Birkaç gündür Amerika’da, daha doğrusu, dünyanın en iyi üniversitesi olarak kabul edilen Harvard Üniversitesi’ndeyiz.
Boston tam bir üniversite kenti ve Harvard, her şeyiyle aldığı unvanı fazlasıyla hak ediyor.
Harvard hocaları ve dünyanın dört bir yanından gelen bilim insanlarıyla bir arada olmak, Harvard salonlarında panele katılmak, konferans vermek keyifli bir olay. Ama çok daha onur verici olanı, o havayı teneffüs etmek, ayrıntıları yakalamak, onları bir numara yapan değerleri görmek, konuşmak, kritik etmek...
Katıldığımız toplantıların, yaptığımız görüşmelerin, gezdiğimiz yerlerin ayrıntılarını ve eğitim, bilim adına dikkatimizi çeken gözlemlerimizi, birkaç gün süreyle sizlerle paylaşacağız...
Şu sıralar, Amerika tıpkı bize benziyor.
Üç kişi bir araya geldiğinde Başkan Trump’ı, yaptıklarını ve Virginia’da yaşanan olayları konuşuyor.
Bizim ilk gecemiz de öyle geçti.
Yemekte, ilimden, bilimden, Türkiye’den çok, vah Amerika vah dedirtecek ruh hallerini analiz etmeye çalıştık.
Hocalar henüz Trump’ın başkanlığını kabullenebilmiş değiller.
Seçilmesini mümkün görmedikleri gibi, uzun süreli kalacağına da ihtimal vermiyorlar. İşte bu noktada, “Peki ya ikinci dönem de seçilirse?” diyecek olduk, yüzleri düştü, moralleri bozuldu, yedikleri yemek adeta boğazlarına dolandı...
Harvard, her ne kadar dünyanın en iyisi olsa da, sosyal dinamikleri yakalamada, görünen o ki, çok da başarılı değiller.
Bunu hem katıldığım panelde hem verdiğim konferansta hem de sohbet ve yemeklerde özellikle dile getirdim ve cevabını bulmaya çalıştım.
2008 krizinde dönemin ABD başkanının ekonomi danışmanları Harvardlıydı. Krizi öngöremedikleri gibi, kendi mal varlıklarının yarısının erimesine de engel olamadılar ve bu, o dönem çok önemli eleştirilere konu oldu.
Trump’ın başkanlığı konusunda tam anlamıyla sınıfta kalmışlar.
Seçilebileceği, akıllarının ucundan bile geçmemiş. Hatta seçimden bir ay kadar önce, görkemli bir yemek düzenleyip, Hillary Clinton’ın başkanlığına kadeh kaldırmışlar...
Görünen o ki başta Harvard olmak üzere, Amerikan üniversitelerinin Trump’a alışmaları çok kolay olmayacak...
Allah’tan Trump vardı yoksa sohbet konusu hep Türkiye olacaktı. Bize sıra bile gelmedi. Geldiği ortamlarda da sıkıntılı bazı konular dışında hep çok güzel değerlendirmelere şahit olduk...
Türkiye algısı!
Sakarya Üniversitesi 6 yıldır farklı ülkelerde partner üniversitelerle yılda iki kez eğitim, bilim ve teknoloji konferansları düzenliyor.
Geçen ay Berlin’de düzenlenen toplantıya 50’ye yakın ülkeden 500 bilim insanı katılmıştı, Harvard’dakine katılım çok daha yüksekti. Ama sanki rekor, gelecek yıl Paris’te yapılacak olanda gerçekleşecekmiş...
Boston’da, Harvard Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleşen konferansta, Harvard, konferans düzenleyicisi Sakarya ve Governors üniversitelerine sadece salonlarını açmakla kalmamış, her türlü lojistik desteği de sağlıyor.
Harvard Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Robert Doyle tam bir Türkiye dostu ve sanki bizden biri gibi. Herkese açılmayan pek çok kapı onun sayesinde açılıyor...
