Önceki yazımda, kriz karşısında, Merkez Bankası’nın daha aktif olması gerektiğinden bahsetmiş ve Maliye ile Hazine’nin alması gereken acil tedbirleri anlatmıştım. Bugün de Merkez Bankamızın, ani kur artışları karşısında alması gereken acil tedbirlerden bahsedeceğim.
Merkez Bankamızın, hem Türk Lirası hem de döviz likiditesi yönetimi daha iyi yapılabilir. Yeter ki, döviz rezervlerindeki azalmadan ve piyasadaki paradan korkmasın.
Kurlardaki artış, beklenilen şeydi; normaldir. Bu gelişme, Merkez Bankası’nı kesinlikle telaşa sokmamalı.
Merkez Bankası, “beklenti yönetimi”ni iyi yapmalı. Türk Lirası’nın olması gereken gerçek değerini iyi hesaplamalı; döviz satışlarının tümünü, bu hesapladığı değerin üzerinde ve hiç çekinmeden yapmalı.
Merkez Bankası’nın, şu prensipleri çok iyi bilmesi gerekiyor:
a) Kriz sırasında, hiçbir fiyat çıkmadan düşmez. Dolayısıyla, Merkez Bankamızın bu aşamada, döviz fiyatındaki çıkışı durdurma görevi olamaz.
b) Çıkan döviz bir süre sonra, misliyle ve daha ucuz fiyattan geri gelir. Böylece, fiyat farkı kadar piyasadan para çekilmiş sayılır. Bu nedenle, eldeki dövizin gerekirse tümünü “kesin satış” ile satmaktan korkulmamalıdır.
Yapılması gerekenler
Merkez Bankası, ekonomik krizin etkilerinin azalması için, yapması gerekenin tümünü yapamıyor. Dolar, “2.2 YTL”yi geçip orada kalırsa, siyaset adamlarının sorgulanmaları ve değerlerinin düşmesi de gündeme gelecek. 2000 yılında yapıldığı gibi. Şimdiden, Derviş gibi bir “satıcı” aramaya başlamak lazım.
Merkez Bankası Guvernörü Durmuş Yılmaz geçen hafta sonunda verdiği demeçte, likiditeyi iyi yöneten ülkelerin krizi az hasarla atlatacağını söyledi. Oysa, halen, ülkemizde likidite yönetimi, daha iyi yapılabilir.
Piyasanın önüne geçmesi gereken Merkez Bankası, piyasanın arkasında kaldı. Halen, Merkez Bankası döviz depoları piyasasında, kısıtlı miktarda döviz sağlıyor. Açık piyasa işlemleriyle de sistemi fonlamaya çalışıyor.
Bankalar çekinir
Merkez Bankası’nın, piyasayı yönetirken, çok iyi bilmesi gereken şeyler var.
1) Bankalar, Merkez Bankası’na gerçek durumlarını açıklamaktan çekinirler. Kendilerini, olduklarından çok iyi göstermek durumundadırlar.
2) Bankalar, Merkez Bankası kaynaklarını, en son başvuracakları yer olarak görürler ve bizler Merkez Bankası’ndan kesinlikle bilgi sızmayacağını bilsek de bankalar, kendilerinden sızan her türlü bilginin Merkez Bankası kaynaklı
Maliye Bakanı, bir cin fikir daha açıkladı. Yurt dışındaki paraların getirilmesi için düğmeye basılıyormuş. Bakan, herkes parasını Türkiye’ye getirsin; hiçbir soru sormayacağız; vergi bile almayacağız; geriye dönük işlem yapmayacağız, dedi.
Paralar, çuvalla bile getirilebilecek. Sadece, paranın uyuşturucu, terör finansmanı, insan kaçakçılığı gibi kirli işlerle ilgili olup olmadığı araştırılacak.
Bu operasyonun, “Deniz Feneri” yolsuzluğunu legalleştirmek için yapıldığı, açıkça anlaşılıyor.
Çünkü, onun dışında hiçbir para bu tedbirlerle yurtdışından gelmez. Neden mi?
