Karadeniz’in sembolü olan hamsi, tarih boyunca Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinde balık türleri arasında hak ettiği değeri bulamamış, saray sofralarında yer almamış bir balıktı. Sarayda daha çok levrek, kalkan, lüfer gibi balıklar revaçtayken hamsi, varlıklı kesimlerin ilgisini çekememişti. Oysa Karadeniz halkı için hamsi, sıradan bir balık olmaktan öte, yaşamın ayrılmaz bir parçasıydı. Bu küçük balık, Karadenizlilerin gözünde adeta 'balık üstü' bir varlıktı ve onu küçümsemek, bölge halkını çileden çıkartacak bir durumdu. Karadeniz’in bıçak ustaları bile dövdükleri çeliği hamsi yağıyla soğutarak bu balığa olan bağlılıklarını gösterirlerdi. Hatta Kanuni Sultan Süleyman, Trabzon’da doğup büyüdüğü için hamsiye özel bir önem atfetmiş ve kılıçlarından birinin kabzasına hamsi motifini işletmişti. Bu sembol, hamsinin Osmanlı sarayındaki nadir temsilini ortaya koyuyor. Evliya Çelebi de hamsiden övgüyle bahsetmiş, Lazların bu balık için birbirleriyle tartıştığını ve hamsinin bölge halkı için ne kadar değerli olduğunu aktarmıştı. Kanuni Sultan Süleyman'ın en sevdiği yemeklerden biri olan hamsi tezgahlarda yerini aldı. Haftada en az iki kere tüketmek ise kalp sağlığına inanılmaz faydalar sağlıyor. Hamsinin içeriğinde bulunan doymamış yağ asitleri, kolesterolün düşürülmesine yardımcı olur ve böylece kalp krizi, ateroskleroz ve felç riskini önlemeyi sağlar. Yüksek A vitamini içeriği sayesinde göz sağlığının iyileştirilmesine yardımcı olur. Göz hastalıklarının ilerlemesini önler. Üstelik demans, depresyon ve unutkanlık gibi beyin hastalıklarını önlemeye yardımcı olur. Hamsi, içerisindeki yüksek protein, kalsiyum ve A vitamini sayesinde kemikleri güçlendirir.