676 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çerçevesinde, devlet ve vakıf üniversitelerinin rektörleri bundan böyle YÖK’ün önereceği üç aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanacak.
YÖK’ün ilk yıllarında da böyleydi.
YÖK öneriyor, Cumhurbaşkanı atıyordu.
Hatta çoğu zaman, YÖK ilk sırada kimi gönderiyorsa, o rektör oluyordu.
Cumhurbaşkanlarının ataması sadece sembolikti...
Pek çok ülkede de benzeri sistemler uygulanıyor.
Hatta bazı ülkelerde direkt Eğitim ya da Yükseköğretim Bakanı atıyor...
Yeni sistem, YÖK açısından da Cumhurbaşkanları açısından da sıkıntılı bir durum!
En doğru adayları önerseler ve en doğru atamaları yapsalar bile mutlaka eleştirenler olacaktır.
İşte bu yüzden, rektör olma kriterleri bir an önce belirlenmeli ve hayata geçirilmelidir.
Bu konuda dünyadaki örneklerden de yararlanabiliriz, kendimiz yeni kriterler de getirebiliriz...
Peki, bu kriterler ne olabilir?..
Gelin hep birlikte sesli olarak düşünelim ve tek tek yazalım.
Eksik kalırsa da siz tamamlayın.
Kriterler ne olmalı?
Üniversiteler artık çok büyük işletmelere dönüştü.
Öğrenci sayısı 100 bini aşan üniversitelerimiz var ve çoğu, pek çok ilimizden daha büyük.
İşte bu yüzden rektörlerin çok farklı özelliklere sahip olmaları gerekiyor. Örneğin:
* Akademik anlamda herkese örnek olacak bir donanıma sahip olmalı. Yayın ve atıf sayısı gibi akademik kariyerini aynı yerde mi yoksa farklı üniversitelerde mi yaptığı da göz önünde bulundurulmalı, yurtdışı tecrübesi aranmalıdır.
* Daha önce, bölüm başkanlığı, dekanlık, rektör yardımcılığı gibi idari bir görevde bulunmuş olmalı.
* Hedefleri olmalı! Üniversiteye, bilime, kente ve ülkeye neler kazandıracağını projelendirmeli.
* Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz özdeyişi çerçevesinde, bugüne kadar ne yaptığı, çok önemsenmelidir.
* Sevilen, saygı duyulan, dışa dönük, bulunduğu kentle uyum içinde olan ve en önemlisi de üretken biri olmalı!..
Ehliyet, liyakat, sadakat!
15 Temmuz sonrasında haklı olarak aranan en temel özellikler, iktidar tarafından da sık sık dile getirildi.
Neydi bunlar?
Ehliyet, liyakat ve ülkeye sadakat.
Rektörlerde de bu üç özellik öncelikle aranmalı ve sonrasında da üniversiteleri kalkınmanın lokomotifi haline getirecek donanımlara bakılmalıdır.
Eğer yeni atanan rektörler, bu özellikleri yerine getiriyorsa, değişim sancılı olmaz.
Yok eğer tersi bir tablo ortaya çıkarsa, bu en fazla, atayanları rahatsız eder.
Tıpkı daha önce olduğu gibi...
Büyük üniversite mi küçük üniversite mi?
Akademik çevrelerde, rektör atamaları kadar hatta daha fazla konuşulan bir diğer konu da üniversitelerin yeniden yapılandırılması.
Öğrenci sayısı 100 bini aşan üniversitelerimiz de var, 2, 3 bin olan da.
Peki, doğru olan hangisi?
Büyükler mi bölünmeli, yoksa küçükler mi birleştirilmeli?
Daha da önemlisi, üniversite sayımız artmalı mı, yoksa azaltılmalı mı?
Her iki konuda da ülkeden ülkeye değişen farklı uygulamalar var.
Kimileri, büyük üniversiteleri, aynı isim altında üçe beşe bölüyor.
Örneğin İstanbul 1, 2, 3, 4, 5 gibi.
Kimileri de ortak bir isim altında, ildeki tüm üniversiteleri ya da pek çoğunu aynı çatı altında topluyor.
Örneğin Bursa 1, 2, 3 gibi...
Bizdeki genel uygulama büyük üniversitelerin bölünmesi yolunda.
Örneğin Anadolu Üniversitesi bölündü, Osmangazi Üniversitesi doğdu.
Selçuk bölündü, Necmettin Erbakan; Uludağ bölündü, Bursa Teknik geldi.
Şimdi de Sakarya ve Isparta Süleyman Demirel üniversiteleri bölünecekmiş.
Çünkü Sakarya’da öğrenci sayısı 100 bine yaklaştı...
Yüksek öğrenimdeki okullaşma oranımızın, özellikle örgün öğretimde daha da artması şart. Ancak işsizlik oranının en yüksek olduğu kesimin üniversite mezunları olduğu da asla unutulmamalı.
Yani, yeni üniversitelerin açılması ya da öğrenci sayısının artması gerekiyor ama doğru planlama yapılması şart!
Birleştirme ya da bölünme konusunda kentten kente farklı uygulamalara gidilebilir. Yeter ki doğru kararlar alınsın...
Özetin özeti: Başı ağrıyan bir üniversitenin ne kendine ne de ülkeye bir yararı olur...