Ders kitaplarına yönelik, öğretmen, öğrenci, veli eleştirilerini zaman zaman sizlerle paylaşıyorum. Çünkü çok önemli ama daha da önemlisi, bu eleştirilerin MEB nezdinde zerre kadar ciddiye alınmaması.
Yani devletin zaten kıt olan kaynaklarının heba olmasına yıllardır göz yumuluyor ve maalesef hepimiz de bunu sadece seyrediyoruz.
Önemli olan kitabı bedava vermek değil, en iyisini vermek!
Bunu yapabiliyor muyuz?
Hayır.
Peki, bedava verdiğimiz kitapların kıymeti biliniyor mu?
Örneğin Batılı zengin ülkelerde oldu gibi, o kitapları ertesi yıl toplayıp başka öğrencilerin yararlanmasına sunuyor muyuz?
Hayır!
İşte size, yaşanan tablonun özeti:
“Sayın Güçlü, inanın ders kitapları berbat. Hiçbir yararı yok. Bu yönde eleştiri yapan arkadaşlara katılıyorum. Evet, ben de ders kitaplarını hiç kullanmıyorum. Çocuklarımız, eğer TEOG ve üniversite sınavlarına giriyorsa, sistem bunu gerektiriyorsa, MEB, o zaman ders kitaplarını geliştirmelidir.
Soru bankası kitabı versinler.
İnanın kitaplar yetersiz bile değil, gereksiz masraf.
Yıllardır bir eğitimci olarak köşenizi ilgiyle takip ediyorum. Ben de yirmi yılını bu kutsal mesleğe vermiş bir öğretmenim. Zonguldak’ta görev yapıyorum. Cumartesi köşenizde bir meslektaşımızın yazısını okudum. Bu arkadaşımız bence yandaş olarak yazmış.
Milli eğitim için en büyük sorun kendi içimizden olmayan bakanların yıllarca Milli Eğitim bakanlığı yapmasıdır. Bir kere bir öğretmen yaklaşık on yedi yıl eğitim alarak öğretmen oluyor. Sonrasında sınavlara, sözlü mülakatlara girerek yandaş sendikaya üye olmak şartıyla öğretmen oluyor. Ne demek iki yılda bir sınava girsin öğretmen? Yok, geçemeyen ceza alsın. Bir meslektaşımızın bu önerisi benim için tamamen yandaş öğretmen kadrosu oluşturma hevesini aklıma getiriyor...”
Sınav odaklı eğitim!
Eğitim sistemimizin rayına oturması için sınav odaklı eğitimden kesinlikle vazgeçilmesi gerekir.
Dershaneleri kapatarak, güya, buna son verecektik, tam tersi oldu.
Neredeyse tüm okullar dershaneye dönüştü, ders kitapları çöpe atılıp, yardımcı ders kitapları baş tacı edildi.
Niye? Çünkü öğrencinin önüne konulan tek hedef var; o da TEOG, YGS, LYS!
Sınavı kazanırsan iyisin, kazanamazsan, bırak başkalarını, ilk önce, öğretmenlerinin ve ailenin gözünde bir hiçsin!
Bu sınavlar yüzünden çocuklarımızın yüzde 80’ini daha hayatlarının en başında sen hiçbir işe yaramazsın diye damgalıyor ve hayata küstürüyoruz.
Oysa hayat çok farklı.
Bu durum sadece bizde değil, pek çok ülkede aynı.
Dün izlediğim bir filmden çok çarpıcı bir sahne ve çok çarpıcı bir diyalog:
“Mezuniyet töreninin tam ortasında, salona giren eski bir mezun, öğrenciler arasında müthiş bir coşku yaratıyor. Çünkü o yıl Oscar almış! Mikrofona geliyor ve eğitim sistemini baştan aşağı sorgulamamız gereken şu sözleri söylüyor:
Başarılı bir öğrenci değildim. Beni hiç ciddiye almamış ve sürekli aşağılamıştınız. İlgim, matematik ve fen dersine değil, sinemayaydı ve siz bunu hiç anlamadınız. Ben şimdi bu Oscar ödülünü, sizin ödül vermekten kaçındığınız, öğretmenime veriyorum...”
Hayat böyle bir şey
Okullardaki hayat ile gerçek hayat birbirinden çok farklı. Oysa daha iç içe olmalı.
Her çocuğun başarılı olabileceği bir alan var deyip, o alanda ilerlemesi sağlanmalı.
Bizde ise yapılan tam tersi.
Çocuklarımızın tamamını tek hedefe koşturuyoruz.
Liselerde okutulan 200’e yakın dersten, YGS ve LYS’de, sadece 10’undan soru sorarak, diğerlerini tümüyle dışlıyoruz.
Örneğin sanatçı olmak isteyen bir öğrenciye bile temel bilimleri dayatıyoruz.
Tıpkı KPSS’de müzik, beden eğitimi öğretmenlerine bile dayattığımız gibi!
Sonunda ne mi oluyor?
Sınavlarda başarılı olsunlar diye neredeyse canlarına okuyup, hayattan kopardığımız çocuklarımız, daha yirmili yaşlarda yorgun ve bitkin halde hayat maratonundan kopuyor ve en önlerden en gerilere düşüyorlar.
Sınav şampiyonlarının zirvelerde görünmemeleri biraz da bu yüzden!..
Özetin özeti: Eğitim sistemimizin A’dan Z’ye sorgulanması gerekir ama bunu kim, ne zaman ve nasıl yapacak?..