Pazar Sohbeti
Pazar Sohbeti
|
Kendisini "Ben med - cezir gibiyim" diye tanımlayan Yılmaz Erdoğan'dan öz eleştiri:
- Hakkari'de kalsaydınız, bugünkü Yılmaz Erdoğan olabilir miydiniz?- Ben Hakkari'den 7 yaşında ayrıldım. Ankara'da okudum; 12 yıldır İstanbul'dayım. Orda kalsam, bugünün şartlarında kahvede ben de "okey" oynardım...
- Bugünün Hakkari'si ile bıraktığınız Hakkari çok farklı mı?
- Uzaktan Allah'ın dağı görünür ama Hakkari sıcak ilişkilerin yaşandığı hoş bir yerdir. Dışardan gelenler bile oradan kopamaz. Ama şimdi köyler boşaltıldı, insanların ekmeği elinden alındı, hayvanlar satıldı. O doku bozuldu...
- Hakkarili bir Kürt olmak sizin için ne anlam taşıyor?
- Ben bunları hiçbir zaman bir slogan ya da etiketle adımın önüne koymadım. Ama bu masa masaysa ben de Kürt'üm. Bu kadar reel, bu kadar net. Bir zencinin "yok ben beyazım" diye diretmesi sapıklık değil mi? Böyle söylemek gerekiyorsa söyleyeyim: "Evet ben zenciyim..."
- Mükremin neden sizden popüler?
- Çünkü artık benim dışımda, yaşayan bir karakter oldu.
- Niye bu kadar tuttu?
- Toplumsal bir tipolojiye isabet etti. Bir Mükremin karakteri var bu toplumda. Parasal açıdan ezik ama bazı değerleri korumaya çalışıyor. Feodal noktalardan taşıdığımız şeyler bunlar. Haysiyeti muhafaza etme durumu. Dışardan bakıldığında "senin haysiyetin kaç dolar eder?" bir bakış da var. Ama bu toplumun bir Mükremin ruhu, bir delikanlılık kültürü de var.
- Nedir o?
- Mesela Şevki Yılmaz çıkıp abuk subuk konuşuyor ya. Arkasından kalkıp, "Meclis'e gelmesin. Dayak yer!" diyorlar. Bu tipik bir Mükremin çözümü. Yani sen bana küfredersen, ben seni dava falan etmem. Ağır küfür ederim, dayağı yersin. Bizim toplum böyle yaşıyor. Şiddet bunun için yaygın.
- Mükremin'in izleyici profili ne?
- Ben seyirciye gerzek muamelesi yapmıyorum. Seyircinin de etrafta görüp, izlediği ama anlatamadığı, açıklayamadığı birtakım şeyleri anlatmaya çalışıyorum sadece. Bu yüzden önemli bir entellektüel seyirci kitlemiz var.
- Dizinin fanatikleri kim?
- Günlük hayatında Mükremin'i oynayan, kendine idol yapan hastalar var. Giderek hayatı kuşatan bir şey oldu bu. "Aa bıktık vallahi. Oğlan elden gitti" diyenlerle karşılaşıyorum. Bir de Mükremin esprisini sevenler var. Geçenlerde biriyle karşılaştım, "74 bölüm, tüm kasetler var bende!" dedi, "Sıkılınca, kendime terapi yapıyorum". Böyle bir tedavi durumu başladı demek ki...
- "Her Türk'ün içinde bir Mükremin var" diyorsunuz. Sizde de var mı?
- Hakkari'de doğmuş, Ankara'da büyümüş, İstanbul'da yaşayan biri olduğumdan, içimde fazlasıyla Mükremin var. Ama herkes içindeki Mükremin'i, yontarak bir biçime sokmaya çalışıyor. Mesela adam yanındaki kadına laf attığı, ya da trafikte ters bir şey yaptığı zaman, hemen dövmüyorsun da önce diyorsun konuşarak çözebilir miyiz acaba? Ha çözemezsek, o zaman dövelim. Yani Mükremin'i yavaşlatan şeyler biriktiriyor insanlar. Ben de biriktirdim tabii. Ama ne kadar yavaşlattığı, duruma göre değişiyor.
- Yani siz de dövebilirsiniz icabında...
- Eh tabi.
- Yanınızdaki kadına sarkıntılık sebep olabilir mi?
- Öncelikli sebeplerden biri olabilir. Delikanlılığa sığmaz bir kere. Gerçi en son lisede kavga ettim. Ünlü olduğumdan, kimse benimle kavga etmiyor. Trafikte herkes bağırıp, çağırıyor. Ben de bağırıyorum. Ama adam beni görünce, gülüyor. Kavga edememekten şikayetçi bir durumum var.
- Ulusal tipolojimiz Mükremin'se, ulusal karakterimizde Mükremin gibi kronik bir "yalancılık ve kurnazlık" yok mu sizce?
- Had safhada. Ama bizde bunu hemen politikacılara atfetme eğilimi var. Mesele öyle konuyor ki; herkes iyi, güzel, yalnız politikacı faul. Bu ulus 50 yıldır aynı adamlara oy veriyor. Bir kere değişiklik yaptı ve Çiller'leri yarattı.
- Neden böyleyiz? Baskıcı sistemle başetmenin en kestirme yolu yalan ve kurnazlık mı?
