Dinler mozaiği
Dinler mozaiği
Gezimizin dördüncü gününde Antakya’dan 26 kilometre uzaklıkta, bir tepenin üzerinde kurulu olan St. Simon Manastırı’na geliyoruz. Altıncı yüzyılda St. Simon adına yapılan manastırda kilise, vaftizhane ve bir de sarnıç var. Bölgede kazı yapılmaması, doğanın ve “insanımızın" acımasızlığına rağmen manastır bir hayli sağlam kalmış. Manastırın olduğu tepeden Samandağ ve Çevlik sahilleri, Antakya merkezi, kıvrılarak denize kavuşan Asi Nehri’ni seyretmek ayrı bir keyif.
Ana yola çıktıktan yedi kilometre sonra da Antakya’nın sayfiye yeri, Suriye eski Devlet Başkanı Hafız Esad’ın doğduğu Samandağ’dayız. Samandağlılar lütfen bana kızmayın ama bu “olağanüstü" çirkin yapılaşmayı, köstebek yuvası haline gelmiş yolları içinize sindirebiliyor musunuz? Bir iddiaya göre de belediye denizden kum çektirip, kaldırım ve yol yaptırdığı için kumullar kayboluyor ve deniz kaplumbağalarının yumurtaları da o çirkin yollara kurban gidiyormuş!
Merkezden beş kilometre uzaklıktaki sahilde “Ya Hızır"ın türbesi; dileklerinin yerine gelmesi için Hızır’dan medet umup, türbesinin etrafında yedi tur atan araçlar ve insanlar var. Dilek bol olunca, biz de “yedi kervanıöna katılıyoruz.
Plajın uç kısmındaki Çevlik köyünde ise Seleukeia Pieria liman şehrinin kalıntıları bulunuyor. Burası dünyanın ilk tüneli. Roma döneminde dağlardan inen birikintilerin limanı doldurmasını önlemek için İmparator Vespesianus bu tüneli açmaya başlamış ama ancak Titus zamanında bitirilmiş. Yedi metre yüksekliğinde, 130 metre uzunluğundaki tünel çok görkemli. İtiraf edeyim ki bu sıcakta sonuna kadar gitmeyi göze alamadım. Tünele girmeyip, yer yer su kanallarının yanından ve portakal ağaçlarının gölgesine sığınarak yumuşak kaya yüzeyine oyulmuş mezar gruplarının olduğu Beşikli mağaraya varıyoruz. Mağaradaki geniş alan sandık biçimli mezar odalarıyla kaplı. Öndeki iki sütunlu bölüm ise kiliseyi andırıyor. Doğrusu bu bölgeden çok etkilendiğimi söyleyebilirim.
Türkiye’nin tek Ermeni köyü
Artık Samandağ’ın tozlu, topraklı yollarından geçip, Türkiye’nin tek Ermeni köyü Vakıflı’ya geliyoruz. Etraf tertemiz, yıllar sonra suyu “yeni" bağlanan köy yolu asfaltlanmış. Kilisenin meydanı Meryem Ana Yortusu için Suriye, Lübnan, Kanada, Belçika, Almanya ve yurdun dört bir yanından Vakıflı’ya gelen Ermeni vatandaşlarımızla dolu. Hepsinin kökleri de civardaki Bityas, Hacıhabipli, Yoğunoluk, Hıdır Bey, Kebusiye, Vakıflı ve Azur köylerinden. İstanbul’da Karagözyan İlköğretim Okulu’nda öğretmenlik yapan Agop Hergel, Garbis ve beni dizi yazılarımızdan hatırladığı için hemen yanımıza geliyor. Sadık okuyucumuz öylesine candan ki, sanki kırk yıllık dostumuz. Başlıyor anlatmaya...
“Yıllar önce Hıdırbey’li büyük kompozitör Parseh Ganançyan, kızı Seta için ‘Sosi’ (çınar ağacı) adlı bir şarkı bestelemiş. Bu yıl Beyrut’tan gelen Gomidas Korosu, Ganançyan’ın vasiyeti üzerine Hıdırbey’deki tarihi çınarın altında bu şarkıyı söyledi. Türk köylüleri de şarkıyı sessizce dinledi. Şarkı bittiği zaman alkışlayıp, koroyu tebrik ettiler. Bundan güzel bir mozaik ve hoşgörü olabilir mi?
Gözlerimden nem bulutları geçerken, düşüncelerimden sıyrılıp etrafı gözlemeye başlıyorum. Herkes birbiriyle kucaklaşıyor. Köyün yaşlıları yakınlarına kavuşmanın mutluluğu içinde şen kahkahalar atarken, gençler de şık kadife giysileriyle etrafta salınıyor. Bu gece keşkek pişirileceği için erkekler adak kurbanlarını keserken kadınlar da onları küçük parçalara ayırmaya, bazıları da 70 kilo buğdayı yıkamaya çalışıyor. Bir süre sonra işler bitip, davul zurna kilisenin meydanında gümbürdeyince genç yaşlı herkes çiftetelli oynamaya başlıyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde kalabalık yavaş yavaş dağılırken 10 kazanda pişen keşkeğin kokusu etrafa yayılıyor.
Kışın köyde 165 kişi yaşıyor
Ertesi sabah saat dokuzda başlayan ayine de katılıyoruz. Üç saat süren ayinden sonra din adamları tarafından dua okunan, bereketi temsil eden üzüm, halka dağıtılıyor. Ermeni Patriği Mutafyan’ı temsil eden Ateşyan Episkopos, kazanlardaki keşkeği ilahiler okuyarak haçla kutsadıktan sonra Meryem Ana günü nedeniyle tüm anneleri de kutluyor. Artık yemek zamanı. Tenceresini, tabağını kapan sıraya girdikten sonra 16 saattir pişen keşkek de dev kepçelerle halka dağıtılıyor.
Kışın 165 kişinin yaşadığı 23 haneli köyden ayrılmadan önce Vakıflı’nın 85 yaşındaki papazı Serope Sarkis Gül’ün yanına gidiyoruz. Aydın din adamı önce “kadınlar aziz bir varlıktır" dedikten sonra elini uzatıp beni kutluyor. Sonra sohbete başlıyoruz. Fransızlar’ın zamanında öğretmenlik, daha sonraki yıllarda da Adana’da bir ağanın yanında 25 yıl ziraat teknisyenliği yapan Sarkis Gül, köylülere sulama tekniğini öğretmiş. Patrik Kalosyan ise 1969’da İstanbul’a göçen Sarkis Bey’in peşini bırakmamış. Fransızca, Türkçe ve Arapça da bildiği için onu önce Kayseri, sonra Kırıkhan, İskenderun ve Vakıflı’daki kiliselere yollamış.
Şimdi doğduğu köyde yeni restore edilen kilisede papazlık yapan Sarkis Bey, narenciye bahçelerinden çıkmıyor.
Artık sevgiliden ayrılma zamanı ama biliyorum ki çok yakın zamanda yine kavuşacağız. Yol uzun, hava çok sıcak. Görülecek o kadar çok tarihi yer var ki!
Antik Beyazıt Oteli 97 yıllık