Şiddet aldı başını gidiyor. Öğretmene, doktora, el kalkar mı? Kalkıyor. Öğrenci dövülür mü? Dövülüyor. Kadına şiddet uygulanır mı? Her türlüsü. Neredeyse kültürümüzün bir parçası haline geldi.
Ne oldu bize böyle?
Nasıl bu hale geldik?
Ve en önemlisi de sorumlusu kim?
Ne olur, kabahatliyi hiç uzaklarda aramayın!
Şiddetin yüzlerce nedeni var ve bu noktaya gelinmesinde hepimizin payı bulunuyor.
Diğer etkenler bir yana, dizilere göz attığımızda, şiddetin her türlüsünü körükleyen, rahatsız edici sahneler söz konusu.
Sabah akşam dizi izleyen bir toplumun, o sahnelerden etkilenmemesi mümkün değil.
Dizilerdeki şiddet arttıkça reytingler yükseliyor, reyting yükseldikçe de dizilerdeki şiddet sahneleri daha da artıyor ve ciyak ciyak bağıranların sesi artık çekilmez hale geliyor.
Bu yüzden televizyon açamaz hale geldik diyen ailelerin sayısı giderek artıyor ama bu kimin umurunda?
Televizyonculara sorduğunuzda, doğru yaptıklarına inanıyorlar.
“Diziler, toplumun aynası, ne varsa biz onu yansıtıyoruz” diyor ve büyük bir pişkinlikle de “Televizyonlar okul, biz de öğretmen değiliz” diye de ekliyorlar.
Evet, televizyonlar bir okul değil ama etik değerlere ve toplumsal kurallara, en az onlar da öğretmenler kadar uymak zorundalar.
Yoksa ortaya çıkan şiddetin, nerede, ne zaman, kimi nasıl etkileyeceği hiç belli olmuyor.
TRT’nin tek kanallı olduğu dönemlerde Beyaz Gölge diye bir dizi vardı. Bir basketbol koçu ile sorunlu öğrenciler arasındaki mücadeleyi konu alıyordu ve sporun insanları nasıl değiştirdiği, birleştirdiği anlatılıyordu.
O yıllarda, hemen her sokağa, eften püften basketbol potaları kurulmaya başlandı. Fazla değil, on beş yıl kadar sonra da Türkiye, basketbolda dünya finallerini oynadı!
Dünkü diziler, en iflah olmaz gençlerin bile müthiş kazanımlar elde edebileceğini kafalara kazıyordu! Peki ya şimdikiler?..
Eğitimin gücü elbette yadsınamaz ama televizyonlar da bir o kadar önemli. Okulda öğretileni, televizyonla, sosyal medyayla desteklemezseniz, ortaya çok farklı bir toplum çıkar.
Milli, manevi ve etik değerlerin yerini, bambaşka değerler alır. O da sorunları beraberinde getirir.
Huzurdan daha önemli bir şey oymadığını, ancak huzuru kaybettiğimizde anlıyoruz.
İşte bu yüzden, toplumu ya da bireyleri şiddete yönelten her türlü özendirici hareketten uzak durmalıyız.
RTÜK ve benzeri kurumlar güya bu yüzden var ama görülüyor ki hiçbir işe yaramıyor. Zaten öylesi kurumlara da ihtiyaç duyulmamalı. Çünkü bu tür değerler, dayatmayla değil, sorumluluk hissiyle kazanılır ya da kazandırılır...
Öğretmene şiddet
Türk Eğitim-Sen’in yaptığı ankete göre, öğrenci ve veli şiddetine maruz kalan öğretmenlerin oranı 1 yılda yüzde 41.4’ten yüzde 45.4’e yükseldi.
Anketteki en acı tespit ise MEB’in, öğretmenlere yönelik şiddet konusunda yeterli önlemi almadığının düşünülmesi!
MEB, tıpkı müfredat ve sınav sistemlerinin iyileştirilmesinde olduğu gibi, bu konuda da öğretmenine, öğrencisine ve velisine yeterince güven vermiyor!
Özetin özeti: Şiddet sarmalı daha fazla can yakmadan, bir an önce ondan kurtulmalıyız!