"Ne yapmayacağımızı çok iyi biliyoruz"
Minor Empire, Kanada'da kurulan ve Anadolu coğrafyasının müziğini kendine has biçimde yorumlayan bir grup. Geçtiğimiz haftalarda Uprooted isimli ikinci albümlerini yayınlayan Minor Empire grubunun solisti Özgü Özman ile müzikal serüvenleri ve gelecek projeleri üzerine konuştuk.
İhsan Dindar - Milliyet
Second Nature albümünüzün üzerinden yaklaşık 7 sene geçtikten sonra yeni çalışmanız Uprooted’ı yayınladınız. Bekleyiş biraz uzun sürdü gibi. Albümün hikayesini öğrenebilir miyiz?
İlk albüm 2011’de Kanada’da çıktı, turnelerini konserlerini yaptık, sonra 2014’de Türkiye’ye geldi. 2014’den sonrası tamamen Uprooted’a ait. Bizim sürecimiz daha kısa olamıyor maalesef, çok detaylı çalışıyoruz, ilk albüm için de 3 yıl çalışmıştık.
Uprooted nerede yaşarsa yaşasın yurtsuz hissedenlerin, sistem ile doku uyuşmazlığı olanların, kendine dikte edilen dünyayı kabul etmeyen ve ideallerinde diretenlerin, dünyayı bu düzenden kaçırıp gerçek sahiplerine verme hayali ile yaşayanların öyküsü.
Albümün prodüktörü ve beyni ilkindeki gibi Ozan (Boz). Albümün tınısı onun kulaklarındaki ve beynindeki kıvrımlarda şekillendi. Bu albümdeki en önemli iki unsur elektrik gitarlar ve davullar. Ozan 2-3 yıl önce Norveçli gitarist Eivind Aarset ile bir çalışma yapmıştı, O’nu ve tarzını çok sever, bu albümü yaparken ondan çok etkilendiğini biliyorum. Bu albümde bir de davullara çok kafa yordu. Konsept için epik bir atmosfer yaratmak istedi.Her parçayı farklı sesler ve katmanlardan oluşan ritimler üstüne oturttu. Mesela, ‘Yurtsuz’da Japon savaş davulu Taikolar var, Latin perkusyonu Timbales var, Hint perkusyonu Bata var. ‘Dünya’da sanayiden toplanmış metallerden oluşan perküsyonlar kullandı, yine Taikolar var; ‘Tutam Yar Elinden’de Taikolar ve büyük boy Tom davullarından oluşan büyük bir set var.
Kuruluş hikayenize gelecek olursak Minor Empire Kanada’da nasıl bir araya geldi?
Müziğe ilk adımımız İngilizce bestelerimizle oldu, projeye Auxetic Pulse dedik. Bir müzisyen arkadaşımız olan Michael Occhipinti besteleri duyunca bunları hemen kaydetmek lazım dedi, ve stüdyoya girdik. Prodüktörlüğünü Michael yaptı ve bir EP kaydettik. Sonra EP radyolarda çalmaya başladı, Toronto ve çevresinde konserler vermeye başladık. Trip-hop / art pop kategorisinde değerlendirilen, modern seslerin etrafında yarattığımız bir proje idi, ivmesi de güzeldi ve albüm hazırlığına başladık. Sonra fikir fırtınaları ortasında biraz yön değişikliği, biraz benim diretmem derken kendimizi bu projenin ortasında bulduk. Michael’ın da yardımı ile vizyonumuza uygun diğer müzisyenleri de takıma ekleyerek ilk albümü kaydettik. Başlangıç hikayemiz bu. Sonra albüm Kanada radyolarında patladı, konser ve turne programları takip etti... Yeni albümle de birkaç boy daha derine indik.
Minor Empire yola çıktığında kendisine kimleri ilham aldı?
Ozan daha çok rock, psychedelia, jazz dinlerdi. Pink Floyd çok severdi mesela, hard rock severdi, Miles Davis severdi. Ben fena halde Portishead’e sarmıştım. İşte o sıralarda ilk defa Erkan Oğur’u dinledim ve o şekilde yorum denen şeyin gücünü ve büyüsünü keşfettim. Sanırım ilk ilham kaynaklarımız onlar oldu: Müziğe tutku ile yaklaşanlar. Özgür hisseden, kendine ait bir tarzı olan, ürettiği şeyler hep dürüst bir yerden gelen...
Uprooted albümünüzde yer alan Yurtsuz’a bir de klip çektiniz. Başka bir parçayla devamını getirmeyi düşünüyor musunuz?
