SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Balığın tadını bilmezdi, şimdi 10 çiftliği var! 'Bu çoban Türkiye'ye döviz kazandıracak'

İlkokulu bitirdikten sonra oğlak ve keçileri güdüyor, öküzlerle çift, katırlarla düven sürüyordu. Yaptıkları yoğurt ve peynirleri de dağdan şehre eşekle satmaya gidiyordu. Askere gidene kadar çiftçilik ve çobanlık yapan Mustafa Özpek’in hayatını değiştiren gelişme ise ehliyet alması oldu. Sonrasında “Hiç frene dokunmadan hep gaza bastım” diyen girişimcinin bugün 10 balık çiftliği, 1 balık ve 2 tane de yem fabrikası var.

|

Betül Topaklı / Milliyet.com.tr - Mustafa Özpek, 1946 yılında Denizli’nin Güzelpınar Köyü'nde doğdu. Anne ve babası çiftçilik ve çobanlık yapan Mustafa’nın 4 kardeşi vardı. İlkokulu bitiren Mustafa, ailesi gibi oğlak ve keçileri güdüyor, öküzlerle çift, katırlarla düven sürüyordu. Sonrasında ise dağdan şehre eşekle yoğurt satmaya gidiyordu. Askere gidene kadar çiftçilik ve çobanlıkla uğraşan Mustafa’nın hayatını değiştiren gelişme ise ehliyet alması oldu. Özpek, o günleri şöyle anlatıyor: 

“Ehliyet aldığım gün hayatımın en mutlu günüydü. Çünkü çobanlık yapmaktan kurtulacaktım. Hayvancılıkla uğraşıyorduk. Sağdığımız sütleri annem yoğurt ya da peynir yapıyordu. Ben de eşeğin heybelerine koyduğum ürünleri, 30 kilometre yolu yayan yürüyerek Denizli pazarında satıyordum. Çocukluğum bu şekilde geçti. Askere gitmeden önce evlendim ve iki erkek çocuğum dünyaya geldi. Kırsal bölgede yaşıyorduk ve köyümüzde hiç traktör yoktu. Askerde ehliyet aldıktan sonra babama, ‘Traktör alalım’ dedim. Babam hayvancılıktan iyi para kazanıyordu, alım gücü olmasına rağmen tarlalarda traktörün işlemeyeceğini düşündüğü için almadı.”


‘BABAM BANA KEFİL OLMADI’

Babasını ikna edemediği için Mustafa traktörü alamamıştı ancak kafasında hemen başka iş girişimleri oluşmaya başladı. Ehliyeti vardı ancak bunu kullanacağı bir aracı yoktu. Aklına bedava şoförlük yapma fikri geldi. Böylece hem yolları hem de piyasayı öğrenecekti. Mustafa, bir taraftan da hayvan alıp satıyor ve para biriktiriyordu. Tabii ki bu birikimi ona yeni işi için sermaye olacaktı. Genç adam, kamyon almak istiyordu. Pazarlığını yapıp peşinatı verdikten sonra taksitler için babasından kefil olmasını istedi. Babası bu konuda biraz düşünmek istedi. Ancak akrabaları ve köylüler babasını, “Kamyonu bir yere çarpar, sen de borçları ödemek için tarlaları ve keçileri satarsın” dediler. Bu durumdan korkan baba oğluna kefil olmadı.

AVUSTURYA'YA TURİST OLARAK GİTTİ

Mustafa, çobanlık ve çiftçilik yapmak istemiyordu. Yeni iş girişimleri de babasının engeline takılıyordu. Aklına Denizli’de yaşayan bir tanıdıklarının yurt dışına para karşılığında adam götürdüğü geldi. Genç adam, Almanya’ya gitmek istiyordu ama o ülkeye giriş yapmak zordu. Mustafa ve 7 arkadaşı yurt dışına çıkmalarına yardımcı olacak kişinin vasıtasıyla baştabipten bir rapor aldı. Raporda, yurt dışına çıkacak kişilerin iş gezisi yaparken trafik kazası geçirdiği, tıbbi yönden Avrupa’da seyahat etmeleri gerektiği yazıyordu. Mustafa ve arkadaşlarını Avusturya'ya götürecek olan kişi, 7’si Denizlili 7’si farklı köylü olmak üzere toplamda 14 kişiyi trende 2 vagona bindirdi. Söz konusu kişiler önce Yunanistan’ı, sonra Bulgaristan’ı geçti. Avusturya'ya ulaşan 14 kişiden Mustafa ve arkadaşları ülkeye girmeyi başardı ancak aynı belgelere sahip olan diğer 7 kişi ülkeye alınmadı.


