Medeniyetin olmazsa olmazlarından biri de yaşam kalitesidir.
Yediğiniz ekmekten içtiğiniz suya, çalışma koşullarınızdan eğitim sistemine, kaldırım yüksekliğinizden korna sesine, evinizdeki çöp kutusu sayısından politikacıların politikada kalış süresine, Yargıtay’dan dönen dosya sayısından sınavlardaki yanlış sorulara, kişi başına düşen eğitim süresinden kişi başına düşen yeşil alanlara, gazete tirajlarından izlenen dizilere, kitap satışlarından telefonla konuşma sürelerine daha pek çok kriter de yaşam kalitemizi belirler.
Para ve güç, bu kriterler arasında belki de en alt sıralarda yer alır. Ama siz onu alır ilk sıraya oturtursanız, işte o zaman, onun adı kalite değil, kendini kandırma olur.
Para ya da makamın, mevkinin verdiği güçle her şeyi yapabileceğine, her şeyi satın alabileceğine inananlar, şaşalı bir yaşama sahip olduklarında, yaşam kalitelerinin arttığını, hatta tavan yaptığını sanırlar.
Ve bununla da övünür, ballandıra ballandıra anlatırlar...
Oysa zaten olmayan yaşam kalitelerini daha da dibe vurdurur, farkında bile olmazlar...
Eğer terazi yanlışsa!
Doğru ölçüm için doğru ölçü aletleri gerekir.
Yanlış teraziyle doğru tartı yapamazsınız.
İşte bu yüzden, demokrasimizi, eğitim sistemimizi, yargımızı, medyamızı, belediye hizmetlerini değerlendirirken, sadece evrensel değerleri bilmek ve aramak yetmez!
Olaylara, yapılan ya da yapılmayanlara eğer objektif bakamıyorsanız, onları sorgulayamıyorsanız, bırakın yaşam kalitenizi yükseltmeyi, mevcut olanı da koruyamazsınız...
Hemen her konuda pek çok şeye üzülüyoruz ama belki de hiç farkında olmadığımız bir konu var ki asıl ona kahrolmalıyız.
Ama umurumuzda bile değil.
Ne mi?
Giderek sıradanlaşan ve dibe vuran yaşam kalitemizi zerre kadar ciddiye almayışımız.
Neredeyse hiçbir konuda doğru bir hizmet alamıyoruz.
Sanki sizi çıldırtmak için söz birliği yapmışçasına hepsi birden üzerinize üzerinize geliyor...
Sokağa çıktığınızda, şöyle derin bir nefes alın ve üç beş dakika çevrenizi izleyin. Ya da televizyonda haber veya dizi izlerken, içeriklerine bir göz atın.
Artık insanları çıldırtma noktasına getiren dijital yönlendirmeleri, trafiği, eve gelen ustayı, bindiğiniz toplu taşıma araçlarının sürücülerini yan gözle, farklı bir değerlendirin...
Beton yığınları arasında giderek yok olan yeşillerle, sokaklardaki izmaritlere, tükürüklere, elinizi boyayan gazetelere, park ve bahçelerdeki banklara, evlerin sıvasına, mimariye, trafik ışıklarını hiçe sayanlara bakın, bakın, bakın...
Belki de bu noktaya gelmemizin en önemli nedeni, bugüne kadar bakıp da hiç görmediklerimizdir...
Eğitimin görevi!
Müfredat programıyla ilgili bir bardak suda fırtınalar kopartılıyor. Yok öyle olmalıymış, yok böyle olmalıymış.
Hepsini toplasanız, bir incir çekirdeğini bile doldurmaz.
Adam gibi adam yetiştiriyor muyuz, önce ona bakalım.
İyi bir yurttaş mı, iyi bir insan mı, her ne yapıyorsa onu en iyi şekilde yapıyor, hakka, hukuka, doğaya, insan haklarına saygılı mı, önce onu öğretelim, önce onu sorgulayalım.
Çocuklarımız test manyağı yaptık, yetmedi, şimdi de toplumun en önemli değerlerini yok etmeye çalışıyoruz.
Yaşam kalitesinin olmadığı yerde hiçbir şeyin önemli olmadığını anladığımızda, umarız çok geç kalmış olmayız...
Özetin özeti: Bir şeyler yanlış gidiyor ama ne demeyeceğim çünkü cevabını hepimiz biliyoruz. Ve sorumluyu da sakın çok uzaklarda aramayın! Çünkü hepimiziz...