YÖK Başkanı Yekta Saraç yükseköğretim konusunda deneyimli ve bir o kadar da donanımlı bir isim.
Yıllarca YÖK üyeliği yaptı, yükseköğretime ve sorunlara vakıf olduktan sonra bu makama geldi.
Üniversitelerin ve yükseköğretimin genel sorunlarını çok yakından biliyor.
Daha da önemlisi, bu sorunların çözümü ve dibe vuran kalitenin yükseltilmesi için samimi bir çaba içerisinde.
Bu çerçevede bir dizi kararlar alıyor.
Yeni projelerini alkışlayanlar da var, temkinli karşılayanlar da...
Çok sayıda, dünyada örneği olan kurullar oluşturdu.
Yani YÖK içinde yeni minik YÖK’ler yaratıldı!
Umarız, bu yeni yapılanma hem YÖK’e hem de yükseköğretime bir dinamizm getirir...
Dünya ekonomisine yön veren ülkelerin pek çoğunda üniversitelere yeni bir misyon yüklendi.
O da inovasyon, bölgesel kalkınma ve üretim!
Bizimkiler, şu anda sadece tüketici konumdalar.
Bırakın yarattıkları katma değeri, kendileri için harcanan kaynakları bile karşılayamıyorlar.
Yaptıkları tek iş, öğrenci sırtından kaynak yaratmak.
Akademik unvan almanın ötesinde hiçbir işe yaramayan yayınlarla, ürüne dönüşmeyen patentlerle, kentsel ya da bölgesel kalkınmaya zerre kadar katkısı olmayan at gözlüklü bakış açısıyla, ne kadar reform yaparsanız yapın, bir işe yaramaz.
Nitekim yaramıyor da...
Ayinesi iştir kişinin!
YÖK’ün kalite ve akreditasyon konusunda yaptıklarını canı gönülden kutluyoruz.
Keşke aynı titizliği;
YÖK üyeleri atanırken de,
Yeni üniversiteler kurulurken de,
Enstitülere mastır ve doktora izni verilirken de,
Dekan ve rektör belirlenirken de gösterse!
İşte o zaman çok daha inandırıcı olur...
75 yaş sınırı!
Alınan tüm kararları önümüzdeki süreçte tek tek irdeleyeceğiz ama biri var ki çok önemli.
İsterseniz gelin önce genç akademisyenlerin bu konudaki serzenişlerine bir göz atalım.
Sonra da uzayan insan ömrüne ilişkin birkaç söz de biz söyleyelim:
“YÖK devrim niteliğinde kararlar almış. Bunlardan biri, profesörler 75 yaşına kadar sözleşmeli olarak çalışabilecekmiş.
Ben 20 yıldır üniversitelerde çalışıyorum. Bu karar şu demektir:
Profesör olduktan sonra hiçbir şey üretemeyen, bütün personelin ‘Şu hoca artık emekli olsa da kurtulsak dediği profesörlere, 8 yıl daha katlanmak’ demektir.
YÖK böyle bir karar alacağına, doktora seviyesindeki elemanların sayısını nasıl artırabiliriz diye çok daha farklı projeler üretseydi, daha iyi olurdu.
Çünkü kişiler, doçent olduktan sonra, kendilerini rölantiye alarak, beş yılı doldurup, profesör olmayı, ondan sonra da odalarında istirahat etmeyi yeğliyorlar...”
Doğru mu, yanlış mı?
Yukarıdaki görüşe katılan olur mu olmaz mı diye hiç sormayacağım, çünkü özellikle genç akademisyenlerin bu görüşte olduğunu çok iyi biliyorum.
Ama benzeri eleştiri herkes için geçerli. İlle de 70’li yaşlarda olmaları gerekmez.
30’lu, 40’lı yaşlarda olup da çok daha bezgin akademisyenleri çok gördük.
Yine aynı şekilde, 70’ine gelse de üretkenliğinden zerre kadar kaybetmeyeni de.
Kaldı ki 60’lı, 70’li yaşlar artık pek çok kişi ve meslek için orta yaş sayılıyor.
Çünkü hem enerjilerinden bir şey kaybetmiyorlar hem de birikimleri yaşlarının önüne geçiyor.
Asıl üzücü olan ise hiçbir katma değer yaratmadan kadroları işgal eden hocalar ve onlara karşı çok acımasız davranan alt kadrolar. Umarız, aynı yaşlara geldiklerinde kendileri de o duruma düşmezler!..
Ha bu arada, vakıf üniversitelerinin, yasal zorunlulukları yerine getirmek için yaşlı hocaları sadece görüntü olarak kullanmalarına da izin vermemek gerekir. Hem onlara, hem akademik unvanlarına, hem de kandırılan YÖK’e ayıp oluyor!..
Özetin özeti: Bize devrim değil, üretim gerek. Kendisini bile yürütemeyen üniversitelere lokomotif görevi veren, söylemleri ile yaptıkları birbiriyle çelişen, sessiz devrimler gerçekleştiren bir YÖK değil, motivasyonu ve üretimiyle dünyayı ayağa kaldıran bir YÖK istiyoruz.