Aslında, ilk albüm için de Bülbülüm Altın Kafeste için bir klip çekilmişti. Başka video planlarımız var evet, Yurtsuz’u çeken yönetmen Alison (Honey Woods), Fethiye Kayaköy’de “Uyuttum Atları” için bir video çekmek istiyor, lojistik detayları halledebilirsek onunla devam edeceğiz. Sonra gene Kanada’nın vahşi doğası ve yerli kültürü içinde bir konsept peşindeyim.
Yorumlayacağınız türküleri seçerken nelere dikkat ediyorsunuz? Kriterleriniz nedir?
İlk dikkat ettiğim şey türkünün melodisi yüreğimde biryerlere dokunuyor mu, bir kere söyleyip bitirdiğimde biryerlerim sızlıyor mu, titriyor mu... Ondan sonra zaman testi var, 10 defa söylediğimde aynı şeyi hissediyor muyum... Sonrası en heyecanlı ve şenlikli aşama; haftalarca Ozan’ın o melodiyi ilmek ilmek işleyişine tanık oluyorum, o melodinin etrafında yepyeni bir dünya inşa ediyor, ormanlar, evler, çiftlikler kuruyor. Sonra o türkü bize ait, yaşayan nefes alan bir şey haline geliyor, bizim türkümüz oluyor. Bağımlılık yapan bir süreç.
Minor Empire, bundan sonra ne yapmayı hedefliyor?
Aynı şekilde devam edeceğiz. Kaliteli işler üretmeye çalışarak ve buna ihtiyacı olan dinleyici kitlesine ulaşmaya çalışarak. Popüler müzik yapmıyoruz, onun için popüler anlamda anlaşılma endişesi taşımıyoruz. Müziği ileri götürme ve kalıcı iz bırakma peşindeyiz.
"İnatçılığımız ve idealizmimizin derecesini küçümsüyorlar"
Sosyal medyada konser haberleriniz sevinçle karşılanıyor. Genelde de sizin onlara özel biraz da saklı bir bilgi gibi kalmanızı istiyor insanlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Müziğimizle kurdukları kişisel bağı başkaları ile paylaşmak istemiyorlar, onu anlıyorum. Ama “popüler olurlarsa kaliteyi bozarlar” diyenler bizim idealizmimizin ve inatçılığımızın derecesini küçümsüyorlar. Biz iki albümümüz üstüne de kendimizi inzivaya çekerek 3’er yıl çalıştık. Kalite herşeyin önünde, pırıltılı şeylerle dikkati dağılan insanlar değiliz. Bir albüme harcadığımız zaman ve finans ile 10 tane piyasa albümü yapılırdı. O yüzden onlara diyorum ki, içiniz rahat olsun, biz ne yapmayacağımızı çok iyi biliyoruz.
Son olarak anmadan geçmemek adına sormak istiyorum. İlk albümünüzde merhum Selim Sesler ile çalışmıştınız. Nasıl bir duyguydu bu?
Muhteşem bir deneyimdi...Selim Sesler müzikle inanılmaz doğal bir ilişkisi olan bir müzisyendi. İstanbul’a gelip onu kaydedebilmek için albümün çıkışını erteledik. Geldiğimizde ayağını incitmişti, rahat yürüyemiyordu. O şekilde bizimle stüdyoya geldi. Parçayı dinledi, Ozan birkaç dakika girip çıkacağı yerleri gösterdi. Ve O direk çaldı, sanki bir milyon yıldır çalıyormuş ve bir o kadar daha çalabilirmiş gibi, yüreğimizdeki bütün hücreleri oradan oraya savurarak. Ağzım açık izledim. Sonra çaldığını dinledi, istediği yerleri yeniden çaldı. 1 saatte 2 parçayı da kaydettik ve çıktık. O gün bugündür o 1 saatte çaldığı şeyleri açar açar dinlerim. Eşsiz bir müzisyendi, çok güzel bir insandı. Stüdyodan sonra kahve içip fallarımıza baktık. ‘Hazırlan seni Kanada’ya götüreceğiz konserler vereceğiz’ dedik...Bir dahaki görüşmemizde kalbine pil takılmıştı. Sonra uzun bir süre ameliyat için bekledi. O bekleme sürecinde çalamadığı için çok üzgündü. En son ziyaretine gittiğimde ‘Selim abi çabuk iyileş senin için planlarımız var’ dediğimde iyileşeceğine dair hiçbir şüphesi yoktu. Haberini duyduğumda inanamadım, müzik dünyası için çok büyük ve zamansız bir kayıp...
ihsan.dindar@milliyet.com.tr