‘SIRTINLA TAŞ ÇEKECEKSİN DESELER YAPACAKTIK’

Mustafa ve arkadaşları hemen daha önceden ülkeye giriş yapan köylülerini bulmak için yola düştüler. Arkadaşlarını bulan genç adamlar, ceplerine koydukları paralarla 15-20 gün boyunca gezdiler. Ancak paraları bir süre sonra bitti. Hemen iş bulup çalışmaları gerekiyordu. Mustafa o günleri, “Bize sırtınla taş çekeceksin deseler yapacağız, o durumdayız. Tekstil işçisi arıyorlardı. O fabrikada daha önceden bir arkadaşımız çalışıyordu. Sağ olsun benim pasaportu onlara vermiş. Fabrikanın önünde 30-40 kişi işe girmek için bekliyor. Onca kişinin arasından beni seçtiler. Bir iş buyuruyorlar, koşarak gidiyorum. Çünkü turistim, işçi olmak istiyorum. Hafta içi 16 saat fabrikada çalışıyor, hafta sonu da inşaat işlerine gidiyordum. İnşaattan aldığım paralarla kendimi idare ediyor, fabrikadakileri biriktiriyordum. Kamyon alırken babam bana kefil olmamıştı. Ben de kendime söz verdim. ‘Bir araba parası kazanmadan memlekete dönmeyeceğim’ dedim.

‘ASKERE GİDENE KADAR BALIK BİLE YEMEDİM’

Mustafa çalışma azmiyle Avusturya'da işçi olmaya hak kazandı. Bir yıl orada çalıştıktan sonra Almanya’ya istek yaptı. Almanya’ya gitmeye hak kazanan Mustafa, 1 yıl tekstil fabrikasında çalıştı sonrasında otomobil fabrikasına girdi. Amacı, para biriktirip memleketi yani Türkiye’ye dönmekti.  Almanya’da 3 buçuk sene çalışan Mustafa’ya amcasından bir mektup geldi. Amcası, yeğenine  “Türkiye’ye gel, birlikte balıkçılık yapalım” teklifinde bulunmuştu. Ancak genç adam balıkçılığın ne olduğunu bilmediği gibi askere gidene kadar balık bile yememişti. Amcasının isteği üzerine Mustafa Türkiye’ye geldi. Bu işi yani balıkçılığı; Mustafa, bir öğretmen ve amcası yapacaktı. Amcası Mustafa’ya, “Bu işin başına sen geçeceksin. Denizli’de alabalık üreteceğiz” dedi. Ortaklık konusunda fazla para istenmesi üzerine Mustafa bu işi yapmaktan vazgeçti. Sonrasında tekrar yurt dışına giden Mustafa, 3 ay sonra temelli dönüş yaptı. Amacı bir tane araba almaktı. Arkadaşıyla kamyon almaya giden girişimci adam, yolda vazgeçti ve 3 arkadaşıyla birlikte otobüs almaya karar verdi. 7 ay boyunca otobüs işiyle uğraşan Mustafa’yı amcası ısrarla balıkçılık yapmak için yanına çağırıyordu. Otobüsü satan Mustafa, Denizli’nin Sakızcı köyünde balıkçılık yapmaya başladı.


“İtalya’dan yumurtalar getirdik. Yavrular çıktı, balıklar olmaya başladı. Ancak her gün 1000-1500 balık ölüyordu. Çok üzülüyor, ben de onlarla birlikte ölüyorum. Balıklar öldükçe, ‘Allah’ım ben yine keçi gütmeye gideceğim’ diyordum. Bu duruma bir çözüm bulmalıydım.  Ölü, ölmek üzere olan, sağlam ve hasta görünen balıkları şişelere koydum. Üzerlerine de birer etiket yapıştırdım. Ankara Üniversitesi Su Ürünleri Mühendisliği’ne gittim. Durumu anlattım. Beni Ankara Veteriner Fakültesi Dekanı İsmet Baran’a yönlendirdiler ancak kendisi şehir dışındaymış. Aklıma adını sıkça duyduğum Ankara’daki Limon Restoran’ın sahibi Hasan Papira geldi. Ona gittim ve durumu anlattım. Bana, ‘Bu balıkların yemleri bozulmuş, bizim balıklarımıza yedirdiğimiz yemden alırsan bu sorun çözülür’ dedi.”

