Ekonomi Bakanı açıkladı, domatesin itibarı tavan yapmış!
Hani şu, toplamak daha pahalıya geldiği için tarlada çürümeye terk ettiğimiz ya da hayvanlara yem olarak verdiğimiz domatesten söz ediyoruz.
Fiyatı 10 liraya çıkınca fiyakasından geçilmiyormuş.
Tıpkı, sonradan zenginler, çakma sarışınlar ve içi boş entel, danteller gibi.
Nasıl ki ağızlarını açıp bir çift laf ettiklerinde karizma yerle bir oluyorsa, vitrin süsü haline gelen domatesleri de kesip tadına baktığınızda aynı duyguya kapılıyorsunuz.
Görüntü mükemmel, fiyat şişik ama lezzet sıfır...
Kuru fasulye ve biberden sonra, şimdi de domates, nasıl oldu da böylesine itibarlı hale geldi?
Hani, kalıcı bir itibar olsa ona bir diyeceğimiz yok ama bu üç günlük saltanatını neye borçlu!
Suçu kimileri Ruslara atıyor, kimileri de aracı ve tefecilere.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da yeterince soğuk hava deposu olsaydı, bu noktaya gelinmezdi değerlendirmesini yaptı.
Ama nedense, üretimden kopartılan köylüler, çiftçiler, sabah akşam insanları ekrana kilitleyen diziler ve en önemlisi de papağan yetiştirmenin ötesine geçemeyen eğitim sistemimiz hiç kimsenin aklına gelmedi...
Bu hale nasıl geldik?
Bizden önceki nesiller ekmeğini taştan çıkartıyordu.
Sebzeyi, meyveyi, ekmeği, eti, yumurtayı, sütü bakkaldan almıyor kendi üretiyordu.
Pazara çıktığınızda, hemen her şey vardı ve daha da önemlisi, dışarıdan gelen ürün yok gibiydi.
Şimdi ise tam tersi, en verimli topraklara sahip köylerimizde, kasabalarımızda, kentlerimizde bile yöresel ürün, hele hele hormonsuz bir şey bulmak mümkün değil!
Bizim nesiller, yani 40-50 yaş üstündekiler, hâlâ, en ufak bir toprak parçası bulsa, bir şey üretmeye bakıyor.
Hiçbir yer bulamasa da evin balkonunda, saksıda domates de yetiştiriyor, soğan, maydanoz, nane, biber de...
Bizim öğrenciliğimizde tarım dersi vardı.
Hemen her şey nasıl yetiştirilir öğrenirdik.
Siz hiç bahçeden domates toplarken kokusunu, salatalık ararken nasıl da boy attıklarını, kahvaltı için biber, bakla, nane, maydanoz getir dediklerinde koşarak gidenleri gördünüz mü, yaşadınız mı, hissettiniz mi?
Ne güzeldi o günler.
Peki ya şimdi?
Çocukların çoğu, pek çok meyvenin, sebzenin, ağaçta mı, tarlada mı yetiştiğini bile bilmiyor!..
Yerli malı haftası
Yerli malı haftaları vardı, kendi ürettiklerimizi getirir, “Yerli malı, yurdun malı, herkes onu kullanmalı” diye hep bir ağızdan şiirler okurduk.
Ürettiklerimizle gurur duyardık. O zaman bize, elbette bugünkü derslerin çok daha iyileri de öğretilirdi ama çalışmanın bir erdem, üretmenin bir vatan borcu, sorun çözmenin bir yaşam biçimi, vergi vermenin en büyük vatandaşlık görevi olduğu da kafalarımıza kazınırdı.
Her sabah, “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” diye güne başlardık.
Tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek hedefimiz vardı. O da muasır medeniyetti!..
Sonra ne olduysa oldu, insanımıza değil, domatese, bibere, kuru fasulyeye, uyutan dizilere, cep telefonlarına, sosyal medyaya itibar kazandırır hale geldik.
Üretmek, hem de katma değeri yüksek ürünler üretmek zorundayız.
Yoksa görüntüsünün dışında, hiçbir lezzeti olmayan, ithal tohumlu domatesin itibarı tavan yaparken, bizimki yerlerde sürünmeye devam eder ve gün gelir, bugünleri de ararız...
Ha bu arada, Rusya’nın kendi domates üreticisini korumak için gösterdiği tavır bize de örnek olmalı. Yoksa, birkaç yıl sonra Rus domatesleri soframızı süslerse hiç şaşırtıcı olmaz!..
Özetin özeti: Domates, biber, patlıcanı hafife alıp, betona, altına, dövize para yatıranlar ve buna özendirenler, umarız, çok geçmeden, her şeyin para ve çakma itibar olmadığını anlarlar...