Dünyayı kurtaracak keşfin patentini almadı! Japonların kadim sırrı çöpteki gıdaları yeniliyor
Mustafa Kemal Atatürk, "Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez" sözüyle geleceğini inşa etmek isteyenlere en önemli ipucunu vermişti. Bugün gelişmiş ülkelerin başında gelen Japonya da tıpkı o sözdeki gibi kadim bir sırra sahip çıkıyor ve dünyanın geleceği için önemli bir projeyi 26 yıldır uyguluyor. Milyonlarca ton gıda çöpe gitmek yerine yeniden kullanılabilir hale getiriliyor. Üstelik bu keşfin sahibi, onu geleceğe armağan ediyor ve patent almayı reddediyor!
Derleyen: Zeynep Dilara Akyürek / Milliyet.com.tr – Dünya Gıda Günü bugüne dek hiç olumlu haberlerle ya da yemeklerin israfının azaldığı verileriyle gündeme gelmedi. Her sene açıklanan ‘israf’ verileri bu sene de öncekilerden farksızdı. Yükselişteydi! Hâlbuki yükselmesi gerekenin bilinçli, dengeli ve sağlıklı tüketim olması gerekiyordu. Çünkü her sene sağlıksız, yani yapay gıdaların insan hayatındaki yeri büyüyor ve metabolik hastalıklarda artış gözlemleniyor. Sağlık boyutu bireysel sonuçlara yol açıyor olsa da, küresel bir problem olan gıda israfı Japonya’da çöpe atılan yiyeceklerin geri dönüştürülüp dolaylı yoldan sofralara getirilmesinin önünü açtı. Yani çöpe atılan yiyecekler, artık ihtiyaç duyulanlar arasındaydı. Japonya'da yılda yaklaşık 8 milyon ton gıda israfı olduğu tahmin edilirken bu rakam Türkiye için 2024 yılı itibarıyla 23 milyon ton. Japonların kadim sırrını dünyanın geleceğine armağan eden Koichi Takahashi’nin buluşu ise ‘çöpten’ gelen yiyecekleri yenilebilir ürünlere dönüştürüyor!
147 TİTANİK YA DA 762 EYFEL KULESİNE DENK
2021’de yayınlanan Birleşmiş Milletler 2021 Gıda İsraf Endeksi Raporu’na göre, Türkiye’de yılda kişi başı 93 kilogram, toplamda 7,7 milyon ton gıda israf ediliyordu. O yıllardaki küresel çaptaki gıda israfı ise 1,3 milyar tona yakınlamıştı. Üstelik bu gıdaların ağırlığının toplamı bir zamanlar dünyanın en büyük gemisi olan Titanik’in 147 tanesine ya da dünyanın en uzun binası unvanını 41 yıl elinde tutan Eyfel Kulesi’nin 762 adedinin ağırlığına eşdeğerdi. Milyonlarca dolarlık maddi zarar da ‘israf’ olan yemeklerin yanında geleceğimize bir bıçak darbesi vuruyordu. Çünkü aynı yıl Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), dünyada üretilen toplam gıda miktarının yüzde 25 ila 33'ünün israf edildiğini ve bu gıdaların ekonomik değerinin toplamda 990 milyar dolara karşılık geldiğini açıklamıştı. Bunun bir maliyeti vardı. Bu maliyet, hem ekonomik hem de gelecekte yaşanabilecek gıda krizlerinde net şekilde anlaşılmak üzereydi. Özellikle nüfusa oranla en çok gıdanın israf edildiği Japonya, bu bedeli çöpten gıda üreterek ödeyecekti!
Japonya topraklarının küçük yüzölçümü ve dağlık arazisi gıda öz yeterliliği için zorluklara sebep oluyor. Yani gelişmişlik düzeyi en yüksek ülkeler arasında yer alan Japonya gıda konusunda kendi kendine yetemiyor. Ülke gıdasının neredeyse üçte ikisini ve hayvan yeminin dörtte üçünü ithal eden Japonya, her yıl 28,4 milyon ton gıdayı göz göre göre çöpe atıyor. Bu gıdaların çoğu yenilebilir olduğu halde israf ediliyor. Bunun yüksek çevresel ve ekonomik maliyetleri de var. Birçok ülkeye kıyasla, Japonya'daki tüketiciler gıda için daha yüksek fiyatlar ödemek zorunda kalıyor. Ayrıca ülkenin her yıl atık yakmaya harcadığı 800 milyar yenin (182 milyon 686 bin 800 lira) çoğunu karşılamak için vergi alınıyor. Gıda, Japonya'nın yaktığı çöplerin yaklaşık yüzde 40'ını oluşturuyor ve yakma işlemi önemli miktarda hava kirliliği ve sera gazı emisyonu da üretiyor. Küresel besin kaybı ve atıkları da toplam sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 8'ini oluşturuyor. Üstelik bu yüzde 8’in, yüzde 2.4’ü sadece meyve ve sebzelerin israfıyla oluyor.
ÇOCUKLUK HAYALİ: DÜNYAYI KURTARMAK!
