İbrahim Arıkan’ın zamansız ölümünün üzerinden iki yıl geçmiş. Dün, kurucusu olduğu MEF Okulları’nda bir anma töreni vardı. Seveni, dün olduğu gibi, bugün de çoktu.
Atatürk İlkelerine ve Cumhuriyet’in değerlerine canı gönülden inanan ve bunları yaşatmak için yılmadan mücadele veren biriydi.
Onurlu duruşundan asla taviz vermedi, esen rüzgâra göre yön değiştirmedi, akademik değerler kadar, insani değerlere de önem verdi.
Çocukları Ümit, Ebru ve Eda, babalarından aldıkları bayrağı dalgalandırmaya devam ediyorlar. Hem de “Ondan sonra tufan” diyenleri mahcup edercesine.
Törende çok çarpıcı konuşmalar oldu ama en çarpıcısı Ebru’nun babasına yazdığı mektuptu:
“Bugün konuşmamı sizlere hitaben değil, babama hitaben yapmak, kendisine yazdığım bir mektubu okumak istiyorum.
Sevgili Babacığım, öğretmenim, patronum, aşkım, idolüm.
Seni ne kadar özlediğimi söyleyerek başlamak istiyorum.
Bugün 2 Şubat 2018. Sabah 4.00’te yoğun bakım kapısı önünde senin için dua ederken gelen acı haberinin üzerinden tam iki yıl geçti.
İlk hastaneye kaldırıldığın, 13 Haziran 2014 Cuma gününü, elim ayağım titreyerek kendimi hastaneye atışımı hatırlıyorum.
Yoğun bakımda yanına gelip ellerini öpüşümü, sana seslendiğimde beni duyduğuna inanma isteyişimi. Sonra ilk kez gözünü açısını, tekrar gözlerime bakışını. Huzurlu göründüğün anları, başucundaki lavanta kokusunu hatırlıyorum, dün gibi.
Yirmi iki ay boyunca hayata direnişini, acılarını, yaşam mücadeleni hatırlıyorum.
Biliyorum, hiçbir şey kolay olmamıştı hayatında. Çocukluğunun ilk günlerinde anneni kaybetmiştin. Evinden uzaklarda yatılı okullarda yetiştirdin kendini. Hiçbir şey zahmetsiz değildi yaşamında. Okudun, çalıştın. Kolay olana tamah etmedin.
Hatırlıyorum, çok sevdiğin, inandığın gençlere şöyle seslenmiştin: ‘İnsanlara faydalı her sonuç, bilim insanları tarafından büyük emek ve zaman harcayarak elde edilen sonuçlardır. Şunu unutmayın, zahmetsiz elde edilen her sonuç, değersizdir. Bir işi değerli kılan ona verilen emektir, harcanan zamandır.’
İnsanlığa faydalı olurken verdiğin emekleri, bir şeyleri değiştirmek istediğinde değişimin kendisi olmanı, önüne koyulan engelleri kendi doğrularından vazgeçmeden aşmanı izleyerek, büyüdüm.
Atatürk’ün ‘İlim, fen nerede varsa sanat nerede varsa gidip öğrenmeye mecburuz’ söyleminden yola çıkarak sekiz yıl boyunca dünyanın birçok ülkesinde araştırmalar yaptın. Türkiye’nin faziletli çocuklarını yetiştirmek üzere 21. yüzyılın eğitim sistemini değerlerimizle harmanlayarak hediye ettin.
Seninle gurur duyuyorum ve seni çok seviyorum babacığım.
Defin töreninin ardından oradaki görevliler ‘Zincirlikuyu, Zincirlikuyu olalı böyle bir cenaze töreni görmedi’ demişlerdi. Ne kadar çok insanın kalbine, hayatına dokunmuşsun.
Gün yok ki sana olan hayranlığım artmasın.
Bir konuşmanda ‘Her insan, sınırları belirlenemeyen büyüklükte; öğrenme, yaratma ve sevme potansiyeli ile dünyaya gelmektedir. Çocukların önünde serilen ufuk ne kadar geniş ise onların da geleceğe bakışları o kadar umutlu, ürettikleri çözümler o kadar yaratıcı olur’ demiştin.
Bize insanın öğrenme, yaratma, sevme güçlerinin sınırsızlığını ne güzel yansıttın ve yaşattın.
Gerçekleştireceğin çok hayallerin vardı. Erken ayrıldın, babam.
Mevlana der ki: Ebedi yaşam ölümün içindedir.
Sen tüm içtenliğinle, sevgi dolu yüreğinle, insanlığa verdiğin hizmetlerinle, değerlerinle ebediyete ulaştın.
Orada huzur içinde uyu.
Bil ki; Seni çok arıyoruz.”
Özetin özeti: Ölümün bir veda olmadığını dün bir kez daha gördük. Yaşarken yaşatanlar, ölümden sonra da yaşamaya devam ediyorlar.