbirlerinin ayak izlerini takip ederek insanlığın ayak izini anlamlandırmaya çalışır.