Hemen her konuda büyük savurganlıklar var.
Üreteceğimiz en temel ürünleri bile dışarıdan ithal ediyoruz.
Kolaya, rahata, borca alıştık.
En vahimi de ortak değerlerimizi yitirdik.
Birinin ayağına diken battığında, o onun sorunu deyip, görmezden gelmeye başladık...
Sözü fazla uzatmadan, eğitime ve boş kalan kontenjanlara getirmek istiyorum.
Üniversitelerde 250 bine yakın boş kontenjan var, yarısı devlet ise yarısı da özel.
Özel okullarda ise kontenjanların neredeyse yarısı yani yüz binlercesi boş!
Ve bunların hepsi de milli servet!
Madalyonun görünen yüzünde bu var.
Diğer yüzünde ise tam bir savurganlık.
Savurganlık
Üniversiteye girmek için kapı önünde bekleyen 2 milyon 300 bin aday varken, 250 bin kontenjanın boş kalması tam bir işgüzarlık, öngörüsüzlük, plansızlık, aymazlık, savurganlık yani adına ne derseniz deyin, kabul edilebilir bir durum değil.
Liselerde ise durum daha da vahim!
Bu yıl, ne olduğu belli olmayan yeni sınav sistemi nedeniyle tam bir kaos yaşandı.
Herkes evine en yakın, istediği okula gitmeyi beklerken tam tersi oldu.
Daha da vahimi, tam gün eğitime geçilecek, sınıf mevcutları 30’a inecek derken, neredeyse tüm liselerde ikili eğitime geçildi, sınıf mevcutları da 45-50’ye yükseltildi.
Ve sıkı durun, bu arada, bu ülkenin kaynaklarıyla yapılan özel okullarda, her iki kontenjandan biri boş.
Doluluk oranları pek çok okulda yüzde 50 bile değil.
Yani bir yanda, sabahın köründe ve akşamın karanlığında okula gidip gelen öğrenciler, tıkış tıkış sınıflar; öte yanda öğrenci bekleyen bomboş liseler!
Peki neden?
Sosyoekonomik bir çöküntü, hepsi bu!
Kıyıda köşede milyonları olanlar bile, bedava olsun, benim olsun anlayışında.
Taşa, toprağa, betona para yatırıyor ama en değerli varlığım dediği çocuğunun geleceği için para harcamıyor!
Devlet ise durgunluk çıkmazına giren hemen her sektöre teşvik sağlayıp, KDV indirimine giderken, eğitime sağladığı desteklere son veriyor, dahası, asla KDV indirimine gitmiyor!..
Yerli ve milli
Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün, sağlık sektöründeki savurganlığa ve yurt dışına ödenen dövizlere dikkat çekti ve “Artık kendi ultrasonografi ve MR’ımızı üretelim” dedi.
Evet, bu konuda çok geç kaldık ama daha önemlisi yaşanan savurganlık!
Sadece İstanbul’daki MR sayısı İngiltere ve Almanya’dakilerden daha fazlaymış.
Eskiden her hastaya antibiyotik yazılırdı, şimdi hemen her hasta, gerekli gereksiz MR’a gönderiliyor!
Yani neresinden bakarsanız bakın, hemen her alanda dibine kadar yaşanan savurganlığa son vermeden, yapılan her yatırımı milli servet olarak görmeden, harcadığımız her kuruşun hesabını sormadan, her alanda yerli ve milli olanı üretmeden, geleceğe emin adımlarla yürüyemeyiz.
Bu konuda birilerinin bir şey söylemesini ya da kampanya yapmasını beklemeden, işe kendimizden ve yakın çevremizden başlayarak, herkes üzerine düşen görevi yaparsa, geleceğe çok daha umutla bakabiliriz.
Bu, o kadar zor mu?
Kesinlikle hayır!
Bir Amerikalı, bir Alman ya da İngiliz, kuruşun hesabını yapıyor ve para üstü olarak alıyorsa, biz de almalıyız.
Her işin onurlu ve emeğin kutsal olduğuna inanıyor ve yaptığı işi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorsa, biz de çalışmalıyız.
Yerli ve milli üretimin bağımsızlığa giden en doğru yol olduğuna inanıyorsa, biz de inanmalıyız.
Özetin özeti: Milli ve yerli üretim seferberliği kadar, milli servet savurganlığına son vermenin de zamanı geldi, geçiyor!..