Eşim, taşınabilir, üstü açılabilir, tekerlekli, hijyenik ve evcil hayvanların içinde olmaktan zevk aldıkları bir “köpek kulübesi” modeli geliştirdi. Evcil hayvanlar ve özellikle de köpekler bu kulübenin içinde kendilerini sahiplerinin yanında hissediyorlar. Üstelik, istenirse, kulübe bir kapı girişine yerleştirildiğinde, evcil hayvanlar istediklerinde dışarı çıkabiliyorlar.
Kulübe, üstü açık veya kapalı olarak kullanılabiliyor; evin içinde ve bahçesinde, tekerlekleri sayesinde, kolayca hareket ettirilebiliyor. Asıl özelliğini ise burada anlatmıyorum.
Her neyse, bu modelin, hem Türkiye’de hem de ABD’de “patent”ini almaya karar verdik. Her iki ülkede de ayrı ayrı başvuru yapıldı. Türkiye’de “patent” alınması hem daha kısa süre içinde oldu; hem de daha ucuza mal oldu.
ABD’deki patent, Ekim 2008 ayı içinde geldi. Burada, ABD patentini aldıktan sonra yaşadıklarımızı anlatmak istiyorum. Patent ve avukat ücreti, Türkiye’dekinin 4 misli, yaklaşık 4.000 dolar tuttu. Ancak, ekonomik kriz nedeniyle, ödemenin hemen yapılması halinde, 2.000 dolarla yetinebileceklerini söylediler. Böylece, en başta anlaştığımız ücretin yarısını ödeyerek patenti aldık.
Türkiye’de “patent” alındığından
Geçen yılın ekim ayı başından beri, sadece Türk Lirası (TL) değil, diğer gelişmekte olan ülke paraları da dolar karşısında değer yitiriyor. Bu durum, ABD’de Lehman Brothers’ın iflası sonrası başladı. Bir örnek verilmesi gerekirse, 2008 yıl başı 100 kabul edildiğinde, TL yüzde 48; Brezilya Pezosu ise yüzde 41 değer yitirmiş bulunuyor.
ABD ekonomisinin kötü günler yaşadığı bu günlerde, bu ülkelerde doların değer kazanmasını, ülke piyasalarından ciddi miktarlarda döviz çıkışı olmasına, bağlayabiliriz. Yani, değer kazanma durumu, yalnız bizim paramız için söz konusu değil ve sıcak para akışı yeniden başladığında, TL yeniden değer kazanacak.
2007 Kasım ayı sonuyla karşılaştırıldığında, 2008 Kasım ayı sonu itibariyle, Türkiye’de “sanayi üretimi”nin yüzde 14 düştüğü görülüyor. Düşme oranı, Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 5 ve ABD’de yüzde 6 civarında. Hindistan ve Çin’de ise, düşme değil, üretim artışı oranında azalma var.
Bu rakamlar, global krizin bizi en az ABD ve Avrupa kadar etkileyeceğini gösteriyor. Hatta, etki, bu ülkeleri bile aşabilir. Krizin, gelişmekte olan ülkeleri, daha fazla etkileyeceği açık. Yani, “Krizi fırsata dönüştüreceğiz” söylemlerinin, içi dolu değil.
Yukarı
Kriz sırasında, reel sektör için yeterli tedbir alınmazsa, halen sağlıklı olan şirketlerin durumu da bozulacaktır.
- Deflasyon (mal ve servis fiyatlarının düşmesi) halinde, şirketlerin kredi geri ödemeleri de zorlaşacağı için, bu durum, bankaların sıkıntılarını da artıracaktır.
- Yani, ekonomileri artık, “yüksek enflasyon” değil; “yüksek deflasyon”, tehdit ediyor.
- Sanılanın aksine, krizin, bizim gibi gelişmekte olan ülkeleri oransal olarak daha fazla etkileyeceği anlaşılıyor.
- Kurtarma paketleri ve vergi gelirlerinin düşmesi nedeniyle, devlet maliyeleri de zor durumda kalacaklar ve ilave borçlanmak veya merkez bankaları kaynaklarını kullanmak zorunda olacaklardır.
