20 yıl karanlıkta yaşadı, her şeyi pembe yaptı! 'Cıvıl cıvıl görünüyor ancak bir kanepem bile yok'
Pembe aşkıyla doğdu, pembe aşkıyla yaş aldı. Pembe renkli eşyalar alamasa da daha çocuk yaşta annesinin dokumalarından kalan bez parçalarıyla kendine oyuncak bebekler yaptı. Penceresiz, karanlık bir evde 20 yılını geçirdi ama yine de hayata pembe tarafından bakmayı başardı. Sakine Akkul, dışarıdan cıvıl cıvıl gözüken 75 senelik hayatını, SEN ANLAT için anlattı.
Melike Sarıkaya/ Milliyet.com.tr – Sakine Akkul 75 sene önce Isparta’da dünyaya geldi. Çiftçi bir ailenin kızı olan Sakine Akkul, yoksul bir hayat geçirdi ve hevesleri içinde kalarak büyüdü. Çocukluğun da verdiği neşeyle pembe rengini gördükçe heyecanlanan Sakine Akkul, halı işleyen annesinden kalan bez parçalarıyla kendine bebekler yaparak mutlu oldu. Yoksulluk sebebiyle çoğu isteğini gerçekleştirememiş Sakine Akkul’un pembe aşkı, siyah beyaz bir televizyonda çalan Barış Manço’nun Gülpembe şarkısıyla daha da alevlendi. 75 senelik hayatında evi için her şeyi yapmış ama bir koltuk sahibi bile olamamış Sakine Akkul, zorlu yaşam mücadelesini ‘SEN ANLAT’ için anlattı.
'PEMBE CEKET İSTERDİM'
Sakine Akkul, 1950 yılında Isparta’da dünyaya gözlerini açtı. Çiftçi bir ailenin kızı olan Akkul, pembe rengiyle ilk karşılaştığında adeta tutulmuştu. Herkes gibi heyecanlı ve istekleri olan bir çocukken, Akkul maddi imkânsızlıklar sebebiyle isteklerini dile getiremiyordu. İmkânsızlıkların daha da büyüttüğü pembe aşkıyla her şeyi el emeğiyle yapan bir çocuk olarak yaşıtlarının arasından sıyrıldı. Annesinden arta kalan bez parçalarıyla yaptığı oyuncakları ise Sakine Akkul şöyle anlatıyor:
“Pembe aşkım 7 yaşında, çocukluktan başladı. Annem halı işlerdi. Anneme ‘anne bana çaput ver’ derdim. Annem de ‘ne yapacaksın’ diye sorardı. ‘Dikeceğim, bebek yapacağım derdim’ annem hiç aldırış etmezdi. Sonra ben ağlamaya başlardım. Annemde pembe çaput bulur bana da verirdi. Annemin arkasına oturur bebek dikerdim. Komşular gelip ‘Senin kızının eline yakışıyor, bizimkiler neden böyle değil’ derdi hep. Çiftçilik yapıyordu ailem. Giyim, kuşam yoktu. Ekmek bulamıyordu. İçim kükrüyordu pembe için ama mümkün değildi anneme babama ‘Pembe çaput al, onla bir şeyler dikeyim’ demek, boya istemek mümkün değildi. Çünkü işler bizi bekliyordu.”
Akkul’un pembe aşkı bez bebeklerle sınırlı kalmamıştı. Akkul, zamanla daha da artan bu pembe aşkıyla bebekleri aşıp taşlar, kayalar boyamaya başlayacaktı.