- Evet, yani ailevi bir örnekten yola çıkabiliriz. Genç kız arkadaşlarıyla çıkmak istiyor. Babası "hayır" diyor, "çıkamazsın.." Kızın yalan söylemekten başka seçeneği yok: "Hale'lere gideceğiz. Ders çalışacağız" diyor. Hale'nin evi aranıp, tenbihleniyor: "Ararlarsa, banyoda de. Ya da işte bilmem nerde de..." Mükremin yalanları bunlar. Herkes yalan olduğunu biliyor ama yutmak lazım. Kızın çıkmasını önlemek zor. Mantığı da yok. Biz toplumsal çıkmaz ve defolarımızı işte böyle yalanla örtüyoruz. Kendimiz uydurup, kendimiz inanıyoruz.
- Ya kurnazlık?
- Kurnazlıkta, hikayeden uyanıklık var. Yani adamın babasını dolandırması çok komik bir durum. Çünkü bu kurnazlığın Amerikanvari sonuçları olmuyor. Diyelim ki önümüze konan çok aptalca bir yasak var. Yasağı bir biçimde delmek lazım. Deliyoruz ama yasakları aşmak bizi ancak reel, normal bir duruma getiriyor. Bir kar katmıyor. Yeniden başladığımız yere, sıfıra dönüyoruz.
- Ama kimse halka toz kondurmuyor, "yalnız politikacı değil, halkımız da yalancı" demiyor. Neden?
- Bunun cevabını ben, yaptığım işle biraz veriyorum. 174 bölümdür devam eden bir dizi bu. 3. kez sezonu bitirdik. Birinci bölümde insanlar neyse, 3. ve 4. bölümde de o. En ufak ilerleme yok. Toplumda yok, kendimi mi kandıracağım?
- Yeryüzüyle kurduğunuz ilişki mizahtan mı geçer?
- Evet ama her zaman bunun karşılığı çok kahkaha ve neşe değil. Birine sinirlenip, kızdığım zaman da komik bir üslupla tepki veriyorum.
- Trajik olanla, mizah yanyana mı içinizde?
- Evet. Yani tüm hayatımın tek cümlesi de bu. Mizahla trajediyi çok yakın buluyorum hakikaten. Kişiliğimde böyle bir yan var. Med - cezir gibi. Birdenbire çok kahkaha atarken, hüzünlenebiliyorum. "Hüzünbaz" diye tanımlıyorum kendimi. Hüzün ve neşeyi belki içinde barındıran bir sözcük olduğu için.
- Mizahın tehlikesi ne?
- Düşen adamı hicvederken alay eden durumuna düşüp, antipatik olabilirsiniz. Güldürür ama sevilmezsiniz.
- Sevilmek önemli mi?
- Hayır. Ama insani değerleri korumak önemli.
- Ya şöhret? Sizi değiştirdi mi?
- Şöhretin güven veren bir yanı var. Ama insanın kendine saklamak istediği şeyleri orta malı haline getirmesi feci bir kuşatma. Bazen çok daralıyorum.
- Nasıl mesela?
- Neşeli değilsem mesela sokağa çıkmak istemiyorum. Çünkü insanlar beni öyle görmekten hoşlanmıyorlar. Bu da huzurumu bozuyor. Nasıl eski Yılmaz Erdoğan olabilirim ki? Şöhret tabii ki değiştirdi beni.
- Bu yüzden mi eşinizden ayrıldınız?
- Şöhret olmadan da biten çok ilişkim olmuştu. O zaman "şöhret oldu, boşandı" demediler. Şimdi diyorlar. Fark bu.
- Bundan rahatsızmısınız?
- Rahatsızım. Ama bu bir vaka. İtirazın anlamı yok.
- Para ile ilişkiniz nasıl?
- Hayatımda hiçbir şeyi para için yapmadım. Kesif parasızlığı göze alarak yapmadığım bir sürü iş oldu. Taviz vererek kazanacağım işleri yapmadım. Hep şunu istemiştim; öyle bir yere geleyim ki, hesap ödediğim zaman "acaba akşam durumumuz ne olacak" diye düşünmeyeyim. Oraya geldim. Memnunum.
- Nasıl değerlendiriyorsunuz parayı?
- Paradan anlamam. Anlamadığım için de kendimi seviyorum. Paradan anlayanlar, başkalaşıyor. Ama işte bana "ev al, prim yapıyor" diyorlar. Ben de alıyorum. Bir, iki evim var yani.
- Siyasi yelpazenin solunda mısınız?
- Hiçbir yerinde değilim. Sol, Türkiye'de elli yıldır aynı politikaları güdüyor. Tek söylemi: "Aman şeriat olmasın." Ne olsun? "Herşey eskisi gibi olsun!" Yaa şimdi zaten herşey eskisi gibi olmadığı için bunlar yükseliyor. Hala herşey eskisi gibi olsun demenin anlamı ne? Dizinin birinde şöyle demiştim: "Mükremin abi, Ecevit gibidir, sağı solu belli olmaz. Ne zaman sağ, ne zaman sol belli değil" diye... Neden böyle, nasıl böyle gelişti bilmiyorum. Bu kuşak gidecek, yeni bir kuşak gelecek, o zaman bir sol olur belki Türkiye'de...
- Sorun yalnız solda mı?
- Bu toplumda, birbirine çok zıt düşünceler sürekli gelişiyor. Demokrasi kültürümüz yok bizim. Şevki Yılmaz'la aynı ülkede birbirimize tecavüz etmeden nasıl yaşayacağız; bilmiyorum. Ama birimizden birini asker götürsün de istemiyorum. Şevki Yılmaz'ı düşünce ve uygar bir dünya anlayışıyla bertaraf etmek lazım. Silah gücüyle değil. Çünkü o silah sonra bir gün bize de dönebilir...