19.06.2023 - 05:00 | Son Güncellenme:
Görkem Evci
Görkem Evci- “Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim? Kitaplar yalnız kralların adını yazar. Yoksa kayaları taşıyan krallar mı? Bir de Babil varmış boyuna yıkılan, kim yapmış Babil’i her seferinde? Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar altınlar içinde yüzen Lima’nın? Ne oldular dersin duvarcılar Çin Seddi bitince?”
(Bertolt Brecht’in “Okumuş Bir İşçi Soruyor” şiirinden)
Ansiklopedisi, yalnızca varlığı ile değil yokluğu ile de bir efsane... Hatta bu yokluk, şüphesiz ansiklopedinin değerini artıran, hikâyesini zenginleştiren bir öge oldu yıllar boyu. Alfabetik sırayla fasikül fasikül yayımlanan ve Gökçınar maddesine kadar gelebilen İstanbul Ansiklopedisi’nin tasarım aşamasında kalan maddelerini şimdilerde bir sergi ile arşiv malzemeleri üzerinden görmek mümkün. Salt Galata’daki sergi, klasik bir ansiklopedinin çok dışında ve üzerinde bir metin olan İstanbul Ansiklopedisi’nin zengin ve çok renkli dünyasına dalmak için güzel bir imkân sunuyor. Tarihçi-yazar Reşad Ekrem Koçu, 1940 yılında kendi deyimi ile “İstanbul’un kütüğünü” kayıt altına alacak bir ansiklopedi çıkarmaya karar verir. Adına aldanmayın. Bu ne üslubu ne de içeriği ile “ansiklopedi” denildiğinde akla gelen şey değildir. İstanbul’un -her anlamda- “alt”ını “üst”üne getiren bu metin, ansiklopedi kavramını da alt üst eder. İstanbul Ansiklopedisi, ansiklopedinin renksiz, kuru, resmî dilinden uzaktır ve bir ansiklopedide kendine asla yer bulamayacak maddelerle doludur.
Bu nasıl ansiklopedi?
Şüphesiz bir ansiklopedinin yayımlanması için ömrünü bu işe adamış bir Reşad Ekrem Koçu yetmiyor, işin “finansal” bir tarafı da var. 1940’ta fikri oluşan ansiklopedi, dört yıl sonra, Cemal Çaltı isimli bir tüccarın desteğiyle yayımlanmaya başlar. Bir ansiklopediden beklenebileceği üzere İstanbul’un saraylarını, konaklarını, camilerini, kiliselerini, devlet adamlarını, şairlerini, yazarlarını da anlatan İstanbul Ansiklopedisi’ne ruhunu veren asıl maddeler ise başkadır. İstanbul’un ayaktakımı, kabadayıları, tulumbacıları, sandalcıları, evsizleri, berduşları, köçekleri, çengileri, hırsızları, dilencileri, katilleri, büyücüleri, hippileri, meczupları, sarhoşları, aşk maceraları, ezcümle İstanbul’u İstanbul yapan her şey vardır bu ansiklopedide. Kenarda köşede kalmış, sözlü kültürde eksilip çoğalmış, İstanbul’u zenginleştiren ama resmî ve de pek ciddi tarihlerde görülemeyecek nice kişi ve vaka... Bir şehri, hele de İstanbul’u anlatmak için bundan daha iyi bir yol olabilir mi? İstanbul’u saray pencerelerinden, konak merdivenlerinden değil sokaklardan bakarak anlatan Koçu’nun kaynakları da kendisinden önce yazılanlarla sınırlı değildir. Mesela bir gazete haberinden yola çıkıp namlı bir katilin, hırsızın peşine düşebilir, olayların tanıklarına ve öznelerine ulaşıp onları bizzat dinleyebilir.
İki veda
stanbul Ansiklopedisi’nin dilinde ve içeriğindeki zenginlik, ne yazık ki “kasa”ya yansımaz. Fasiküller ve fasiküllerden oluşan ciltler, bin bir zorlukla yayımlanmakta, maddi sıkıntılar Koçu’nun yakasını bırakmamaktadır. Bu uğurda babadan kalma köşkünü bile kaybeder. Gecikmelerle yayımlanan fasikül ve ciltler 1951 yılında basılamaz olur. 1958’de gerekli maddi kaynak bulununca sekizinci cilde kadar gelinir. Fakat 1973 yılında basılan 173. fasiküldeki Gökçeçınar maddesi, ansiklopedinin son maddesi olur ve İstanbul Ansiklopedisi 173 fasikül, 11 ciltle yayın hayatına veda eder. Ansiklopedinin mimarı Koçu da iki yıl sonra, geride yayımlanmamış maddelerin taslaklarından oluşan büyük bir arşiv bırakarak, 70 yaşında hayata veda edecektir.