- Müdahale edilmeyerek, krizin dibe vurmasına izin verilse, toparlanma çok daha çabuk olacaktır. Ancak, devletler, yaşın yanında kurunun da yanmaması amacıyla, dibe vurmaya izin vermiyorlar.
- Krizde borsaların kaybı halen 30 trilyon doları buldu. Dolayısıyla, ciddi bir düzelme başlamadan borsalar bu kaybı karşılayamazlar.
Enflasyonun tam tersi sayılan “Deflasyon” mal ve servis fiyatlarının düşmesi anlamına geliyor. Bu durum, ekonomilerdeki durgunlukla, hem üretimin düşmesi hem de işsizlik oranlarının giderek yükselmesiyle sonuçlanıyor. Global krizin genişleme istidadı göstermesiyle, tüm dünyadaki ekonomi yöneticilerini deflasyon korkusu sardı.
Yani, artık merkez bankalarının “düşük enflasyon sağlama” ile ilgili hedefleri rafa kaldırılıyor. Merkez Bankamızın da salt bu radikal tercih değişimi nedeniyle, “enflasyon hedeflemesi” programını gözden geçirmesinin zamanı geldi.
Artık, gelişmiş ekonomiler ile gelişmekte olan ekonomiler arasında da, büyüme bakımından farklar azalıyor. Önceki yıllarda, yüzde 6-10 arasında büyüyen gelişmekte olan ekonomiler, bu yıl ortalama yüzde 3 civarında büyüyebilecekler.
Gelişmiş ülkelerdeki büyüme oranı ise, eskinin altında ama yüzde 1-2 oranında olabilecek. Bu rakamlar, krizin gelişmekte olan ülkeleri, oransal olarak daha fazla etkileyeceğini gösteriyor. İşte, bu nedenle, bizde de gecikilmeden reel sektör için tedbir alınması gerektiğini söyleyip duruyoruz.
Neredeyse bütün hükümetler, enflasyonla mücadele programlarını rafa kaldırdılar. Reel sektörlerini iflasa
Yabancıların satın aldığı hisse senedi ve devlet kâğıtları portföyü süratle düştü. Son 6 ay içinde, yurtdışında yerleşik kişilerin aldığı hisse senetleri, 50 milyar dolardan 23 milyar dolara ve devlet kâğıtları da 31 milyar dolardan 20 milyar dolar seviyelerine düştü.
Sadece, bu işlemler nedeniyle, global kriz sırasında, 38 milyar dolar ülkemizi terk etmiş görünüyor. Daha fazla çıkış olmayacağını veya çıkışların sınırlı olacağını düşünürsek, içeridekilerin dövize dönüşü başlamadığı sürece, bu piyasalarda döviz talebi yönünden, fazla risk görülmüyor.
Buna ek olarak, reel sektörün dış borcu da azaldı. Son 3 ayda, reel sektörün dış borcu 139 milyar dolardan 119 milyar dolara indi. Reel sektörün, son 3 ay içinde, dışarıya, yaklaşık 20 milyar dolar ödeme yaptığı anlaşılıyor.
Reel sektörün toplam borcunun, vadesi 1 yıl içinde gelecek olan bölümünün, 36.8 milyar dolar olduğunu ve bunların bir bölümünün yenilenebileceğini düşünürsek, bu yıl yaklaşık 15 milyar dolarlık bir reel sektör borcu ödeneceğini düşünebiliriz. Bu miktar da karşılanabilir seviyede.
Kasım 2008 sonu itibariyle, kamu sektörünün iç borcu 175 milyar dolar. Kamunun dış borcu ise, 67.7 milyar dolar. Bu rakamlar,
Global kriz büyüyor. ABD’de, Citibank’ı kurtarmak için alınan tedbirler boşa çıktı. Citibank, bölünüp, karlı bölümü ile yeni bir banka ortaya çıkarılacak. Şimdi, Bank of America’nın da kurtarılması gündemde. Yeni başkan Obama, Cuma günü krizin daha da derinleşeceğini açıkladı. ABD’deki kötüleşme, Avrupa ve Asya’ya yansıyacak. Bu krizden, biz de payımızı alacağız.
