Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Orada bir köy var, gitmesek de, görmesek de, o köy bizim köyümüz, bizim kentimiz, bizim kültürümüz, bizim insanımız dediğimiz pek çok kentimiz var.

Çok gezen birisi olarak, yeni rotalara yelken açmak için “Sizi en fazla etkileyen kentler hangileri?” diye hep sorarım. Hemen ardından, “Neye göre?” sorusu gelir.

Neye göre diye baktığınızda da işin şekli bir anda değişebiliyor.

Çünkü genelini beğenmediğiniz bir kentte, karşınıza öyle güzellikler ve öyle tatlar çıkıyor ki bir anda o tüm olumsuzluklar gölgede kalabiliyor.

Haberin Devamı

Bugün olaya farklı bir pencereden bakacağım.

Seyahate gitmeden önce dersimizi çalıştığımız için yani gidilen yerle ilgili, o güne kadar yazılıp, çizilenleri okuduğumuz için derin bir hayal kırıklığı yaşamıyoruz. Şaşırdığımız da çok nadir oluyor.

Son bir yıla baktığımızda, başkalarını bilmem ama beni en çok şaşırtan iki kentimiz, Bergama ve Bitlis oldu!

Her ikisi de tarihiyle, kültürüyle, mutfağıyla, duruşuyla, fark yaratan ama bir o kadar da içine kapanık kentler.

Bergama?

Bergama, imparatorluk kurmuş ve pek çok alanda öncü olmuş bir kentimiz.

Antik kentler içerisinden en etkileyici olanlardan biri.

En az 2300 yıllık kesintisiz bir yaşama ev sahipliği yapıyor.

Kentte ufak bir tur attığınızda, muhteşem geçmişinden örnekleri ve kimlerin gelip, kimlerin geçtiğini fazlasıyla
görebiliyorsunuz.

Görmeyen ya da bu konuda adeta bakar kör noktasına gelenler ise kentin sakinleri.

Bir avuç Bergama gönüllüsü dışında Bergama için kafa yoran adeta yok gibi.

Oysa, her şeyiyle çok daha fazlasını hak ediyor!..

Bitlis!

Bitlis’te Beş Minare türküsünü ara ara mırıldanmayan, hele hele hiç duymayanınız yoktur.

Van’a kadar gidip, Tatvan üzerinden Bitlis’e gitmek zaman zaman aklımdan geçse de vakit darlığı nedeniyle, bir türlü mümkün olmamıştı.

Bugüne kadar hiç Bitlisli bir tanıdığınız, arkadaşınız, dostunuz ya da bir şekilde karşılaştığınız biri oldu mu bilmem ama haklarında negatif tek şey söylenmeyen ender kentlerimizden biri.

Zengini de, yoksulu da, okumuşu da, okul yüzü görmeyeni de, hemen hepsi, güler yüzlü, keyifli ve candan insanlar.

Haberin Devamı

Sormazsanız konuşmazlar, konuşsalar da kısa keserler...

Bitlis’e geçenlerde nihayet gittim.

Kentin tarihi dokusu ve her biri kentin farklı bir noktasındaki beş minare çok etkileyiciydi.

Ama çok daha etkileyici olan, kentin adeta kaderine terk edilmiş olmasıydı.

Sihirli bir dokunuşla, sadece bölgenin değil, ülkemizin hatta dünyanın en etkileyici kentlerinden biri olabilecekken, film karesi gibi, sanki yüzlerce yıl öncesinde dondurulmuş ve
öyle bırakılmış.

Şehrin göbeğinden görkemli bir dere geçiyor. Suyu yok gibi ve adeta pislik yuvası!

Ne bulunduysa oraya atılmış.

Aylardır hatta yıllardır temizlenmediği gün gibi ortadaydı!

Devlete ait yeni modern binalar vardı. Özellikle de hayırseverlerin yapıp bağışladığı kurumların sayısı hiç az değildi.

Restore edilen tarihi binalar hemen kendilerini hissettiriyordu. Örneğin, bölgenin ilk üniversitesi orada kurulmuş ve yeni hali görmeye değerdi.

Üretim ve zanaatkârlık yüzlerce yıl öncesinin bile gerisinde kalmış.

Haberin Devamı

Bol bol kahvehane vardı ve önünde, sokaklarda dizi dizi oturanlar dikkat çekiyordu.

Dikkat çeken bir başka ayrıntı ise ne oyun oynuyorlardı ne de sohbet ediyorlardı.

Çaylarını yudumlayıp, geçmişe ya da geleceğe dalıp gidiyorlardı.

“Hep böyleler mi?” diye sordum, evet dediler.

Bitlis’te müthiş bir potansiyel olduğuna eminim, girişimciler, çalışkanlar, güvenilirler ama motivasyonları eksik!

Tembel değiller, kırgın, küskün, kızgın hiç değiller ama işte tıpkı ezgilerdeki gibi, orada unutulup kalan ve minnacık sihirli bir dokunuşu bile çok gördüğümüz kentlerimizden biri.

Yapılanlar yok mu?

Dünden bugüne elbette çok şeyler yapılmış. Ama sanki ihtiyaçları çok daha fazlası, farklı olanı: Vizyon, üretim, özgüven ve bir şekilde şahlanış!..

Özetin özeti: Tüm vatandaşlarımıza balık vermeyip, balık tutmayı, pişirmeyi, yiyeceğinden fazlasını da, katma değeri yüksek bir ürün olarak satmayı ve her şeyden önce de en yüksek yaşam kalitesinin herkesin hakkı olduğunu öğretelim yeter. Gerisi kendiliğinden gelecektir...