Kolektif bir metin
İstanbul Ansiklopedisi’nin nâmı, yayımlanmış ciltleri kadar -belki ondan daha fazla- eksik kalmış olmasından da ileri gelir. Ansiklopedi, yayımlanmaya başlanmasından bugüne geçen 79 yılda, bir efsane haline gelmiştir ve bunda tamamlanmamış olmasının payı büyüktür. Ancak bu yarım kalmışlığın İstanbul’un karakteri ile örtüşen bir yanı da var şüphesiz. İstanbul gibi taşı toprağı tarih olan ancak bir yandan da durmaksızın değişen bir kenti tüm tarihi ve kültürü ile ansiklopediye sığdırmaya çalışmak, büyük ve hızlı bir hareketi tek bir fotoğraf karesinde sabitlemeye çalışmak gibidir. Bu yüzden yarım kalmak da en çok İstanbul’la ilgili bir ansiklopediye yaraşır. İstanbul’un büyük değişimi, ansiklopedinin fasiküllerinde de “İstanbul Ansiklopedisi’nin Aziz Okuyucularından Bir Ricası” olarak yer bulur kendine: “İstanbul’un siması, Reşad Ekrem Koçu ve kendisine yardım eden arkadaşlarının günü gününe takip edemeyeceği bir süratle değişmektedir. Bazı yapıların ise izi tamamen kaybolmuş, yerinin tesbitinde büyük güçlükler çekilmektedir. Bu bakımdan İstanbul Ansiklopedisi okuyucularından bir ricada bulunuyor”... Bu rica, İstanbul’un yapıları ve kişileri hakkında okuyucuların da ansiklopediye katkı vermesine yöneliktir. Okuyucuların, fasikülde verilen bilgi fişlerine uygun biçimde, İstanbul’la ilgili kişi ya da yapılar hakkındaki notlarını iletmesi istenir. Bu bakımdan İstanbul Ansiklopedisi kolektif bir metindir ve diliyle içeriğini de göz önünde bulundurduğumuzda günümüzün internet sözlüklerine benzetmek yanlış olmayacaktır.
“Başka Kayda Rastlanmadı”
Bir efsaneye dönüşen ve ansiklopediden ziyade tıpkı İstanbul gibi kendi başına bir âlem olan İstanbul Ansiklopedisi’ni şimdi bir belgeler havuzunda yüzerek keşfetmek mümkün. Salt’ın Kadir Has Üniversitesi iş birliğiyle 2018 yılından bu yana yürüttüğü Reşad Ekrem Koçu ve İstanbul Ansiklopedisi Arşivi çalışmaları, “Başka Kayda Rastlanmadı” ismiyle bir sergiye dönüştü. İsmini ansiklopedideki bazı maddelerin sonunda bulunan “hakkında başka kayda rastlanmadı” ifadesinden alan sergi, tasarım aşamasında kalan maddeleri; metin taslakları, gazete-dergi kupürleri, kolajlar, çizimler, mektuplar ve resmi yazışmalar ile ziyaretçilere açıyor. 40 bin ögelik bir arşivden, serginin gerçekleştiği Salt’ın konumunu da dikkate alarak Galata odaklı bir seçimle sunulan belgeler ansiklopedinin yaratım sürecine ilişkin bir gözlem imkânı da sunuyor. Üstelik ziyaretçilerle İstanbul Ansiklopedisi’nin ilişkisi, tek taraflı bu imkân ile de sınırlı değil. Sergide, İstanbul Ansiklopedisi’nin okuyucularından istediği katkıya ortak olmak mümkün. Bilgi fişlerini doldurarak, İstanbul’dan kişi ya da yapılarla ilgili tarihe not düşebilir, bu bitmeyen ve hiç bitmeyecek ansiklopedinin parçası olabilirsiniz. Sergiyi hakkını vererek gezmek için ciddi bir zaman ayırmak gerekiyor. Bol belgeli bu sergiyi satır satır okumak hem bu âlemin derinliklerine dalabilmek hem de sergiden alacağınız keyfi artırmak için şart. Serginin eksiğinin ise video işlerinin azlığı olduğu söylenebilir. Bazı yer ve yapıları, arşivdeki tanım ve çizimlerine ek olarak bugünkü halleriyle birlikte göstermek, ansiklopedinin ve İstanbul’un ruhuna uygun bir fikir olurdu. Yine de “Başka Kayda Rastlanmadı”, arşiv malzemeleri ile önemli bir kapıyı aralıyor. O kapıdan girip çok renkli ve zengin bir dünyaya dalmak meraklılarına kalmış...