Gelecek konusunda pek çoğumuz karamsar.
Kime sorsanız, gri tablolar çiziyor.
Peki, o zaman geleceğimize kim yön veriyor?
Kendimiz yön veriyorsak, bu karamsarlık niye?
Başkaları yön veriyorsa, niye onlara dur demiyoruz!
Örneğin sınavları ele alalım; kime sorsanız, sistem baştan aşağı yanlış!
Yani bugünkü ÖSYM sisteminde, doğru meslek seçmek neredeyse mümkün değil!
Ama hiçbirimiz sistemi tartışmıyoruz, bu konuda yeni bir yasal düzenlemeye ya da referanduma gitmiyoruz.
Oysa, mutsuzluk konusunda, yanlış meslek seçiminden daha etkili bir argüman yok!..
Doğru tercih?
Gelecek nerede? Üniversitede mi, yoksa hayatın tam da içinde mi?
Son yıllarda cevabı en fazla aranan en önemli sorulardan biri de şu:
Alaylılar mı yoksa mektepliler mi, hayatta daha başarılı oluyor?
Yani okumuşlar mı yoksa okula ara verip hayata atılanlar mı daha başarılı, daha zengin, daha mutlu oluyor!
Sadece ülkemizde değil, dünya geneline baktığımızda, vitrine çıkanlardan pek çoğunun öyle pek de parlak akademik geçmişleri yok!
Ama bu, okumayanlar ya da eğitimini yarıda bırakanlar, hayatta daha başarılı oluyor anlamına gelmemeli.
Evet, okulunu yarıda bırakan çok sayıda başarılı örnek var ama hemen hepsi de gençlerle yaptıkları söyleşilerde, sakın okulunuzu yarım bırakmayın, mutlaka diplomanızı alın uyarısında bulunuyor.
Peki, bu tartışma yeniden niye alevlendi?
Çünkü işsizlik oranının en yüksek olduğu kesim, okumuşlar, yani üniversite mezunları!
Bu da onca yıl niye boşuna dirsek çürüttük sorusunu gündeme getiriyor.
Bir de buna, manşetlerden düşmeyen, zirvedeki yarım eğitimliler eklenince kafalar iyice karışıyor.
İşte bu yüzden, okumuşlarımıza sahip çıkalım, yoksa yükseköğretime olan talep bir düşerse, gençlere eğitimi sevdirmek çok daha zor hale gelebilir...
Eğitimini sonuna kadar tamamlayamayanlar arasında, zirveye çıkanlar var ama peki ya çıkamayanlar?
İşte onlar, keşke okuyabilseydik, kesinlikle bu durumda olmazdık burukluğunu yaşıyorlar...
Sakın siz de bu kervan katılmayın, ileride çok üzülürsünüz. Her şeye rağmen, okumaya devam ama hayattan kopmadan!..
ÖSYM kafası!
ÖSYM ve ÖSYM Başkanı bir alem.
Sanki öğrencilerin geleceğine doğru yön vermek için yasayla kurulmuş bir kurum değil de onları harcamak için bahane arayan esrarengiz bir merkez.
100 bini aşkın kamera, birbirinden garip kurallar ve tehdit üzerine tehdit.
Sınav sorularını yıllarca dışarı sızdıranlar sanki ÖSYM çalışanları değil de üniversite adayları!
Başkan Demir, pazar günü yapılacak sınavla ilgili olarak, kural ihlallerinin tespiti için adayın uyarılmasına gerek olmadığını söylemiş! Yani uyarıya gerek kalmadan, hayatınızı karartırız diye gözdağı veriyor:
“Bütün adaylar, kuralları bilmek durumundadır. Görevlilerin adaylara gelip ‘Şunu yapmalısın, yapmamalısın’ şeklinde bir uyarı mecburiyeti bulunmamaktadır. Yani öncesinde uyarmak gibi bir mecburiyetleri yok. Bu nedenle ‘Sınavda beni kimse uyarmadı’ şeklinde bir mazereti kabul etmiyoruz çünkü görevlinin kurallara uymaya ilişkin ilave bir uyarı mecburiyeti bulunmamaktadır, tüm uyarı ve kurallar ilgili sınav kılavuzunda ve resmi duyurularımızda adaylara sınav öncesinde bildirilmiştir. Sadece sınavın ne zaman başlayacağı ve sınavın ne zaman bitirileceğine ilişkin görevlinin yapmak zorunda olduğu uyarılar var. Onun dışında sınav kurallarını tek tek anlatmak gibi bir yükümlülüğü yok. Bunu da özellikle belirtmek isterim.”
Güler misiniz, ağlar mısınız!
Demek ki tüm bakanlıklar hata yapıyor!
Anayasa ve yasalar ortada, herkes bunları bilmek zorunda. Tekrar uyarmaya gerek yokmuş. Kuralı çiğneyene ver cezayı, at hapse!
Oysa hız sınırını aşanlar bile, radar var ama uyarı yoktu. Bu bizi tuzağa düşürmektir deyip, dava kazandılar.
ÖSYM ise hâlâ tuvalete gitmeye, toka takmaya, saat kullanmaya izin vermiyor. Çıkarın bunları demeye gerek duymadan, tutanak tutup sınavını ihlal ediyor. Hani bir de, doğru düzgün soru hazırlayıp, ona sahip çıksalar gam yemeyeceğiz!..
Özetin özeti: Bu kafayla ne geleceği yakalayabiliriz ne de gençlerimizi mutlu edebiliriz..