Dışardan para gelmesi için, bu paralar için, sizin dış ülkeden farklı bir avantaj sunmanız gerekir. Böyle bir niyet veya uygulama önerisi yok.
Karşılıklı vergi anlaşması...
Geçen haftaki yazımda, 1929 Büyük Dünya Ekonomik Krizi hakkında, Yorgaki Effimianidis’in 1935 yılında yazdığı “Cihan İktisad Buhranı Önünde Türkiye” isimli kitaptan bahsetmiştim. Bu kitapta, hem kriz hakkında dünya düşünür, siyasetçi ve iktisatçılarının görüşlerine yer verilmiş, hem de Türkiye’nin ne yapması gerektiği üzerinde durulmuş.
1929 dünya ekonomik krizi hakkında, 1930’lu yıllarda görüş bildiren ünlü bazı kişiler, çok kısaca şunları söylüyor:
Henry Ford: Tüketim üretime, yani talep arza bağlıdır. Üretim ne kadar iyi ve fazla ise tüketim o kadar artar. Bugün, zannedildiği gibi, üretim fazlalığı yoktur. Olsaydı, zaten tüketim artardı. Toplumlarda yaratılan tasarruflar, üretimin emrine verilmelidir.
Ekonomik durgunluğun 3 sebebi var. İktisadi işlemler ve mal alım satımı durmuş, halkın alım gücü yok edilmiş ve sanayiciye kaynak sağlanamamıştır. Şirketlerin devamlı büyümeleri sürdürülmedikçe, borsaların çöküşü önlenemez. Bu konuda, devletler de ellerinden geleni yapmalıdır. Bu durum, sonraki krizler için de geçerlidir.
İktisat savaşı
Lloyd George: Merkez bankalarının banknot emisyonları, tamamen altın karşılığı yapılmaktadır. Buhran sırasında, 2-3 ülke altın
Yabancı ilaç şirketleri, yerli ilaç şirketlerine ilaç lisansları vermek, onlarla ortaklık yapmak veya Türk ilaç şirketlerini almak için kolları sıvadılar. Bu cümleden olmak üzere, önde gelen uluslararası ilaç firmalarından Merck Sharp & Dohme’nin (Merck) CEO yardımcısı ve bölüm başkanları, bu hafta içinde, ülkemizde girişimlerde bulundular; hem Sağlık Bakanlığı, hem işadamları, hem de medyayla görüştüler.
Bu kriz ortamında bile, uluslararası ilaç şirketlerinin bu istekli davranışı, önümüzdeki yıllarda Türk ilaç sektörünün çok süratle büyüyeceği ve sektörde giderek yabancıların hâkimiyetinin artacağı anlamına geliyor. Bu gelişmeler, mevcut Türk ilaç firmalarının değerini de gittikçe artırıyor.
Önümüzdeki 5-10 yıl içinde, Türkiye ile birlikte Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya dünyanın en büyük ilaç pazarları arasına girecek. Yapılan hesaplamalar, Türkiye’nin 5-6 yıl içinde, dünyanın 15 büyük ilaç pazarından biri olacağını gösteriyor. Önümüzdeki 5 yıl içinde, dünya ilaç pazarındaki büyümenin yüzde 50’si, büyüyen piyasalarda gerçekleşecek ve bunun içinden en büyük payı da, Türkiye dahil yukarıdaki 5 ülke alacak.
İşte bu nedenle, Merck’nin üst yönetimi, zamanının yüzde 30-40’ını bu
Bundan önceki Büyük Dünya Ekonomik Krizi hakkında birçok kitap yazıldı. Bunlardan biri de, Yorgaki Effimianidis tarafından 1935 yılında yazılan “Cihan İktisad Buhranı Önünde Türkiye” isimli kitap. Bu kitapta, hem kriz hakkında dünya düşünür, siyasetçi ve iktisatçılarının görüşlerine yer verilmiş, hem de Türkiye’nin ne yapması gerektiği üzerinde durulmuş.
