24.08.2023 - 02:14 | Son Güncellenme:
Neriman Deniz/ arkeorehberim@gmail.com - Türkiye haritasında Fethiye’den Kemer’e doğru kuzeye bombeli yay şeklinde bir çizgi çekersek, çizginin güneyinde, yani deniz tarafında kalan topraklara kabaca Lukka (Likya) diyebiliriz. Günümüzde bu bölge, Muğla’nın Fethiye ilçesi ile Antalya’nın Kaş, Kale, Finike, Kumluca ve Kemer ilçelerinin bulunduğu Teke Yarımadası’nı kapsar. Amasyalı Strabon (M.Ö 64-M.S 24) Anadolu’dan Roma’ya kadar yaptığı gezileri kaleme aldığı Coğrafya (Geographika) adlı eserinde, gezdiği yerler ve halklar ile ilgili bilgiler verir. Övgüyle sözünü ettiği halklar vardır anlatımlarında ama Likya halkını, hiçbir halk için söylemediği sözlerle över: “Likyalılar öyle uygar ve nezih bir şekilde yaşamlarını sürdürdüler ki; şimdiye kadar hiç utanç verici kazanç istekleri olmadı ve atadan kalma Likya Birliği’nin nüfuz alanı içinde kaldılar.”
Likya Birliği
Strabon’un sözünü ettiği birlik 23 kent devletinden oluşuyordu. Bu kentlerden başkentleri Ksanthos, meclis binasının içinde yer aldığı idari kentleri Patara, dini merkezlerinin olduğu kent ise Letoon’du. Her kentin büyüklüğüne göre mecliste temsil hakkı vardı. En büyük altı kentin üç, diğer kentlerin ise büyüklüğüne göre iki veya bir oy hakkı bulunurdu. Bunlara aynı oranlarda yardım ve diğer “komünyon” (kişisel harcamalarla yapılan kamu hizmeti) ödemeleri yapılırdı. Lukka’nın demokratik birlik sistemi, ABD’nin eyalet sistemine de kaynaklık etmiştir. Meclis binasında gerçekleştirilen kongrede; önce bir “Lykiarkhes” (yönetici), sonra birliğin diğer memurlarını seçerek genel adalet kurulunu oluştururlardı. Savaş, barış ve anlaşmalar bu kurulda görüşülürdü. Böyle iyi ve demokratik bir yönetimle yaşadıklarından, Romalıların egemenliğinde dahi bağımsız yaşayabilmişler.
Yerli bir halk
Hitit yazılı kaynaklarında, bölgeden ve bölge halklarından “ışık ülkesi” anlamına gelen Lukka ve Lukkalar olarak bahsediliyor. Günümüzde halen tam olarak çözülememiş olan Likçe dilinin Hititçeye yakınlığı dolayısıyla, bu bölge halkının da Hititler gibi Anadolu’nun yerli halkı olan Luviler olduğu anlaşılıyor. Herodot ise Likya’dan bahsederken, komşu halklar ve kendileri tarafından “Termilli” olarak anıldıklarından söz ederek Likyalıların Girit’ten sürgün edilen göçmenler olduğunu söyler. Anadolu’nun her bölgesi gibi burası da dönem dönem göçler alıp istilaya uğramıştır. Giritliler, Yunanistan göçmenleri, Persler, İskender’le beraber Helenler, Romalılar... Bu istilalar o bölgenin halkının aslını; ya da Herodot’un yanılgıya düşmesi gibi, bölge halkının kökenini değiştirir mi? Belki Lukka olan ismini dönem içinde Likya olarak değiştirip bizlerin de diline böyle yerleşmesini sağlayabilir ama aslını değiştiremez. Anadolu süttür, halkı ise yoğurt. Sütü hangi markanın yoğurduyla mayalarsanız mayalayın, tadında hafif değişiklikler olsa bile, sonuçta elde ettiğiniz şey yine aynı yoğurttur. Pazara ya da manava uğradığınızda alacağınız meyveleri seçerken şöyle bir bakarsınız değil mi? Elma Amasya, kayısı Malatya, şeftali Bursa ise -örnekler uzayıp gidebilir- daha bir istekli alırsınız. Bu meyveye o lezzeti veren yetiştiği toprak ve iklim değil midir? Hiç bu elmanın, kirazın veya kayısının fidanı nerede yetişir diye düşündünüz mü? İzmir’in Ödemiş ilçesinde Bademli diye bir köy var. Bu ülkede dikilen üç meyve fidanından ikisinin Bademli’de yetiştiğini biliyor musunuz? İşte bu coğrafyada yaşayanlar da tıpkı meyve fidanını sorgulamak yerine yetiştirdiği meyveye ve onu yetiştiren toprağa bakmaya başladığı an, tüm ayrışmalar sona erecektir. Anadolu, dünyanın hiçbir coğrafyasının sahip olmadığı bir çekim gücüne sahip. İnsanları alıp bağrına basan ve sütünde mayalayıp karakterini veren canlı bir metafor adeta. Anadolu varsa; bizler ve gelecek nesil de var, o yoksa hiçbirimiz yokuz. Adına ister Lukkalı diyelim, ister Termilli, ister Likyalı bu “Işık Ülkesi”nin gerçeklerini değiştirmez. Zaten halkın aynı halk olduğu, karakterinden ve tarih içinde davranış şeklinden bellidir. Likyalılar özbeöz Anadolu’nun yerli halkıdır. Anadolu’ya hangi noktadan tehdit gelmişse o bölgede savaşmak için yerlerini almışlardır yüzyıllar içinde. Mısır, topraklarını genişletmek gayesiyle Hititlere savaş açtığında, M.Ö 1274 yılında Anadolu topraklarını korumak için doğuda Kadeş Savaşı’nda Hititlerin yanındadırlar. Akalar, Yunanistan’dan kalkıp Troya önlerine geldiklerinde, M.Ö 12. yüzyılda Likyalılar Anadolu’nun batısında, Troya’nın yanında saf tutarlar yine.
