Çağımızın en değerli hazinesi, iyi yetişmiş insan gücü.
Genç nüfus da bu sıralamada en başlarda geliyor.
Ama çok daha önemlisi, insan gücü planlaması.
Yani ne kadar çok kalifiye elamanınız olursa olsun, eğer onlara istihdam olanağı sağlayamıyorsanız, ortaya derin bir hayal kırıklığı çıkıyor.
Öylesine garip bir noktadayız ki bazı alanlarda yüz binlerce yetişmiş insan gücü fazlamız varken, bazı alanlarda kalifiye eleman bulamıyoruz.
Bu konudaki en çarpıcı tespit ise tanımlanmış ve eğitimi yapılan meslek çeşitliliği.
Meslekler yelpazesinde, bizdeki meslek çeşitliliği bini bile bulmazken, gelişmiş ülkelerde on binin üzerinde.
Yine çok garip olan bir başka tespit ise ara insan gücünü adeta yok sayıp tüm gençleri üniversiteye yönlendirmemiz...
Ve son çarpıcı tespit:
İşsizlik sıralamasının en tepesinde üniversite mezunları yer alıyor!..
YÖK ve MEB ne yapıyor?
İnsan gücü planlamasında en büyük görev YÖK ve MEB’e düşüyor.
Ama gelin görün ki her iki kurum da görevini yerine getirmiyor ya da getiremiyor!
Eğitim sistemimizin dikiş tutmaması bu yüzden.
Siyasi baskılara karşı biraz dik durabilseler, ne onlar zor duruma düşecek ne de gençler hayal kırıklığına uğrayacak.
Eğitim ve gelecek mücadelesinde kazananı olmayan kör bir yarışın içerisindeyiz.
Devlet olarak en büyük bütçeyi eğitime ayırıyoruz, anne babalar olarak her türlü maddi ve manevi fedakârlığı çocuklarımızın geleceği için yapıyoruz, gençler olarak da sınav maratonunun köleleri haline geliyoruz!
Peki ya karşılığı?
Kaynak savurganlığı, plansızlık, işsizlik ve üzüntü, üzüntü, üzüntü...
Komik yaklaşım!
Yüz binlerce öğretmen şubatta atama bekliyor. Hem de aylardır, yıllardır.
MEB’e düşen görev, atama takvimini açıklamakken, mevcut tıkanıklığın nedenlerini araştırıp, yeni bir yol haritası çizmekken, öyle bir öneri getirdiler ki öğretmenleri zıvanadan çıkartmaya yetti de arttı.
MEB Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürü Doç. Dr. Semih Aktekin, Antalya’da düzenlenen bir seminerde konuşmuş ve şunları söylemiş:
“Öğretmen olarak atanmayı ümit eden 1 milyona yakın aday var.
Eğitim fakültesinde okuyan 228 bin, fen-edebiyat ve ilahiyat fakültelerin- dekilerle birlikte 100 bin civarında, formasyon alanlarla yaklaşık 1 milyon aday atamayı devletten bekliyor.
Oysa ihtiyacımız 100 bine yakın.
Onların öğretmen olamazlarsa başka sektörlerde istihdamı için seçmeli derslerle transfer edilebilir beceriler edinmelerini düşünmeliyiz.
Tarih okuyan artık müzeciliğe, turizm rehberliğine; Türk dili edebiyatı okuyan yerel gazetecilik ya da yayıncılığa; matematik okuyan bankacılık veya sigortacılığa yönelsin, özel sektöre gitsin. Her şeyi devletten beklemeyelim.
Fizik KPSS’de Türkiye birincisi olan biri, kamuda alım olmayınca ‘Birinciyim ama atanamıyorum’ diyor.
Tek alternatifi memurluk mu?
Gerçekten birinci ise birçok üniversitenin bilim kurulundan, kolejlerden davet gitmeliydi.
10 yıl sadece KPSS’ye girenler var.
‘Öğretmensin başka şey olamazsın’ diye şartlandırdığımızda kötülük yapıyoruz.
Tanımları değiştirmeliyiz. Eğitim fakültesi mezunu herkes hem reel şartlardan hem ihtiyaç azlığından öğretmen olamaz.
Eğitim fakültesini bitiren herkesin yapı, altyapı, kişilik olarak öğretmenliğe uygun olmayabileceği kabul edilmeli.”
Öğretmenlik aşkı!
Yukarıdaki sözlerle ilgili olarak kitap değil, ansiklopedi yazılır ama birkaç satırlık yerimiz var:
1. Öğretmenlik bir sevdadır. Israrla beklemeleri o yüzdendir. İçinde o aşk olmayan anlayamaz!
2. MEB bile eğitimde uzmanlaşmanın önemine inanmıyor, gidin başka iş yapın diyorsa, tuzun koktuğu andır!
3. İnsan gücü planlaması sıfır! Bu bakanlık mı, bu bürokratlar mı, bu akademisyenler mi geleceğimize yön verecek?
4. Madem öğretmen olmaya uygun değiller, niye o fakültelere alındılar, niye bu kadar fakülte açıldı, niye bu kadar formasyon eğitimi veriliyor?
5. Peki, öğretmenler diğer meslekleri yapacaksa, o mesleğin asıl sahipleri ne yapacak?..
Özetin özeti: Nerden nereye! Peygamber mesleği ve Atatürk’ün hayali öğretmenlik ne hallere geldi. Öğretmenleri “yemlenecek” kuşa benzeten bakanlar da oldu...