Güzel sonbahar bahçesinde kucağında kedisi Ayşe ile poz verirken kendiyle dalga geçiyor: "Okurlar, ‘Attan kediye düşmüş’ diyecekler." İkinci baharındaki çok şahsiyetle röportaj yaptım. 50’sini aşmış, erkek Türkiye ünlüleri röportaj sırasında öyle kasım kasım kasılır, öyle şişerler, şişinirler ki, aman ha patlarlar korkusuyla iğnelememeye çalışırım onları. Bu adamlarda rastladığım o bugünü horlama, geçmişi ve böyle davrandıkça iddialarının tersine geçmişte kaldığını ortaya serdikleri kendilerini yüceltme tavrından Cüneyt Arkın’da eser bulamazsınız. O kendisine gülüp güldürdükçe günümüzün adamı olarak kalıyor. Gülmek şimdiki zaman kipindedir çünkü.
Mutfakta Handan ve Hamiyet isimli iki yardımcısıyla bıcır bıcır akşam gelecek misafirler için
yemek hazırlayan Betül hanımdan bahsederken de şöyle diyor Arkın: "Ben akıllı adamım. Karım ne derse ‘Nevet’ derim." Ah, işte bu N’ler. Onun filmlerini seyrederken kendimizi oynadığı karaktere ne kadar kaptırırsak kaptıralım, bu "Nayır, nolamazöları duyduğumuz an Cüneyt Arkın’la yüzleşiriz. Onun hafifliğiyle. Bu N’ler bize hayatın da sinemanın da işte bu kadar hafif olduğunu hatırlatır bir kez daha. Fazla ciddiye almaya, kendimizi kaptırmaya gelmez. N’ler Arkın’ın el yordamıyla bulunmuş yabancılaştırma efektleridir.
Belki de bu hafifliğinden ötürü Cüneyt Arkın’ın, Cemal Süreya’nın en yakın dostlarından olduğunu, İkinci Yeni şairlerinin yazdığı edebiyat dergilerinde şiirlerinin, hikayelerinin yayımlandığını, her ne kadar sağ siyaset defalarca onu sahiplenmeye çalışsa da ne denli derinlikli toplumcu görüşleri olduğu bilinmez.
Ama işte tam da yine bu hafifliğinden ötürü gençler "Clarkçı" ya da "İzmci" aktörleri değil Cüneyt Arkın’ı bir kült seviyesine taşıyorlar bugün.
Underground sinemalarda onun
"kimine göre kitsch" filmleri için özel gösterimler düzenleniyor, posterleri Atlas Pasajı gibi altkültür çarşılarında açık artırmayla satılıyor.
Cüneyt abi, hiç kendini zorlamadan hâlâ popüler kültür dünyamıza nimzasını natıyor duruyor.
Dün (perşembe) politik tercihinizi deklare ettiğinizde, yazı işleri toplantısında birçok arkadaş "Cüneyt Arkın sağcı değil miydi?" dedi. Siz hep bu denli soldaydınız da biz mi bilmiyorduk ya da siyasi görüşünüz yeni mi değişti?
Sekiz-dokuz yıldır Anadolu’yu dolaşıyorum. Televizyon programıyla başladım dolaşmaya, şimdi de "Alkol ve Uyuşturucuyla Mücadele Konferansları" için gidiyorum. Şu izlenimleri topladım: Bir; Türk halkı, özellikle de gençler bildik siyaset ve siyasetçilere karşı kin ve öfke içinde. İki; gençler mutsuz. Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı artıyor. Üç; Anadolu gençliği kültür emperyalizminden çok rahatsız. Kültür emperyalizmi kafalarını karıştırmış gençlerin. İşte benim "Kahpe Bizans" dediğim bu. Türkiye’nin gençliğini, geleceğini yok etmek isteyen güçler. Kültürünü, dilini. Bu yüzden, "Kahpe Bizans’la mücadele etmek için" diyerek hangi partiye oy vereceğimi deklare ettim. (
Seçim yasakları nedeniyle Arkın’ın oy vereceğini açıkladığı sol ve anti-emperyalist söylemli partinin ismini veremiyorum.)
"Dünyayı Kurtaran Adam filmi göle maya çalmaktı"Kültür emperyalizmi konusundaki hassasiyetinizi sizin için özel bir neden söz konusuymuş gibi fazla vurguluyorsunuz.
Tabii. Baba Bush’un Özal’a yazdığı mektuplar ortada; "10 sinemanızdan dokuzunda benim filmlerim, birinde sizin filminiz oynayacak" diyor. Sonra mesela bir sürü iyi film yapar bir sanatçı; Avrupalı, Amerikalı ilgilenmez ama çocuğunu kesen bir adamın hayatını çeker (Atıf Yılmaz’ın "Adak" filmini kastediyor), hepsi üşüşürler. Türkiye’nin anasını belleyen bir roman yazsın adam, yurtdışında en iyi yazar seçilir. Yılmaz (Güney) çok iyi niyetli olduğu için orada aldatıldı mesela biraz. Bana da geldiler, "Şunları, şunları yap, biz seni burada baş tacı ederiz" dediler.
