200 bin liraya 100 metrekare ev! Yanmış tahtalar depreme ve yangına nasıl kafa tutuyor?
Küllerinden yeniden doğmak, bazen çok daha güçlü bir başlangıç yapmayı sağlayabilir. Yanmış bir tahta da inşaat sektörü için doğaya meydan okuyacak kadar güçlü olabiliyor. Çünkü deprem, yangın ve doğal süreçler bir tek onu yakıp yıkamıyor. Peki ama nasıl? 1603’te Japonya’daki keşfinden 291 yıl sonra İstanbul depreminde izleri var!
Zeynep Dilara Akyürek / Milliyet.com.tr – İstanbul, en büyük yangınların pençesinde, ahşap evlerden oluşan mahallelerini alevlere kurban veren bir şehirdi. Osmanlı döneminde yaygın olan ahşap yapılar çok hızlı yandığından, şehrin meşhur patlıcan yangınlarına dayanamıyordu. Üstelik böcek ve mantar popülasyonunun fazla ve iklimin bu canlıların büyümesine müsait olduğu bir konumda bulunması şehrin yapı stokunu olumsuz etkiliyordu. Çok daha hızlı bozulan ahşap yapılar, aslında doğru teknikler kullanıldığında İstanbul’un en eski bu ahşap evi olan Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı gibi 17. yüzyıldan günümüze ulaşabiliyor. Olası bir yangında kısa süre içinde küle dönen bu ahşap yapılar için belki de ‘kazara’ yapılan keşif, Japonları inşaat teknikleri konusunda 1-0 öne geçirdi. Ahşaplar yakıldığında ateşe, böceklere ve mantarlara çok daha dayanıklı hale geliyordu. Yani ‘çivi çiviyi söküyordu.’ Japonların inşaat sırrını ve bu yanmış siyah tahtalarla yapılan inşaatları Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) İnşaat Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Türer Milliyet.com.tr’ye anlattı.
400 YILDIR EV YAPILIYOR, 100 YIL DAYANIYOR
Sağlamlığı yüzyıllar sürecek ahşap yakma tekniğiyle inşa edilen yapıların tarihi, tahmini 1603 yılına dayanıyor. Yakisugi isimli bu teknikle yapılan ve 400 yıldır ayakta olan bir yapı da bunu işaret ediyordu. Saga Toriimoto bölgesindeki yaşlı yapılar yıllara meydan okuyordu. Hiçbiri neredeyse her yıl büyük depremlerle sarsılan Japonya’da yıkıma uğramamıştı. İlk günkü gibi duran tahtalarına böcekler yerleşmemiş ve mantarla küf de gözlenmemişti. Bunun en önemli sebebi ise yapıları yanmış ahşaplarla kaplamalarıydı. Üstelik yapılmasa da pek sorun yaşanmayacak olan bakım çalışmaları 15 yılda bir yapılırsa, yapının 100 yaşını bulması tesadüf ya da şans eseri değil. Ancak keşfedilmesi şans eseri olabilir.
Prof. Dr. Ahmet Türer, “Bu tür yöntemlere ‘heuristic’ diyoruz. Deneme yanılma yönetimleri de diyebiliriz. Yani gözleme dayalı, deneyerek ve hangi denenen şeyin daha iyi sonuç verdiğine bakılarak yapılan yöntemlerdir. Bazen bu tür gözlemler kazalara ya da rastlantılara da bağlıdır. Örneğin az yanmış bir ahşabın uzun sure bozulmadan ormanda kaldığını gören akıllı bir gözlemci, bunu kontrollü olarak yapıp ahşabın dış şartlara daha dayanıklı hale gelmesini sağlamış olabilir” diyor. Bu yöntemde, ahşabın yüzeyinde bir karbon tabakası elde etmek için yüzeysel yakma işlemi yapılıyor. Günümüzde Japonya'da geleneksel evler için kullanılan yöntem, modern ve çağdaş binaların kaplaması için de tercih edilebiliyor. Japon sediri olan sugi ile yapılan bu inşaat için başka ağaçlar da yakılabiliyor. Yanma süresine ulaşıldığında, yangın suyla durduruluyor. Prof. Dr. Ahmet Türer, başka hangi ağaçların bu işlemden geçtiğini ve inşaat için kullanıldığını şöyle anlattı:
"Ahşap malzemenin yüzeyini yakmadan da yapılarda kullanıyoruz. Mesela Japonya’da geleneksel bazı yapı türlerinde ahşabın dış cepheye gelen bölümleri kontrollü olarak yakılıp, bu kısımların dış cepheye etkiyen faktörlere karşı çok daha güçlü hale gelmesi sağlanır. Aslında ahşap malzeme zaten dış şartlara karşı belirli bir dayanıklılığa sahiptir. Bazı ağaçlardan elde edilen ahşaplar dış şartlara daha da dayanıklı olur. Dış cephelerde kullanılacak ağaçların, dış etkenlere karşı dayanıklı olması önemlidir. Su, yağmur, böcek, mantar gibi etkenlere maruz kalan bu ağaçlar, uzun ömürlü ve estetik bir görünüm sağlamalıdır. Güneydoğu Asya'ya özgü olan tik ağacı, yüksek yağ içeriği sayesinde suya, çürümeye ve böceklere karşı olağanüstü dirençlidir. Dış mekan mobilyaları, tekne güverteleri ve dış cephe kaplamaları için sıklıkla tercih edilir. Kendine özgü kokusu ve doğal böcek kovucu özellikleriyle bilinen sedir ağacı, dış cephe kaplamaları, çatı kaplamaları ve dış mekan mobilyaları için idealdir. Afrika'ya özgü olan iroko ağacı, tik ağacına benzer özellikleriyle bilinir. Suya, çürümeye ve böceklere karşı dayanıklıdır. Dış mekan döşemeleri ve dış cephe kaplamaları için kullanılır. Sert ve dayanıklı yapısıyla bilinen meşe ağacı, dış cephe kaplamalarında uzun ömürlü bir seçenektir. Ancak diğer ağaç türlerine göre daha sık bakım gerektirebilir. Dayanıklılığı ve estetik görünümüyle bilinen kestane ağacı, dış cephe kaplamalarında sıklıkla tercih edilir."
TAŞ ÇATLASIN 200 BiN LİRAYA 100 METREKARE EV
Yakisugi yöntemiyle yapılan yanmış ahşaplarla ev yapmak, pek çok inşaat malzemesini kullanmaktan daha avantajlı. Üretim sürecinde neredeyse hiç karbondioksit açığa çıkarmayan yakisugi, modern yöntemlerden daha ucuz ve uzun ömürlü. 100 metrekarelik yakisugi bir eve sahip olmak için elinizde 167 bin lira olması yeterli. Ancak yapının inşasında fazla para harcanmasa da döşenmesi ve yalıtımı için harcanan para bunun neredeyse 3 katı kadar. Yani yaklaşık 600 bin lirayı gözden çıkardığınızda bir yakisugi eviniz olabilir. Ancak bu noktada yapının sağlamlığı için dikkate alınması gereken detaylar var. 1894 İstanbul Depremi’nde yaşananlardan ahşap kaçabilmişti. Yıkılan tek tük ahşap evin ise bakımsız kalmış olduğu tespit edilmişti. Bakımsız doğal malzemeler ‘doğanın’ yıpratıcı gücünden korunmamıştı. 1349 kişinin hayatını kaybettiği depremde, Atina Rasathanesi Müdürü olan D. Eginitis, İstanbul'da yaptığı gözlemleri bir raporla Padişah II. Abdülhamid'e iletti. Eginitis’in raporunda dikkat çekici olan nokta ise ahşap binalarla ilgiliydi.
"Depremin etkisi mahallelerin jeolojik yapılarına göre değişmiştir. İstanbul'da ahşap yapıların fazla olması bir avantaj olmuştur. Eski ahşap yapıların bile ayakta kalabildiği yerlerde, yeni, demirli kargir binalar yıkılmıştır. Kargir binaların çok azı ayakta kalabilmiştir. Tuğla ile yapılan binaların ahşaptan sonraki en dayanıklı bina olduğu görülmüştür” bilgilerini kaydeden rasathane müdüründen sonra, Osmanlı Devleti de bazı raporlar hazırlamıştı. Osmanlı,“Çoğu evlerin ahşap olması kötülüklerin az olmasına hizmet etmiştir. İstanbul evlerinin diğer yerleri gibi tamamen kârgir olmaması memnuniyet verici bir hadisedir. Yoksa daha çok zararlar olacaktı. Ahşap evler depreme hayret verici derecede dayanmıştır. Fena yapılmış olan eski ahşap evler bile selamette kalmışken yanlarında olan âlâ yapılmış güzel ve yeni ve hatta demirlerle bağlanmış olan kârgir evler yıkılmıştır. Ahşap evlerin depreme en çok dayandıkları açıkça ortaya çıktığı halde kârgirler bilakis nadiren ayakta kalmıştır” diye yazmıştı.
Prof. Dr. Ahmet Türer ahşap evlerin sağlamlığına ilişkin önemli detayı ve yakisuginin kullanım alanını açıkladı. Prof. Dr. Türer, “Termo ahşap dış cephe kaplama malzemesi olarak ülkemizde zaten kullanılıyor. Dış cephesini yakarak kullanma farklı bir görsele sahip olacağı için herkes tarafından tercih edilmeyebilir. Kaplama malzemesi ve yapısal eleman olarak kullanım birbirinden farklı iki konu olduğu için, yapısal yük taşıyan elemanlar yakılmamış ahşaptan ve dış cephe kaplama elamanları ısıl işlemden geçirilmiş ya da dış cephesi yakılmış elemanlardan yapılabilir. Kaplama elemanları genellikle yük taşıyıcı elemanlar değildir” diye konuştu.
