Hemen her konuda o kadar çok sorun yaşanıyor ve herkesin önceliği o kadar farklı ki bu yüzden de hiçbirine sıra gelmiyor.
Ele alınan konular ya kerhen ele alınıyor ya da çözüme yönelik olmuyor.
Anlayacağınız, günü kurtarmanın ötesine geçemiyor. Ama bu pes etmemiz anlamına gelmemeli.
Örneğin, “Poşet tartışması üç gün sonra biter” diyenlere, “Liyakat mi, o da ne?” diye dalga geçenlere, üniversitelerde boş kalan kontenjanlara seyirci kalanlar, ne olur artık gözlerimizi, kulaklarımızı kapamayalım, ağzımızı mühürlemeyelim. Yoksa çocuklarımıza bırakacağımız dünya kesinlikle bugünü de aratacaktır!..
İstihdama dayalı kontenjan!
YÖK, istihdam odaklı kontenjan belirlenmesi için Yükseköğretim Programları Danışma Kurulu toplantısı yapmış.
Yani, kontenjanlar artık keyfe keder değil, ihtiyaca göre belirlenecekmiş.
Kulağa hoş geliyor ama bekleyip görmek gerek!..
Yükseköğretim Programları Danışma Kurulu toplantısına, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nden temsilciler katılmış.
Uygulamada ne kadar yararlı olabilirler, çok merak ediyorum!.
Örneğin siyasilerin dayattığı, YÖK’ün de öğrenime başlama izni verdiği yüzlerce fakülte ve yüksekokul var.
Hatta pek çoğuna tek kayıt dahi yapılmıyor.
Şimdi bu kurul yüz binlerce işsiz mezunu olan fakülte ve yüksekokullara öğrenci alınmasına karşı çıkarsa ne olacak?
Kapılarına kilit mi vurulacak yoksa aynen yola devam mı edilecek?
Keşke ilk başta yapılması gerekenler en son yapılmasa ama nerdeee...
Neden önemli?
Hak edenin hakkını almasına, işe alımlarda ya da terfilerde, liyakatin en önemli referans olması gerektiğine kim karşı çıkabilir ki?
Doğru olanın liyakat olduğundan kimsenin kuşkusu yok ama iş uygulamaya gelince, hele ki kendileri ya da yakınları söz konusu olunca, akan sular duruyor.
Bu yanlıştan kurtulmak zorundayız. Çünkü bir kişiyi sevindirirken, binlerce kişinin güvenini kaybediyoruz.
Hak, hukuk, adalet ve liyakati yaşam biçimi haline getirmeden, onu içselleştirmeden, attığımız her adım, bırakın başkalarını, en fazla sizi, bizi üzer.
Çünkü hak etmediği makama paraşütle gelenlerin zarar verdikleri kişilerin başında, kendilerini o makama atayanlar geliyor!..
İşte size liyakatin yerle bir olduğuna ilişkin bir örnek:
“Çalıştığım fakültede, yurt dışında defalarca kongrelere katılan, fakülteyi onur derecesiyle bitiren bir akademisyenin bölüm başkanı olması gerekirken, onun yerine, dekanın arkadaşı olan ve sonradan profesör yapılan birisi öne geçirilerek bölüm başkanı yapıldı. Bunun gibi pek çok örneği ve fakültelerde artık had safhaya ulaşan bu haksızlıkları, herkesin ve özellikle YÖK’ün düşünmesi gerekir. Bölüm başkanlığını hak eden akademisyenin küstürülmesi, proje üretmez hale ve adeta bankamatik memuru haline getirilmesi artık sıradan bir hal aldı. Belki de işin en acı yönü, rektörlerin de bu duruma sessiz kalarak haksızlığa göz yumması...”
Hani ülkemizde üniversitelerde liyakate önem verilecekti?..
Çevreyi koruma
Çevreyi korumanın yasaklar, paralı poşet ya da cezalardan değil, ancak ve ancak doğru bilinçlendirmeyle gerçekleşebileceğini acaba ne zaman anlayacağız?..
Çocuklarımıza evde ve özellikle de okullarda her şeyden önce kazandıracağımız değerlerden biri de bu olmalı.
Bir zamanların çocuk sigara avcıları vardı. Sigaranın azaltılmasında çok etkili olmuşlardı. Keşke şimdi de poşet avcıları olarak yola devam etseler, ne güzel olur!...
Özetin özeti: İnanırsak, her şeyi başarabiliriz...