"Alkol ve Uyuşturucuyla Mücadele Konferansları" dediniz. Bu konudaki duyarlılığınız geçmişinizle mi ilintili?
Evet. Bir dönem bir alkol sorunum oldu. Bugün benim çabalarımla Anadolu’nun dört bir yanında "Alkol ve Uyuşturucuyla Mücadele Dernekleri" kurdu gençler. Çünkü Anadolu kapalı bir toplum. Bir genç alkol ya da uyuşturucu bağımlısı oldu mu, ailesi, okulu onu hemen "naşlatıyor" (Argoda "gitmek" anlamına gelen "naşlamak" fiilinden türetilmiş "göndermek" anlamında kullanılan sözcük). Tespitlerimi rapor halinde yetkili mercilere sunuyorum. Onlar da arşivlere kaldırıyor.
Sadece Anadolu gençliği ile değil büyük kentlerin Batıcıl gençliği ile de bağlarınız sıkı ama. Eski filmlerinizin, film afişlerinizin koleksiyonlarını yapıyor, repliklerinizi birbirlerine mesaj olarak atıyorlar. Bu ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Beni son dönemlerde fark etti gençler. Boğaziçi Üniversitesi’ne çağırdılar, orada bir afiş gördüm, benim "Kara Murat" filmimin afişi; "Bilmem ne film utançla takdim eder" diye yazmış sinema kulübü. Tabii hepsi zengin çocukları. Ama şimdi Türkiye’nin gerçeklerini onlar da fark edince bir daha çağırdılar, bu sefer "Gururla takdim ederiz" yazmışlar. Bu ilginin nedeni şu aslında: Bu gençler sadece Batı’dan gelen şeyleri benimsiyorlar. Benim sinemamı küçümsüyorlar. Neden? Çünkü benim filmlerimde zengin erkek-fakir kız oluyor. Yahu, "Titanic"in, "Love Storyönin konusu neydi? Benim o "Dünyayı Kurtaran Adam" filmim mesela tam bir Nasreddin Hoca hikayesidir. Göle maya çalmak gibi bir şey. Türk sinemasında bir bilimkurgu. Ama bizim gençlerimiz, aydınlarımız için sadece Hıristiyan bir beyaz güçlüdür, bilgilidir.
"Beni sağcısı da, solcusu da, aydını da yalnız bıraktı"Ama yine de hoşunuza gidiyordur Atlas Pasajı’ndaki rock’çıların, altkültür gruplarının afişlerinizi kapışması, değil mi?
Bu tür bir idol haline gelmek pek hoşuma gitmiyor aslında. 400 film çekmişim, "Gurbet Kuşları", "Vatandaş Rıza" gibi filmlerim nedense gösterilmiyor, durup durup "Dünyayı Kurtaran Adam"ı, "Kara Murat"ı gösteriyorlar. Ben Türk halkının beni samimi olarak sevmesi; abisi, babası gibi kucaklaması ile ilgileniyorum. Beni sağcısı da, solcusu da, aydını da yalnız bıraktı ama halk bırakmadı.
Tipinizin uygun olmasına rağmen neden jön ya da salon erkeği oynamayı bırakıp avantür filmlere yöneldiniz? Neydi sizi çeken?
Hayat baktım tüm dünyada başka bir devinim içinde. Zaten jön olarak görevimi yapmıştım. Kendimi yenilemek istiyordum. Bizim toplumumuzun "Leyla ile Mecnun", "Kerem ile Aslı" gibi çok derin aşk öykülerinin yanında biz ne kadar aşk filmi çekebilirdik ki? Yurtdışına gittiğimde sinemanın aksiyona yöneldiğini görüyordum. 80’lere doğru Türkiye’nin temposu da hızlanmıştı. Sinema bu tempoya uymalıydı.
Peki, 80’lere doğru Türkiye’de politik, sol sinema da bir alternatif olamaz mıydı kendini yenilemek isteyen Cüneyt Arkın için?
Ben o dönemde arkadaşlarım Cemal Süreya, Fakir Baykurt için kaygılanıyordum. Bir sürü arkadaşım gördükleri işkencelerde kaybolup gittiler. Evet, o dönemde önüne gelen solcu oldu. Hürriyet, Milliyet gazetesini bile okumadan solcu oldular. Ben o zaman şunu derdim: "Bu filmler tarihe belge olarak kalacak. İleride hesap sorulabilir sizden."
Alkole o dönemde mi alıştınız?