DIŞ KAPLAMADA DEĞİL, TEMELDE DE ÖNEMİ BÜYÜK
Depremi yaşayarak sağlamlığını kanıtlayan ahşap binaların, vermesi gereken bir sınav daha vardı. Ahşabın, doğanın acımasız süreçlerini aşması gerekiyordu. Çürüme, küflenme ve ayrışma! Bunun için de dışı yakılmış tahtaların üzerine düşen büyüktü. Çünkü doğal olanı doğaya karşı koruyacak olan da doğal süreçlerden etkilenmeyecek bir şeyler yapmaktan geçiyordu. Prof. Dr. Ahmet Türer’e göre sadece dış kaplamada değil temelde de yanmış tahtaların önemi büyüktü.
"Ahşabın toprakla ve zeminle temas etmesini istemeyiz. Bazı hafif yapı uygulamalarında, temele kazılan çukur içine bir miktar beton dökülüp ahşap dikme (kolon) bunun içine konulup, etrafı betonla doldurularak belirli bir koruma sağlanabilir. Eğer toprakla mutlaka temas edecekse ziftleme ya da yakma işlemi yapılabilir. Ancak bunlardan daha etkili modern bir yöntem ‘emprenye’ ahşap kullanmaktır. Önce bir kazan içinde vakum oluşturulup ahşabın gözeneklerindeki havanın boşalmasa sağlanır. Sonra kazan içine özel bir kimyasal eklenerek ahşabın her tarafının bu sıvıyla sarılması sağlanır. Atmosferik basınç tekrar verildiğinde boşalan gözeneklere bu sıvının işlemesi, ahşabı çok uzun yıllar nemli toprakla temaslı ortamlarda dahi korumaya devam eder. Böylece çok dayanıklı bir ahşap elde edilir” diyen Prof. Dr. Türer, henüz ahşaba zarar verecek organizmaların ortaya çıkmadığı dönemde yaşanan bazı süreçlerin, günümüzün olmazsa olmaz yakıtlarından ‘petrolün’ özü olduğunu da anlattı.
DEPREM VE YANGINA DA DAYANIYOR, PETROLÜN ÖZÜ
Yakma işlemi yapılmış olan ahşapların, doğal süreçlere karşı güçlü şekilde direnmesi, ahşap evlerin deprem tehlikesi bulunan bölgelerde ayakta kalma olasılığının daha yüksek olması ve yangın durumunda biraz daha dayanıklı olması, onları pek çok açıdan tercih edilebilir hale getiriyordu. Ancak ahşabın doğal süreçler olan ve böcekler, mantarlar gibi canlılarla deforme olmaya başlamasından çok önce, onları bir odundan daha fazlası yapacak bir şeyler vardı. 1 tonu 7 bin 200 lira olan odun, aynı miktarda petrole dönüştüğünde 69 bin 320 lira oluyordu. Çok uzun süren bu dönüşüm süreci ise ahşabın gücü henüz ‘yenilmez’ olduğu dönemde ‘zamanın’ gücü karşısında hükümsüz kaldığında başlamıştı. Yani petrol, ahşabın böcekler ve mantarlar tarafından çürütülemediği günlerde oluşmaya başlamıştı. Prof. Dr. Ahmet Türer, inşaat tarihin çok daha eskilere dayanan fosil yakıt oluşum sürecini anlatarak sözlerini şu şekilde noktaladı:
“İlk ağaç türleri yaklaşık 400 milyon yıl önce Karbonifer dönemde ortaya çıktı. O dönemde mantarlar ve bakteriler henüz ağaçların dayanıklı lignin yapısını etkili bir şekilde parçalayacak enzimleri geliştirmemişti. Bu nedenle ölü ağaçların gövdeleri doğal olarak ayrışamıyordu ve çürüme süreci çok yavaştı. Bu süreçte ölen ağaçlar, oksijensiz bataklık ortamlarında üst üste birikmeye başladı. Bataklıklar, düşük oksijenli ortamlarıyla çürümeyi daha da yavaşlatıyordu. Zamanla bu bitkisel kalıntılar tabakalar halinde birikerek basınç ve sıcaklık altında sıkıştılar. Bu süreç, organik materyalin kimyasal yapısını değiştirdi. Böylece milyonlarca yıl içinde, karbon açısından zengin kömür yatakları ve petrol rezervleri oluştu.”