Açılış panelinde, hem Amerikalı hem de farklı ülkeden profesörler vardı. Türkiye’yi konuştuk. Eğitim, bilim ve siyasetten çok, yediklerini, içtiklerini, gezdikleri yerleri anlattılar. Fazlasıyla etkilendikleri için de söylemleri hayranlık derecesindeydi.
Türkiye, sadece yemek, tarih ve doğal özelliklerden ibaret değil deyip konuyu biraz eğitime, bilime, gündeme çekmeye çalışsam da onlar Türkiye’yi anılarındaki gibi hatırlamakta ısrar ettiler.
İşte bu noktada Sakarya Üniversitesi’ne teşekkür etmekte yarar var. Uluslararası akademik camiada ciddi anlamda bir Türkiye lobisi oluşturmuşlar.
Buna en çok sevinenlerin başında da Boston Başkonsolosumuz Ömür Budak geliyordu.
Harvard’da böylesi bir toplantı, sadece bizim için değil, her ülke için mucize çünkü asla izin vermezler diyordu...
Özgürlük ortamı
Harvard’la ilgili genel değerlendirmeleri ve Harvard adına yaptığım görüşmelerin ayrıntılarını yarın sizlerle paylaşacağım. Bugün biraz, genel havayı paylaşacağım.
Harvard kampüsünün bulunduğu Cambridge, kırmızı tuğlalı yapıları, yüzlerce yıllık çınarları, devasa kütüphaneleri, bir kütüphaneden farksız kafeleri, ziyaretçi akınına uğrayan üniversite kampüsü, diğerlerinden farksız ama her karesinde tarih kokan derslik ve konferans salonlarıyla, işte üniversitede okuyacaksan, böyle bir yerde okumalısın dedirtecek bir ambiyans sunuyor size.
Üniversiteye adını veren Harvard’ın, kampüsün orta yerindeki heykelinin önünde, hemen her gün, dünyanın dört bir yanından gelen, binlerce kişi, elini, Harvard’ın ayağına koyup, bizi ya da çocuklarımızı, buralara çeksin diye fotoğraf çektiriyor.
Bana da komik geldi ama insanlar inanıyor. Buraya gelirken, okumuş bir arkadaşım, çocuğunun göbek bağını Harvard’ın bahçesine gömdüklerini ve pek çok tanıdığının da bunu yaptığını söyledi. Şaşırdım, güldüm, bol şanslar diledim. Üniversite yaşına az kaldı, bakalım işe yarayacak mı?..
Bizim üniversite kentlerinin çoğunda, öğrencilerin gittiği barlar sokağı var. Zamanlarının önemli bir kısmını da orada geçirirler. Burada öyle bir şey yok ama Starbucks benzeri kafeler yok değil ve içerisi aynen şöyle:
Hemen her köşede ya da katta, elinin altında kahvesi, tek başına bilgisayarı başında çalışan ya da ikili, üçlü, beşli gruplar halinde, hararetle bir projeyi tartışan insanlar vardı. Sanki özenle dizayn edilmiş birer kütüphane gibiydi...
Konferansta eğitime, bilime, teknolojiye ve geleceğe dair çok şey konuşuldu, tartışıldı, sunumlar yapıldı, yapılmaya da devam ediyor.
Görünen o ki gelecek bizi bugünkünden çok daha fazla şaşırtacak.
İlk iki günün özeti:
Her şeye açık olun ve özellikle de eleştirel düşünceye!
O olmadan, asla gelişme olmaz.
Yeni nesilleri susturarak değil, düşündürerek, araştırarak, konuşturarak, vizyon kazandırıp sorumluluk vererek geleceğe hazırlayın ve en önemlisi de onlara güvenmekten asla vazgeçmeyin!..
Özetin özeti: Her yaşta, herkes herkesten çok şeyler öğreniyor. Biz de burada çok şeyler öğreniyor, çok şeyler paylaşıyoruz!..