ART ARDA ÖLÜNCE DURMADI, ÇÖZÜMÜ KENDİ BULDU

Mustafa hemen yem fabrikasının yolunu tuttu. Ancak fabrika yetkilileri, yoğunluk nedeniyle yemleri 1 hafta sonra verebileceklerini söylüyordu. Bunun üzerine Mustafa masaya yumruğunu vurdu ve “Ben üretken olmayan bir ülkenin kalkınacağını düşünmüyorum. Kendi yöremizde yeni bir iş başlattık, üretiyoruz. Bana yardımcı olacaksın” dedi. Mustafa’nın bu sözlerinden çok etkilenen fabrika müdürü hemen yemi yapıp teslim etti. Mustafa’nın Ankara’dan getirdiği yemi Denizli’nin Sakızcı Köyü'nde bulunan balıklara vermesi üzerine balık ölümleri durdu. Üretmeyi öğrenip balıkçılık yapmaya başlayan Mustafa’nın önüne bu seferde pazarlama engeli çıktı. Havuzlar yaptırdığı restoranlara canlı balık taşıyan Mustafa; Sümerbank, Aydın Tekstil, Çimentaş, Metaş ve BMC gibi fabrikaların kapılarını çaldı. İkna ederek onlara her hafta 1500 balık sattı. Balıkçılık sektöründe iyi yerlere gelen ve adını duyurmaya başaran Mustafa, amcasıyla yaşadığı anlaşmazlık nedeniyle bu işten ayrılmaya karar verdi.

‘HEP GAZA BASTIM, HİÇ FRENE DOKUNMADIM’

Hiç pes etmeyen ve çalışkanlığıyla takdir toplayan Mustafa’nın yeni işi ise toptan gıda maddeciliği olacaktı. “Hep gaza bastım, hiç frenlemedim” diyen Mustafa, “Sürekli yeni işler ve yeni gelir getirmenin yollarını araştırdım. Dükkânı açtığım ilk gün sabaha kadar uyuyamadım. Sabah dükkânı açmadan önce bütün bakkalları dolaştım. ‘Biz falan yere dükkân açtık. Bu benim kartım, istediğiniz malzemeleri ayağınıza getiririm’ dedim. Bir bakkal 3, diğeri 2, öteki 5 tane derken daha dükkana varmadan 30 torba şekeri sattım. Kardeşlerim, ‘Abi sen bu kadar şekeri nasıl sattın?’ dediler. Ben de onlara, ‘Bizi kimse tanımıyor, kendimizi bakkallara tanıtacağız’ dedim. Yanıma 30 torba şeker daha alarak gitmediğim bakkallara gittim ve o şekerleri de sattım. Toz şekerin bayiliğini aldım. Denizli’de ne kadar kahve, çay, şeker satan yer varsa dolaştım. Köy bakkallarına ürün taşıdım. Kısa zamanda bu konuda da çok başarılı oldum” dedi. Sonrasında beyaz eşya, halı, mobilya dükkânı açan ve bu konuda da çok başarılı olan Mustafa’yı Denizli’de herkes “Balıkçı Mustafa” olarak tanıyordu.