ABD ve Avrupa’da, krize karşı ciddi tedbirler alınırken, bizimkiler, alınan tedbirlerin devamını getiremedi. Ülkede, sadece ekonomik değil, siyasi tedbirler alınması da gerekiyor. Oysa, Sayın Başbakan başta olmak üzere, politikacıların gündeminden, siyasi çıkışlar, çekişme ve hesaplaşmalar inmiyor.
Kredilerde artış yok
Önümüzdeki mahalli seçimlerde Saadet’e oy kaptırmama adına, gereksiz sınırlara ulaşan bir İsrail karşıtlığı yaratıldı. İlkokullara siyaset sokulup, minicik çocuklara Filistin bayrakları verildi. Bu tahrik sonucu, İsrailli ortakları bulunan Bank Pozitif bombalandı. Ergenekon davası, gereksiz yere sulandırıldı.
Kanadalı meczup Güney’in konuşması TRT’den saatlerce yayınlandı. Ana muhalefet partisi bile, Ergenekoncu gösteriliyor. Ülke kamplara bölündü. Bu haliyle, siyasilerin iç ve dış politikadaki
Ekonomi konusunda gazete köşelerinde yazı yazanlar da tarih veya siyaset yazarları gibidir:
- Sürekli biçimde, mevcut hükümetlerin, bürokratların ve onların politikalarının aleyhinde veya lehinde yazanlar. Bunlar, genellikle sınıfsal çıkarlarını gözetirler. Ekonomi politikalarının tümüyle dünya çapında yönlendirildiğini düşünürler. Ekonomik ve siyasi her yeni gelişmeyi, yarattıkları veya inandıkları bir komplo teorisinin içine yerleştirirler. Onlara göre, ekonomik ve siyasi olaylar, tamamen, bir sömürü düzenine ve/veya ülkenin bölünmesine ve/veya rejimin değiştirilmesine hizmet etmek üzere yönlendirilmişlerdir.
- Bazılarının birkaç şapkası vardır. Örneğin, yazarlık yaparken, aynı zamanda danışmanlık da yaparlar. Bunların bazıları, yazarlıkları sırasında, şapka değiştirmeyi unutup, inanmasalar da danışmanlık yaptıkları sistemi savunurlar.
Bazıları dışarıda parayla ders-konferans verir, ansiklopedi vs. yayımlarlar, para veya sponsorluk karşılığı TV programları yaparlar. Zaman zaman şapka değiştirmeyi unuttuklarında, kendilerine maddi çıkar sağlamayanların aleyhinde yazarlar, konuşurlar. Bazılarının, çaktırılmasa bile, iş takipçiliği vardır. Onlar da şapka değiştirmeyi
İçinde bulunduğumuz global krizin hem nedenlerinden hem de en çok etkilenen enstrümanlardan biri olarak “Hedge Funds” gösterilebilir. “Hedge Funds” terimi, Türkçeye “Korunma Fonları” veya “Serbest Yatırım Fonları” olarak çevriliyor. SPK’nın da bu konuda bir tebliği bulunuyor.
“Hedge” fonları, yatırımların, çeşitli piyasa açıklarından faydalanılmak suretiyle, olağanın çok üzerinde getiri elde edilecek biçimde yönlendirilmesini sağlayan fonlar olarak tanımlanabilir. “Hedge” fonları, genellikle, çeşitli menkul kıymetleri veya diğer varlıkları genel bir “havuz hesabı” içinde bulundururlar.
Bu fonların hisseleri, resmen kayda alınmamıştır; yani, maalesef “hedge” fonları, dünyada resmi bir organ tarafından, tam anlamıyla kontrol edilebilen yatırımlar değildir. Dolayısıyla, yatırımları her türlü spekülasyona ve riske açıktır. Ancak, yatırım aşamalarında kullanılan enstrümanlar, ayrı ayrı kontrol edilebilmektedir. Bu bakımdan, “hedge” fonları, “sentetik yatırımlar” olarak adlandırılabilir.
İlk “hedge” fonunun 1949 yılında, Alfred Jones tarafından ABD’de kurulmuş olduğu ve 2 yıl gizli kaldığı biliniyor. Bu fon, önce menkul kıymetlere yatırım yapmış, sonra da, portföyün riskini