Sakine Akkul isteklerine, hayallerine kolaylıkla erişebilen çocuklardan değildi. Onun için en ufak bir kıyafet demek, ona dünyaları vermekten farksızdı. Çünkü maddi imkânsızlıklar, onun isteklerini gerçekleştirmesine engel oluyordu. Sakine Akkul’u en mutlu günlerden biri babasının pembe ceket alarak eve geldiği gündü. O günü anlatan Sakine Akkul, “Güzel bir şey gördüğümde içim giderdi. Anneme babama diyemezdim, yokluk vardı. Biz ilçede otururduk. Babam Isparta merkeze giderdi. Baba bana pembe çorap al desem, para yok. Bayram gelirdi. ‘Sana ne alayım kızım’ derdi babam. Pembe ceket isterdim. ‘Pembe olmazsa giymem’ derdim. Bir gün ceket almış ama kırmızıya benzer bir renk almış. Pembe değil diye ağlamaya başladım. Babam pespembe ceket bulana kadar uğraşmış sonra. Bana pembe ceket alıp gelmiş. Sevinçten giydim çıkardım sürekli. Gece yatakta yastığımın altına koydum, uyandıkça ona dokunmak istedim. Bayram oldu onu giyindim” ifadelerini kullandı.
KARANLIĞIN ‘İÇİNDE’ 20 YIL
Sakine Akkul büyüdü ve evlendi. 20 yıl eşinin ailesiyle beraber yaşadı. Maddi imkânsızlıklar evlendiğinde de devam etti. Adeta hayatına yapışmış gibiydi. Öyle ki eşinin ailesiyle yaşarken yokluk sebebiyle sık sık duş dahi alamıyorlardı. Bu şekilde 20 yıl yaşadıktan sonra kendi evlerine yerleştiği dönem hakkında konuşan Akkul, “Evlendiğimde eşim boyama yapmama ve pembe aşkıma hiç karışmadı. Eşim ‘Gönlün hoş olsun da nasıl istersen öyle yap’ derdi. Eşimin ailesiyle yaşıyorduk. Kayınvalidemle ve kayınpederimle yaşarken evi pembeye boyamak mümkün mü? Eşimin ailesiyle 20 sene yaşadım. Köyde elektrik bile yoktu. Banyo yoktu. Kazanda çamaşır yıkardık. Sık sık duş bile alamazdık yokluktan. Kayınvalidemlerin evinin yanında ev vardı, bize orayı aldılar. Penceresi bile yoktu evin. Eve girdiğimizde eşyaları göremiyorduk. Çocuklarım oldu, beşiğine yatıracakken çocuğumun yüzünü bulamıyordum. O şekilde 20 sene yaşadım. Sonra o ev yandı. Ben evde değildim, o sırada ablamın yanındaydım. Bir iğnem bile çıkmadı yanan evden. Eşim yurtdışında çalışır gelirdi, eve para bırakırdı. Ben gider pembe bardaklar, pembe tabaklar, pembe eşyalar alırdım hep. Ben orayı aldığımda komşularım evime bakmaya gelirdi hep. Çok güzel yapmıştım evi, cıvıl cıvıl olmuştu. Sonra evimiz yanınca bunların hepsi gitti” dedi.
Yanan evinin ardından köylülerin desteğiyle dağların eteğinde, eski bir eve yerleşen Sakine Akkul, bu eve yerleştiğinde hiçbir şeye sahip değildi. Eşi, evin eksikliklerini tamamlamak için dışarı gitti. Eşyalar eski de olsa Akkul’un işini görüyordu. Yiyecek ve pişecekleri komşularının getirdiğini söyleyen Akkul, onların desteği olmasaydı bu süreci zor atlatacağını aktardı. Kayınvalidesinin ekmiş olduğu gül bahçesine bakıp ağladığını kaydeden Akkul, “Eşim çalışmak için İran’a gitti. 2 yıl boyunca hiç görüşmedik. Biraz para kazanmaya başlayınca oturduğumuz evi işlemeye başladık. Eşim demirleri atıp evin zeminini yapmaya başladıktan sonra para olmadığı için yine gitti. Ben de el halısı işliyordum, oğlan satıp geliyordu. Ev sahibi, ev eski diye kira almıyordu. Biz bu evi yaptık, penceresi yoktu. 15 sene bu evde sıvası, penceresi olmadan yaşadım, tuğlasıyla. Pencerelere tahta çaktık, öyle uyurduk. Komşularla eşimi aradık ‘gel artık’ dedim. Bunaldığımı söyledim. Bir odanın sıvasını yaptık oraya da soba kurduk. Banyo bile yoktu evde. Evimin arka tarafı gül bahçesiydi. Gülleri kayınvalidem ekmişti. O güllere bakıp ağlardım. Dua ederdim Allah’a, bu evi güllerin rengine boyayım isterdim. Kayınvalidem gülleri toplayıp giderdi, bu beton evde ne yapacaksınız diye hiç sormazdı. Elimizden tutmadılar bizim. Eşime dedim ki ‘Evi sıvamadık, eşyalar kötü oluyor çimentonun üstünde’. Sonra malzemeleri aldık, evi sıvadık. Sıvacılar gidecekti, para yoktu sıvacılara vermek için” dedi.
