Tüm Türkiye’de uygulanacak dört günlük sokağa çıkma yasağı nedeniyle, gazeteler de üç gün mecburi bir ara vermek zorunda kaldı. Yıllardır bayram seyran demeden çalışan gazeteciler, korona molası vermiş olacak. Ancak bu üç gün için dopdolu bir “bayram özel gazetesi” hazırlandı. Umarım bu son yasak olur ve bayram sonrası hem yazılarımıza hem sevdiklerimize yeniden kavuşuruz.
Uzaktan da olsa bayramı yaşayalım
Uzun yıllardır bayramları bir tatil fırsatı olarak görüyorduk. Özellikle büyük şehirde yaşayan, yoğun çalışma temposu ve stresle mücadele eden aileler, memleket ya da aile büyüğü ziyaretleri yerine, tatil seçeneklerini değerlendiriyordu. ‘Modern’ hayat, bizi geleneklerimizden hızla uzaklaştırmıştı. Ancak ilk kez bir bayramda yasaklıyız. İstesek de aile büyükleriyle olamayacak, geniş bayram sofralarında buluşamayacak, çocuklara şeker veremeyecek, birbirimize sarılamayacağız. Belki korona ve beraberinde getirdiği bu yasak, geleneklerimizin güzelliğini yeniden hatırlatır bizlere. Bir arada
Son günlerde kendimi bir film setinde yaşar gibi hissediyorum. Mahallede yürüyüşe çıkınca, kime selam vermem gerektiğini anlayamıyorum, çünkü maskelerle herkes birbirine benziyor. Dün, yıllardır tanıdığım bir doktor bana doğru yürüyünce, kim olduğunu anlamadan konuşmaya başladım. Biriyle konuşurken, ne düşündüğünü ya da ne hissettiğini anlamakta zorlanıyorum, çünkü sadece gözlerine bakarak bir yorumda bulunmak çok zor oluyor. Markette, otobüste, yolda hep aynı donuk bakışlar sanki. Yüzümüzde duygularımızı karşı tarafa yansıttığımız onlarca mimik var ve maskeli iken bunları ayrıştırmak çok zor.
Empati, insanlık becerisidir!
Empati, insanı diğer canlılardan ayıran en büyük beceridir. Başkalarıyla duygusal bağ kurmamızı sağlar. Karşımızdakinin halinden, tavrından, neler hissediyor olabileceğini tahmin ederiz, duygularına dair fikir sahibi oluruz. Empati, insan olabilmenin olmazsa olmazıdır! Örneğin annenin, bebeğine ifadesiz bir yüzle baktığı ve bebeğin korku ve kaygı ile ağlama krizine girdiği “Still Face”
Koronavirüs mekânsal ihtiyaçlarımızda da köklü değişiklikler yarattı. Okulların kapandığı, süresiz evden çalışmaya geçildiği ve sokağa çıkma yasaklarının olduğu şu ortamda, evlerde mutlu olmaya çalışıyoruz. Hepimizin ihtiyacı, evimizde nefes alabileceğimiz, keyifli ve özel alanlara sahip olmak. Öğretim Görevlisi ve İç Mimar Öznur Özgan, insanların bu konudaki zorlanmalarını görerek, gönüllü mimarlar topluluğu ile “Evin İçin Fikrim Var” projesini geliştirdi.
“Evin için fikrim var” projesi nasıl ortaya çıktı?
Aylardır çok yoğun bir ev hayatı geçiriyoruz ve ne kadar böyle devam edeceğimiz belli değil. Evi büyük de olsa, küçük de olsa, herkes evin içinde özel alana ihtiyaç duyuyor. Kendimize keyif ve konfor sunacak alanlar yaratmayı, evlerimizi sevmeyi unuttuk. Bugüne kadar iç mimari bir lükstü. Ancak bundan sonra her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulacak bir alan. O nedenle insanlara destek olacak çözümler
Mustafa Kemal Atatürk, “Bütün ümidim gençliktedir” demiş. Ama bunu söylerken, umudu gençlere bağlayıp, yan gelip yatmaktan, yaşadığımız dünyayı lime lime sömürüp, canına okuduktan sonra, ‘biz yaşayalım da gençler nasılsa başının çaresine bakar’ gibi bir zihniyetten bahsetmemiş.
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı vesilesiyle, gençlerden özür dilemek istiyorum. Özür dilemek de çözüm değil biliyorum. Çünkü ne yazık ki onlara bu kadar kötü bir dünya bırakıyor olduğumuz için ve bunda payım olduğu için utanç duyuyorum. İnsanlık tarih boyunca çok zor zamanlardan geçmiş. Savaşlar, salgınlar, yıkımlar, kıyımlar hep olmuş. Ancak ben dünyanın kaynaklarını bu kadar kötü kullanan başka bir kuşak bilmiyorum. Ekilebilecek toprak oranını azalttık, içilebilir temiz suyu bitirdik, yakında yiyecek taze balık ve et bulamayacaklar. Hava kirliliği en üst seviyede. Yeşil alan kalmadı. Çocukların yedikleri, içtikleri, soludukları her şey hormonlu.
