Eğitim kademeleri yüksel- dikçe, yaratıcılığın köreldiğini hep biliyorduk ama bilimsel araştırmalara konu olmamıştı.
London Business School’dan Prof. Dr. Costas Markides’in bu konudaki tespitleri, eğitimin gidişatı konusunda, bir değil, bin defa düşünmemiz gerektiğini ortaya koyuyor.
Prof. Markides’e göre 3-5 yaşındaki çocukların yüzde 98’i dâhi.
Peki, bu ne zamana kadar devam ediyor?
Tespitler korkunç!
Yaratıcılık 8-10 yaşındakilerde yüzde 32’yken, 13-15 ergen çocuklarda yüzde 10’a, 25 yaşına gelindiğinde ise yüzde 2’ye düşüyor.
Oysa eğitimin amacı, yaratıcılığı köreltmek değil, geliştirmek, teşvik etmek ve çok daha önemlisi, var olanı korumaktır.
Ama görüyoruz ki sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın her yerinde bu konuda sıkıntı var.
Peki, bu konuda onlarla bizim aramızda ne fark var?
Onlar sorunun farkında ve çözüm arıyorlar, biz ise bırakın farkında olmayı, test odaklı sınav sistemleriyle, yaratıcılığı hepten köreltmek için elimizden geleni yapıyoruz.
Günümüz eğitim sistemleri bugünün gençliğinin çok gerisinde kaldı.
Ekrandaki görüntü üç saniye gecikti mi ya da internete girişte bir sorun yaşadı mı, zıvanadan çıkıyorlar.
Sabır, tahammül, tolerans sınırları yok gibi.
Onlarda mı bir yanlış var yoksa günümüz eğitim sistemlerinde mi?
Her iki tarafın da artılarından çok eksileri var ve orta noktada buluşmaları gerekiyor.
Eğitim sistemi binlerce yıldır devam edegelen dar kalıplardan kurtulmalı, gençler de hemen her şeyi hızlı tüketmekten vazgeçmeliler. Yoksa kaybeden her iki taraf birden olur.
Evet, yaratıcılık bugünün dünyasında korunması gereken en değerli yeteneklerin başında geliyor ama onu en iyi şekilde değerlendirmek de bir o kadar önemli!..
Sözleşmeli dramı!
Sözleşmeli öğretmenlere uygulanan “dayatma” seçim sonrasında sona erer mi?
Sandıktan çıkacak sonuca bağlı gibi gözükse de hangi sonuç alınırsa alınsın, çok da kalıcı olacağa benzemiyor.
Çünkü mantığı yok!
Neredeyse hiçbir meslek için uygulanmayan sözleşmeli dayatması, aile bütünlüğünü bozduğu gibi, eğitimde huzur da bırakmadı.
Aynı okulda, aynı sınıfta görev yapan, aynı dersi veren öğretmenlere farklı statüler tanınması eğitim birliğini bozuyor.
Kadrolu, ücretli, sözleşmeli diye çeşit çeşit öğretmen olmaz.
Aynı görevi yapan tüm öğretmenler aynı statüde olmalı ve eşit haklara sahip olmalıdır.
Öğretmenleri itibar erozyonuna uğratmanın kimseye bir yararı olmaz.
MEB’in artık bunu anlaması gerekirdi ama görünen o ki anlamaları mümkün değil!
Öğretmen açığına göz yumup, farklı bölgelerdeki öğrencilerimizi, öğretmensiz mi bırakalım, elbette hayır!
Yaratılan aidiyet hissi ve idealizmle, nasıl ki Cumhuriyet’in ilk yıllarında “Vatanımın her yeri benim görev alanım” diye, her öğretmen her kente koşa koşa gittiyse yine aynı heyecanla gider.
Yeter ki onlara sahip çıkılsın, hakları verilsin...
Sözleşmeli dayatması gibi mülakat dayatmasından da bir şekilde vazgeçilmelidir. Çünkü adil değildir.
Hassasiyetler olmayacak mı, elbette olacak. Ama kaş yapalım derken göz çıkartılmamalı!
MEB, çok el değiştirdi ve her defasında daha da geriye gitti. Ne olur artık istikrar gelsin...
Özetin özeti: Elbette kamusal doğrular çok önemli ama herkesin de kendine göre doğruları var ve onlar da bir o kadar önemli!