Sakine Akkul, eline geçen az miktarda parayla dahi pembe eşyalar aldığını söyledi. Pembe bir eşya almadığı takdirde rahat uyuyamadığını dile getiren Akkul, “Ne zaman çarşıya gitsem pembe bir şey almadan gelmezdim. Bir tek pembe bir şey almasam bir sonraki çarşıya gidene kadar uyuyamazdım. Para yoktu ama kısıyordum bazı şeylerden. Eşim şoförlük yapmaya başlamıştı. Her gidip geldiğinde evi daha da güzelleşmiş görürdü. Moral verirdi. Eşim biraz para kazanmaya başlayınca, ben de birikim yapmaya başladım. Biriktirdiklerimle pembe boya aldırdım oğluma. Kovaya döküp boyamaya başladım. Fırça aldım elime ve bir odayı boyadım. Cennet gibi oldu, pespembe. Çocuklarım, ‘Anne ne güzel yaptın’ deyip durdu” diyerek yaşadığı mutluluğu paylaştı.
Hiçbir rengi pembe kadar sevmediğini vurgulayan Akkul, “Mavi, beyaz, mor... Bir sürü renk var. Hiçbirini sevmiyorum ama ben. Eşimin aldığı siyah beyaz televizyondan açıp Barış Manço’yu dinlerdim. Gülpembe diye bir şarkısı vardı. ‘Sen de ben gibisin’ derdim dinledikçe. Benim pembeye olan aşkımı, bu şarkı daha da artırdı” diye konuştu.
72 SENELİK ÖMRÜNDE, EVİNDE HİÇ KANEPESİ OLMADI
Sakine Akkul, imkânsızlıkların içinde kendi imkânını var ederek üretkenliğini daha da artırdı. Herkesin hayranlıkla baktığı, dışarıdan cıvıl cıvıl gözüken hayatını Sakine Akkul şu sözlerle anlattı:
“Kimseye bakıp kimseden öğrenmeden, çaputları muska şeklinde kesip iğneyle dizdim ve astım. Birisi gördü ve köye yayıldı. Çok güzel olmuştu, herkes bizim eve geliyordu. Herkes benim bunu yapmamı istiyordu. Yüzüm güleçtir, yapıyordum isteyenlere. O yokluğumun içinde hiçbirinden 5 kuruş almadım. Onlar da naylon çiçek bile bulsa bana getirirlerdi ben değerlendiririm diye. Artan boyalarla bu evi böyle süsledim. Zamanla kendim de boya aldım. Çarşıdan ucuz, solgun çiçekleri alır eve gelir boyardım. Zaten evvelden içim pembeye kükrüyordu. Yaptıkça iyice yaptım. Heveslendim, gözlerim ay gibi açıldı. Dünyam bir dünya oldu. Karışan yoktu, eşim vefat ettikten sonra keyfim nasıl istediyse öyle oldu. Dışardan cıvıl cıvıl gözüküyor ama içeriyi ben biliyorum. İki tane yorganımdan başka bir şeyim yok, korkuyorum bir misafir gelecek diye. Bu yaşıma geldim, hiç evimde koltuk olmadı. Çok istiyorum bir kanepem olsun, koltuğum olsun, halım olsun. Hiçbiri yok. Tahta somya var, üstünde yatıyorum belim çok acıyor artık. Bu dünyada herkes her şeyi alıp yaptı. Ben hiçbir şey görmedim. İçeri gidip ağlıyorum bazen. Eşim öldükten sonra eşime ait çok borç ödedim. Eve para getiren eşin olmayınca, köylülerden de destek gelmeyince kendimi toplayamıyorum.