Çalışma verimliliğimi iyiden iyiye düşüren ev hayatının üstüne bir de güzelleşen havalar geldi. Evde kapalı da olsak, dışarıda pırıl pırıl parlayan güneş, mis gibi gökyüzü, doğanın canlı renkleri, şakıyan kuşlar, tüm konsantrasyonumu bozuyor. Bütün gün balkonda öylece oturup, dışarıyı izlemek istiyorum. Şair boşuna dememiş; “Beni bu güzel havalar mahvetti” diye!
“Eve ekmekle tuz götürmeyi, böyle havalarda unuttum” diyor ya Orhan Veli, işte ben de tezimi bitirmeyi böyle havalarda unutuyorum. Çalışma tempom nedeniyle oldukça geciken yüksek lisans tezim için sona yaklaştım. İlk başlarda evde olacak olmanın, bu işi kolaylaştıracağını ve çok daha hızlı bitireceğimi düşünmüştüm ancak hiç de sandığım gibi olmadı. Evden çalışmak bazı insanların verimliliğini arttırdı, bazılarınınkini düşürdü. İşte ben ikinci grupta olanlardanım. Üstelik bu sene bir ilk olarak, uzaktan tez savunması yapacak olmak da beni fazlasıyla geriyor. Böyle durumlarda çözüm olarak,
Hayatımızı her anlamda köklü değişikliklere zorlayan Korona virüs, bizi her geçen gün daha yalnızlaştıran, -mış gibi hayatlar yaşamaya mecbur kılıyor. Her sabah, dünya gündemini takip ederken, “bundan daha tuhafı olamaz” diyorum ama oluyor. İnsanlar bir şekilde var olmak ve hayata devam etmek için, farklı çözüm yolları arıyor. Ben mi tutucuyum bilemiyorum ama gidişat pek hoş değil. Sosyalleşme, bağlantıda olma, ilişki kurma gibi en temel ihtiyaçlarımız olmadan yaşanan hayat, nasıl bir hayat olur?
Restoranlarda cansız mankenlerle sohbet edeceğiz!
ABD’de bulunan üç Michelin yıldızlı bir restoran sosyal mesafe tedbirlerini daha az tuhaf hale getirmek amacıyla ilginç bir çözüme başvurmuş. Boş masaları cansız mankenlerle doldurarak içerisinin olduğundan daha kalabalık görünmesini ve kapasite sınırlamasını kolayca kontrol edebilmeyi amaçlıyorlar. Bu iş için özel olarak hazırlanan ve 1940’ların tarzı ile giydirilen mankenler kullanılacakmış. Amaç daha az tuhaf göstermek ama bence restoranda etrafta cansız mankenlerle
Kovid - 19 tedbirleri kapsamında haftalardır evlerinden çıkamayan ergenler genelde gergin ve mutsuz. Onlar ebeveynlerinin uyarılarından rahatsız, ebeveynler ise kafalarını ekrandan kaldırmayan gençlerden şikayetçi! Oysa evde olduğu zamanı fayda sağlayabilecek projeler üretmekle değerlendiren gençler de var. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı öncesinde, sizi harika iki gençle tanıştırmak istedim. Koç Özel Lisesi öğrencisi 11. sınıf öğrencisi Ayça Gürses (17) ve 9. sınıf öğrencisi Ada Uçar (15), pandemi döneminde artış gösteren kadına şiddet haberlerinin üzerine kafa kafaya verdi ve 9 Mayıs’ta Türkiye’nin İlk Dijital Kadın Hakları Zirvesi’ni düzenledi. Blossom Together adını verdikleri oluşum Türkiye genelinde uzmanları ve gençleri buluşturdu.
Blossom Together nasıl bir oluşum? Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Sosyal paylaşım platformu TikTok’a yine dava açılmış. Gerekçe de, çocukların veri gizliliği konusunda atılması gereken adımları atmaması! Daha önce de tüketici dernekleri tarafından buna benzer bir dava açılmış ve TikTok, 13 yaşın altındaki kişilerin videolarını platformdan kaldıracağı yönünde taahhütte bulunmuştu. Fakat halen bazı içeriklerin durduğu gerekçesiyle yeniden dava açıldı. Anlaşılan o ki, TikTok ödediği cezalara doymuyor çünkü gelirleri daha yüksek! Türkiye’de kullanıcı sayısı olarak neredeyse instagramı yakalamış durumda. Bizim evde, TikTok kullanıcısı yok. Ancak ‘komiklik’ adı altında çocukları kullanarak yapılan paylaşımları görüyorum. Ya da 13 yaştan küçük çocukların var olan hesaplarını. Ben bunu çocuk ihlal ve istismarının başka bir boyutu olarak görüyorum. Çocuklarımızın istismara maruz kalmaması için sokaklardaki güvenliğini bu denli düşünürken, dijital dünyadaki tehlikeleri neden düşünmediğimizi aklım almıyor.
Ebeveynler dikkat!
&