Ölümüne tutku
Onların karakterinde özgürlük ve yaşadıkları topraklara bağlılık vardır. Persler Anadolu’yu doğusundan batısına istila edip son olarak Lukkaların kapısına dayandıklarında, tüm dünyaya kahramanlık ve bağımsızlık dersi veren de Lukkalardır. Pers kumandanı Harpagos M.Ö. 546 yılında ordusuyla Ksanthos Ovası’na ulaşınca, Perslerin bitmez tükenmez ordusuna karşı Ksanthoslular az sayı ile dövüşürler. Yiğitlikte ün salarlar ama yenilirler. Yenilginin kaçınılmaz olduğu kesinleşince kentlerine geri çekilirler. Kadınları, çocukları, hazineleri ve köleleri kaleye doldurup kaleyi dört yanından ateşe verirler. Yangın kaleyi yerle bir ettikten sonra, birbirlerine yeminlerle bağlanarak tekrar düşmana saldırırlar. Ksanthos’ta yaşayanların tümü savaşarak ölmüş olur. Bu olaydan sonra, savaş sırasında kentte olmayan ve bu nedenle hayatta kalan 80 hane tarafından kent yeniden kurulur. Kenti yaklaşık 80-90 yıl sonra bir yangın felaketi vurur. Yangından sonra tekrar kurulup iskân edilen kent M.Ö 2. yüzyılda Likya Birliği’nin başkenti olarak karşımıza çıkar. Eğer bir kent için “küllerinden yeniden doğmak” deyimi kullanılacak olursa, bunu hak edecek kentlerin başında kesinlikle Ksanthos gelir. Roma İmparatorluğu Anadolu’yu hâkimiyetine alırken de en son ele geçirebildiği yer Likya kentleri olur. M.Ö. 42 yılında Brütüs komutasındaki Roma birlikleri Ksanthos’u kuşatınca; tarih tekerrür eder ve halk 500 yıl önce Persliler karşısındaki davranışlarını yineler. Yenilginin kesin olduğunu fark eden halk şehri ateşe verip yangının içine atlar. Kucağındaki çocuğuyla yangına atlayan bir kadını gören Brütüs, askerlerine kurtaracakları her kişi için ödül vereceğini duyurur. Kısa süre önce öldürmek gayesiyle saldıran Roma askerleri, bu kez insanları yangından kurtarabilmek gayretiyle saldırırlar fakat yangından çok az kişi kurtarılabilir. Bu işgalden sağ kurtarılan 150 kişi Romalı komutan Marcus Antonius’un yardımlarıyla kenti yeniden imar eder. Mustafa Kemal Atatürk’ü iyi bir lider ve komutan yapan şeyin, yaşadığımız toprakların tarihi ve olaylarını iyi okuyup halkının karakterini isabetli tahlil etmesi ve yönergelerini ona göre yapması olduğunu kimse inkâr edemez. Bağımsızlık mücadelemizde “Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum” derken, bu halkın toprakları ve özgürlüğü için; kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla bunu hiç tereddüt etmeden yerine getireceğinden emindi. Çünkü bugünümüz ve geleceğimizin göstergesi ve teminatı geçmişimizde yatmaktadır. Nereden geliyor bu yaşadığımız topraklara olan sevgimiz ve bağlılığımız ya da özgürlüğe ölümüne tutkumuz diye soruyorsanız size tavsiyem önce Çanakkale’yi, ardından Likya’da Ksanthos ve çevresini mutlaka gidip ziyaret etmeniz; zira sorularımızın cevabı geçmişimizde yaşananlarda gizli.