‘BU ÇOBAN BU ÜLKEYE DÖVİZ KAZANDIRACAK’

Amcasıyla kırgın ayrılan Mustafa’nın kafasında hep ‘Ben bu işi onlardan daha iyi yaparım düşüncesi’ vardı. Bu düşüncesini hayata geçirmek için hemen harekete geçti. Ormanın içine havuzlar ve kuluçkahaneler kurdu. Kuluçkahaneye İtalya’dan yumurtalar getirerek yavru üretti. Tesisleri doldurdu. Girişimci Mustafa, her gece saat 4’te çiftliğe gidiyor, sabah saat 8’de de beyaz eşya dükkânını açıyordu. Doğru düzgün uyku bile uymuyordu. Gecesi gündüzüne karışmıştı. Ancak bu yaşadıklarına değiyordu. Balıkları yetiştirip satıyor, bir çiftlik yetmiyor ikincisini kuruyordu. O zamanlar tek amacı, ihracat yapmak ve memleketine döviz kazandırmaktı. Çiftlik kurarken röportaj yapmak için gelen gazetecilere, “Bu çoban bu ülkeye döviz kazandıracak” diyordu.

‘BUNDAN SONRA TÜRKİYE’DEN ALACAKSINIZ’

Bir gün uçağa binen Mustafa, Almanya’nın Hannover şehrine gitti. Su ürünleri fuarına katıldı. Aklında Avrupalı’ya alabalık yedirmek vardı. Çeşitli insanlarla görüştü. Masada şişe dizilmiş balık gördü. “Bu balığı nereden alıyorsunuz?” diye sordu. “Şili’den” dediler. “Bundan sonra Türkiye’den alacaksınız” dedi. Çiftliklerin resimlerine gösteren girişimci adam,  Avrupa’da iyi dostluklar kurdu. Onlara balığı satan Mustafa, fabrika kurmak için Türkiye’ye geldi ve Burdur Gölhisar’dan bir yer aldı. Kuracağı fabrika ihracat amaçlı olacaktı ama bürokrasi engeline takıldı.

“1990’lı yıllarda Avrupa’da deli dana hastalığı baş gösterdi. Bunun üzerine yurt dışından Türkiye’ye balık almak için gelmeye başladılar. Balıklara bakmak için Avrupa’dan çiftliğimize geldiler ve ‘Aradığımızı bulduk’ dediler. Fiyatta anlaştık. Ödemeyi peşin yaptılar, balıkları gönderdim. Balıkları alan kişi, ‘Türkler numuneyi iyi gönderir, ürünü iyi göndermez’ sözünü sarf etti. Bu lafa çok üzüldüm. 'Mustafa Özpek bu malı iyi göndermez' dese bu kadar üzülmezdim. Çocuklarıma ve çalışanlarıma bir konuşma yaptım. 'Avrupa’da bizim için bu söz söyleniyor. Türklerin bu işi yapabileceğini onlara göstermemiz lazım’ dedim. O sıra ben de yeni kalp ameliyatı olmuştum. Oğullarımın ve kardeşlerimin dinlen, çalışma demelerine rağmen işimin başında olmaya devam ettim. 1 TIR mal gönderdik, çok beğendiler. Hemen ikinci TIR’ı gönderdik.”  


‘25 YILDIR AVRUPA’YA BALIK SATIYORUZ’

Bir gün iki oğlumu çağırdım, “İhracat amaçlı Denizli’de fabrika kuracağım var mısınız?” dedim. Varız demeleri üzerine 4 ayda fabrikayı kurduk ve ihracata başladık. Hollandalı arkadaşımı aradım. “Fabrika kurduk, size balık satmak istiyoruz” dedim. O da memnuniyetle kabul etti. Bu şekilde ihracat yapmaya başladıklarını söyleyen Mustafa, sözlerini şöyle noktaladı:

“Talepler çok olunca yeni çiftlikler kurduk, mevcut tesislerin kapasitelerini büyüttük. En büyük giderimiz yem fabrikasıydı. Bir yem fabrikası kurduk. Kırgızistan’a, Özbekistan’a, Tacikistan’a Belarus’a ve Rusya’ya yem satmaya başladık. Sonrasında ikinci yem fabrikasını kurduk. Üretiyoruz, ürettiğimizi başka ülkeye satıyoruz. Dövizini Türkiye’ye getiriyoruz. Ülkemize 27 yıldır döviz kazandırıyoruz. Çobanlıktan geldim ve hiçbir zaman aslımı inkâr etmedim. 10 alabalık çiftliğimiz, bir balık ihracatı yaptığımız fabrikamız var. 25 yıldır Almanya, Fransa, Danimarka ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerine balık satıyoruz.”

© Copyright 2024

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.