Hayır, daha önce. O kadar çok film çekiyordum ki. Yorulmuştum. Bedenen değil ruhen. Günde birkaç karaktere girmemiz gerekiyordu. Eğitimli de olmadığımız için her rolü ruhumuzu deşip çıkarıyorduk. Ünlüydük ama sosyal hayata zaman bulamıyorduk. "Niye o kadar çalışıyordun o halde?" diye soracaksın, ama bu öyle bir çark ki. Sonra yönetmenlerin baskısı da eziyor insanı. Kemal Sunal’ın kalbi niye iflas etti ki? Adamın ruhunu söküp aldılar çalıştıra çalıştıra.
"İnsanlara kusurlarımı göstermeyi seviyorum"Siz Kadir İnanır gibi kadınların üstüne de oynamadınız bunca yakışıklılığınıza rağmen; neden? Doğru dürüst bir sevişme sahnenizi bile hatırlamıyorum. Bir tek "Maden" filminde külotla duş yaptınız.
Benim kuşağım başkaydı. Biz parayı da bilmedik, öyle kadınları cezbetmeyi de. Ne demek seks? Ben film çekmekten aynaya bakmaya vakit bulamıyordum ki? Seksin ne olduğunu bilseydik de yapmazdık ya. Duş sahnesinin o zaman gazetelere yansıması da beni üzmüştü. Sevmiyorum bu tür sahneleri. Ekmek bulduğunda bayram yapan insanların, çocukların olduğu bir ülkede Allah rızası için sinema, medya bu tür konularla ilgilenmesin.
O "nayır, nolamazölarla oynamayı sevdiniz. Sahiplendiniz seyircinin dalga geçtiği o telaffuzu, değil mi?
Ben birçok şeyi aştım. Kendimle dalga geçmeye bayılıyorum. Bu kendiyle barışıklık sağlıyor insana. Kusurlarımı göstermeyi seviyorum insanlara. Evde karım, çocuklar bile dalga geçer bazen benle. Ciddileştiğimde, "Bakın, yine Cüneyt Arkın oldu babam" derler. "Hangi filmden bu bakış?" derler.
"Kompleksleri olan insan benim için mükemmeldir"Asıl adınız Fahrettin Cüreklibatur. Soyadınıza da bıyık altından gülünür nedense. Ne demek Cüreklibatur?
Biz Kırımlıyız. Cürekli, yürekli demek. Batur da kahraman.
Geçmişinize baktığınızda herhangi bir pişmanlık duyuyor musunuz?
Ben zaten "Ben mükemmelim, tamamım" diyen bir insanla sohbet etmem. Hataları, kompleksleri olan insan benim için mükemmel insandır. Onunla her şey konuşulur.
Karınız Betül hanımı üzmediniz, değil mi?
Betül hanım büyük bir sabır gösterdi. Devamlı gazetelerde haberler çıkıyor, eve telefonlar geliyordu. Topağacı’nda yetişmiş, kolejde okumuş bir kız Betül. Ama bir gün o evde yemek yapıyor, ben salata hazırlıyorum. Bir
telefon geldi, "Sen evde yemek yap, Cüneyt benimle" diyen bir kadından. O zaman anladı ki bu telefonları önemsememek lazım.
"Evlilik cennettir ama cehennem de olabilir"Sizin yaşınızdaki ünlü erkeklerin karıları röportaj sırasında müdahale ederler. Hatta röportaj yaptığım kocalarından daha dominant, etkin olmaya çalışırlar. Bakıyorum, Betül hanım sizi rahat bırakıyor.
Bir tek fotoğrafım çekilirken karışır. "Saçını düzelt" der. Bir de kaşlarım bazen çok uzuyor, uyurken kesiyor. Kızıyorum. Evlilik yeryüzünde cennettir. Bazen de cehennem oluyor.
Televizyondaki "Karaoğlan" dizisini nasıl buluyorsunuz?
Benim 29 tane kavgacı arkadaşım olurdu. Bu bahçeyi açardık, şurada trambolin, barfiks, filmden 15 gün evvel toplanırdık; kavga sahnelerini çalışır, en estetik, en yiğit hale getirirdik. Kazak sirkinde bir yıla yakın çalıştım. Karate çıktı, siyah kuşağa kadar yaptım. Bu diziyi çekmeden önce bir bakmalıydılar, Cüneyt Arkın nasıl kılıç çekmiş. O çocuk bu filme başlamadan önce bir de karate çalışmalıydı. Karate bale gibidir, vücudu esnetir. Ama çalışmıyor gençler.
Bu trambolinler, karate falan sizdeki beden bilincine işaret ediyor. Halbuki Türk filmlerinde erkek oyuncular daha çok yüzleriyle ve kaskatı bir vücutla oynarlar, değil mi?
Evet, doğru. Türk oyuncularının çoğu kavga da edemez, ellerini kullanamaz. Ama Marlon Brando yakın plan da oynasa, yüz ifadesine göre vücudu da değişir. O denli esnektir.