Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Hemen her konuda sahipsiziz.
Örneğin, gençlerin, eğitimin, çocukların bir sahibi var mı?
Evet demek çok zor.
Peki ya tarımın, hayvancılığın, toprağın bir sahibi var mı?
Evet demek mümkün değil.
Eskiden Hayrettin Karaca vardı.
O da artık görünmüyor...
Oysa tarım yoksa, gelecek de yok.
Tarım arazileri bir bir yok ediliyor, en verimli topraklarımız yağmalanıyor!
Erzurum Ovası’nın tam göbeğine üniversite bile kuruldu.
Öylesine bir akıl tutulması yaşıyoruz ki bu gidişat, gidişat değil.
Binlerce yıllık antik kentleri gezerken, bir de bu gözle bakın!
Tarım arazilerine kurulmuş, doğayı yağmalamış tek kent göremezsiniz.
Bu topraklar, dün bize miras kaldığı gibi, biz de yarın bizden sonraki nesillere miras bırakacağız.
Ve yaşamın olmazsa olmazı tarımsal ürünler yoksa, açlığa, sefalete, yoksulluğa hazır olun.
İşte o zaman, bugünkü beton yığınları için ah vah edeceğiz ama iş işten çoktan geçmiş olacak.
Tarım sit alanları
Tıpkı tarihi ve kültürel alanlarda olduğu gibi tarım alanlarını korumak için de sit alanları yaratılamaz mı?
Antik kalıntılar, nasıl ki tarihi sit alanıysa, binlerce yıldır bu coğrafyada yaşayanları doyuran topraklar da, tarım sit alanı ilan edilmez mi?
Neden? Çünkü tarım yapılan topraklarımız çok değerli ve giderek azalıyor.
İstanbul’u örnek alalım, Silivri’nin dışında neresi kaldı?
Orası da yağmacıların iştahını kabartıyor!
Bugün direniyor, peki ya yarın?
Türkiye, bizim gibi on ülkeyi daha besleyecek tarımsal bir altyapıya sahip ama nedense hâlâ bunun farkında değiliz.
Geçenlerde, Doğu ve Güneydoğu’ya minik bir tur yaptım, orta Anadolu topraklarından en az beş kat daha verimli ve insanlar hâlâ fakir.
Bunu anlamak mümkün değil.
Ve beton bloklar orada da çoktan yükselmeye başlamış!..
Organize tarım bölgeleri
Tarımsal alanları, bizdekinin onda biri kadar olan ülkeler, bizim on katımız ürün üretiyorsa, akıllı tarımdan başka çaremizin olmadığını artık görmemiz gerekiyor.
Tarımda öncü olan bölgeleri korumak ve kalkındırmak için Organize Tarım Sanayi Bölgeleri kurmak zorundayız.
Nasıl ki organize sanayi bölgeleri ve teknoparklar kuruluyorsa, organize tarım bölgeleri kurulma zamanı geldi de geçiyor.
Tarım teknolojilerini içeren inovasyon merkezleri olmadan, akıllı tarıma geçiş yapmak mümkün değil.
Sanayi, turizm, inşaat önemli de tarım önemsiz mi?
Üretim, pazarlama, tohumculuk ve ürün saklama teknikleri buralarda gelişmeyecek de nerede gelişecek?
Ne olur artık Ankara bu konuya kafa yorsun!
Tarımın partisi olmaz
Okula, camiye, kışlaya olduğu gibi tarlaya da siyaset giremez.
Çünkü tarım bizim ortak geleceğimizdir.
Yaşlı dünyamız çok büyük kıtlıklar yaşadı ve bir daha ne zaman yaşayacağı da hiç belli değil.
Peki, biz buna ne kadar hazırız?
Hadi yarattığı ekonomik katma değerleri ciddiye almıyoruz, hiç olmazsa varlığımızın devamı için bu işi ciddiye alalım.
Çitçilerin yaşadıkları mağduriyetleri ne olur artık görelim.
Gıda ürünlerinin ithalatından, mazot ve gübrede dışa bağımlılığa, tarım alanlarının ranta kurban edilmesinden, GDO’lu ürünlere kadar yapılan hataları ne olur artık ciddiye alalım, bu konuyu gündeme taşıyanlara kulak verelim.
Türkiye son 16 ayda gıda ürünleri ithalatına 12 milyar dolardan fazla para harcamış, bu rakam daha nerelere kadar çıkacak?
Çiftçiyi ve fiyatları disipline edeceğiz diye yapılan ithalat hataları daha nereye kadar devam edecek?
Fasulye, saman, domates, karpuz, mısır ithal etmenin mantığını anlayan var mı?
Köyü ve köylülüğü öldürdük, bu yetmedi, şimdi de tarımı ve çiftçiliği mi öldüreceğiz?
Tarımda dışa bağımlılık daha nereye kadar devam edecek?
Milletin efendisi!
Batılı çiftçi ve köylülerin yaşam standardı neden çok yüksek de bizimkiler yerlerde sürünüyor?
Gezi teknelerine, yatlara, ucuz mazot veriyor, pırlantada KDV’yi sıfırlıyoruz da, tarım ürünleri için neden aynı destekler yok?
Tohum Araştırma Merkezleri, Patates Araştırma Enstitüleri ve daha pek çok tarımsal kurum neden kapatıldı?
Onlar olmadan Milli Tohum nasıl geliştirilecek?
TİGEM’ler, Et ve Süt Kurumları, Toprak Mahsulleri Ofis’leri dün neydi, bugün ne hale geldi?
Peki ya giderek yağmalanan, yok olan meralarımız?
Hadi, kafamız dank etti diyelim, giden meralar, tarım alanları geri gelecek mi?
Kirlenmemiş toprağımız, zehirlenmemiş akarsuyumuz kaldı mı?
GDO’lu ürünleri ve ithal tohumcuları koruyacağız diye, kendi değerlerimizi daha ne kadar yok sayacağız?
Hangi bölgemizde, ne zaman hangi ürün yetişiyor; daha ne kadar devam edecek?
Bu konuda bir devlet politikamız ya da uzun vadeli planlarımız var mı?
Varsa ne kadar akılcı ve neden arkasında durmuyoruz?
Özetin özeti: Dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydik, peki ya şimdi?..