Düşünür ve siyaset adamlarının bazıları, krizin nedenini üretim fazlalığı ve tüketim azlığına bağlarlarken; diğerleri, Birinci Dünya Savaşı sonrasında ülkelerin bölünmesi ve yeni devlet oluşumlarının, ticareti olumsuz etkilediği üzerinde duruyorlar. Yine, hisse senedi, bono, çek gibi kıymetli evrakın yatırımcılar tarafından kabul edilmemesini, krizin nedeni olarak gösterenler var.
Üretimin bilimsel yapılmadığı; işçi ücretlerinin düşürülmesiyle, bu sınıfın alım gücünün düşürülmesinin krizi körüklediği; devletlerin vergi artırımına gitmesi sonucunda da tüketimin tamamen azaltıldığı; serbest piyasa ve mal alım satımındaki eksikliklerin de krizi etkilediği, biçimindeki görüşler de öne çıkıyor.
Kitabın yazarı ise, bu görüşlerin hepsinin doğru olduğunu söylüyor.
Gerçek şu ki, daha sonra 1929 Dünya Ekonomik Buhranı üzerinde yapılan
Dünya ekonomi krizine, bizim 1994 yılında karşılaştığımız kriz sırasında gerçekleştirdiğimiz uygulamaların bir bölümüyle, çare aranıyor. 1994 yılındaki krizde, 3 bankanın batışından sonraki panikte, mevduat çekilişini önlemek için bankalardaki mevduata tam güvence verilmişti. Şimdi, da bankalar, ard arda iflasa sürüklenmeye başlayınca, Avrupa’da mevduata tam güvence gündeme geldi.
2 Ekim Perşembe günkü Vatan gazetesi’nin ekonomi sayfası, bu konuya ayrılmıştı. Gazete, şunları yazdı: “Türkiye, 1994’teki büyük güven bunalımını, banka mevduatlarının tamamına, devlet güvencesi vererek atlatmıştı. O dönemin ekonomi gazetecileri, krizden bir süre önce görevinden ayrılan Merkez Bankası Başkanı Rüştü Saracoğlu’nun doktrinine körü körüne bağlı oldukları için, yeni Merkez Bankası Başkanı Yaman Törüner’in attığı hiç bir adımı beğenmiyordu.
Törüner’in mevduata tam güvence modeli de, ekonomi basınından büyük eleştiri almıştı. Saracoğlu ekolü gazeteciler sistemi, “Alınan riskin karşılığında bir teminat olması gerekir. Bu sistemin mantıklı aktüeryal(sigorta) yapısı yok” diye eleştirdiler.
Huysuzlanan basını, bir süre sonra Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı’na getirilecek olan merhum Prof.
Evet, krizler konusunda tecrübeliyiz. Ama, krizleri önleyecek tecrübemiz yok. Kriz çıktıktan sonra, ne yapacağımızı öğrendik. Ama, testi kırılmadan önce, çocuğu azarlamayı öğrenemedik. En azından, devlet sektöründe bu böyle. Özel sektör, nispeten, kriz başlangıcı hareketlenmeler karşısında daha uyanık.
Bu sefer de, öncekilerde olduğu gibi, bürokratlar, sorumluluğu hükümete atma operasyonuna başladı. Neyse ki, bürokratlar, medyadaki destekçileri aracılığıla konuşmadılar.
Sıra, bürokratların, “yakan top”u birbirine atmalarına geliyordu ki, Başbakan işe el koydu. Başbakan’ın ciddi tavrı olmasaydı, ekonomiden sorumlu bakanlar arasında da, karşılıklı atışmalar başlayacaktı. Çünkü, hem bürok-ratlar hem de siyasiler yetki kullanma, ama sorumluluk almama peşindedirler.
Piyasayı rahatlattı
Hafta içinde, bir televizyon kanalında yaptığım açıklamada, krizi önleme adına, neler yapılması gerektiğini anlattım. Bu konuşma büyük yankı yaptı. Konuşmanın ardından hem Merkez Bankası, hem BDDK ve hem de bankalar,