Dünyanın beşinci büyük sera gazı yayıcısı olan Japonya, 2030’a kadar emisyonlarını yüzde 46 oranında azaltma ve 2050 yılına kadar tamamen karbon nötr olma hedefleri koymuştu. Bu noktada en önemli adımlardan biri de Texas Üniversitesi’nden Koichi Takahashi’nin projesiyle atıldı. Çocukluğundan beri gıda israfıyla mücadelenin dünyanın geleceği için önemli olduğunu düşünen Takahashi, gezegeni kurtarmak istiyordu. Geri dönüşüm ve yenilenme döngüsüyle doğayla sürdürülebilir gelecekteki bir toplum inşa etmeyi hayal eden Takahashi, tüm dünyayı tek başına yeniden inşa edemeyeceğinin farkındaydı. Ancak bu istediği ve çabası hiç bitmemiş, sonunda da domuz çiftlikleri, Takahashi'nin uzun başarı yolculuğunun ilk durağı olmuştu. Özellikle insan artıklarını yüksek kaliteli domuz yemine dönüştürerek kazan-kazan politikasını benimseyen, Japan Food Ecology Center adlı bir şirket kurdu. "Yem için ithalata güvenmek yerine, yerel gıda atıklarını etkili bir şekilde kullanabiliriz" diyen bilim insanı için bu adımla 1998’de uzun yol başlamış ve her geçen yıl onun haklılığını ortaya koymuştu.
O dönemde ithal tahılın fiyatı yükseliyor olduğundan, Takahashi yola çıkarken "Japonya'da bir kriz hissi" olduğunu söylemişti. Japonya halkı da tıpkı bilim insanı gibi bir çözüm bulunmazsa hayvancılık sektörünün çökeceğini düşünüyordu. O zamanlar veterinerlik yapan Takahashi, çiftlik hayvanları konusundaki uzmanlığını kullanma ve aynı zamanda gezegene yardım etme isteğini yerine getirme fırsatını tepmedi. Ancak uzun yolculuğunda her geçen gün yeni şeyler öğreniyor ve yaptıklarının daha hızlı şekilde sonuçlanması gerektiğini anlıyordu. Oysa çiğ gıda atıklarını hayvan çiftliklerine göndermek yavaş ve zor bir süreçti. Gıda atıklarının çeşitli içeriği, gıdanın yüksek su içeriğinin bozulmayı hızlandırması ve su sorununu aşmak için gıdayı kurutmanın onu yakmak kadar enerji gerektireceği gibi önemli sorunlar konuyu karmaşıklaştırıyordu. Takahashi’nin bir çözüm bulması şarttı ve bulduğu çözüm de hiç uzakta değil, kadim Japon sırlarındaydı. Bu da uzun süre dayanabilecek ürün üretme yöntemi olan, fermantasyondu!
TONLARCA GIDAYI NASIL FERMENTE ETTİ?
Takahashi, veterinerlik bilgisini kullanarak domuzlar için laktik asitle fermente edilmiş, sıvılaştırılmış bir yem üretmeyi başarmıştı. Takahashi ürettikleri ilk yemleri verdikleri hayvanların daha yavaş büyüdüklerini ve etlerinin çok yağlı olduğunu söylemişti. Bunlar birer başarısızlık olsa da ekibi sonunda sorunu çözmeyi başardı. Çoğu patojenik bakterinin yaşayamayacağı bir seviye olan pH'ı 4 seviyesine düşürerek, ‘eko yem’in raf ömrünü uzatmanın bir yolunu buldular. Takahashi, ortaya çıkan ürünün soluk renkli ve sulu, ekşi ve yoğurt gibi bir tada sahip olduğunu anlatıyordu. Üstelik bu yem buzdolabında saklanmadan rafta 10 güne kadar dayanıyordu. Ürün aynı zamanda iklim için de bir nimetti. Takahashi, gerçekten de çocukluk hayalini gerçekleştirmeyi başarmıştı. Yurt dışından ithal edilen eşdeğer miktardaki yemle karşılaştırıldığında, eko-yem üretim sürecinin yüzde 70 daha az sera gazı emisyonu ürettiği ortaya çıktı. Tesis, günde yaklaşık 40 ton gıda atığını işliyordu. Süpermarketler ve lokantalardan kamyonlarla gönderilen atık gıdaların içeriği her gün aynı olmuyordu. Ancak tereyağı ve peynirin bir yan ürünü olan peynir altı suyu, gyoza ve suşi gibi şeylerin seri üretiminden kalan artıklar, bir temel gıda maddesi görevi görüyordu. Herhangi bir üretim süreci yüzde 3 ila 5 ürün kaybına yol açıyordu. Bu nedenle günde 50 ton gıda üreten bir fabrika en az 1,5 ton atık üretiyordu. Takahashi her yıl 35 bin ton gıdayı dönüştürdüğü tesisin patentini almayı reddediyor ve buluşunu dünyanın geleceğine armağan ediyor. Japonların kadim fermantasyon sırrı ise Takahashi’nin buluşuyla geleceği kurtarıyor!
Yaklaşık 5 bin yıl önce erken Japon topraklarında meyveler fermente edilmeye başlanmıştı. Arkeolojik kazılarda bulunan kalıntılarla kanıtlanan bu fermentasyon, bugün de Japon kültüründe önemli bir yere sahip. Fermente yiyecekler, içecekler ve baharatlar Japonlar için vazgeçilmezler arasında. Japonya, biyoyakıt geliştirmeden antibiyotik keşfine uzanan yenilikleri kapsayan bir çalışma alanı olan fermantasyon biliminde lider konumda. Japonya'nın fermantasyon biliminde başarılı olma yeteneğinin kaynağını Ohio Üniversitesi'nden Tarihçi Victoria Lee, Japonya'da mikropları düşman olarak görmek yerine onları güçlü ortaklar olarak görme geleneği olduğunu açıklıyor. Yani mikroplarla barış imzalamayı başaran Japonlar var oldukları yüzyıllarda hep önemli keşiflerle tarihe geçmişti. Bugün de geçmişteki sırlarına sadık kalarak geleceği inşa eden dünya devleri arasında yerlerini alıyorlar.