Kriz Avrupa’yı gittikçe daha derinleşerek vuruyor. Global krizden en büyük ölçüde etkilenen Almanya ve Fransa’da politikacılar, dikkatleri başka yere çekme adına Türkiye’ye yükleniyor ve ikide bir, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) giremeyeceğini vurguluyorlar.
Euro kullanan 16 ülkede yılın ilk 3 ayında gayri safi milli hasıla (GSMH) yüzde 2.5 düştü. Böylece, bu konudaki yıllık düşüş yüzde 10’a ulaşıyor. AB’nin en büyük ekonomisi Almanya’da, ilk 3 aylık GSMH düşüşü, ortalamanın üzerinde ve yüzde 3.8. Bu rakamlar, bütün beklentilerin en kötüsü. İtalya’da yüzde 2.4; İspanya’da yüzde 1.8 ve Fransa’da da yüzde 1.2 GSMH düşüşü var.
Bu küçülmeye rağmen, euro, dolar karşısında yükseliyor. Bu yükseliş, AB Merkez Bankası’nın krizi iyi yönetemediği anlamını taşıyor. GSMH’nin herhangi bir 3 ayda yüzde 0.1 bile düşüşü, AB ülkeleri için büyük bir kriz
“Global Kriz”le yatıp kalkılan bu günlerde, ekonomi sözlüğümüze de yeni kavramlar katıldı. Bunlar arasında, “zehirli (toksik) varlıklar”, “stres testi”, “krizin teğet geçmesi”, “krizin fırsata dönüştürülmesi” gibileri bulunuyor.
Global krizin en çok sarstığı ülkelerde de, krizden en çok ve en az etkilenen şirketler mercek altına alındı. Wharton Scholl da, kazanan ve kaybeden şirketlerdeki özellikleri inceleyen bir kitap yayımladı. Alfred A.Marcus’un, Big Winners and Big Losers kitabı, krizden önce hazırlanmış olmasına rağmen, kazanan ve kaybeden şirketleri inceliyor. İlginç olan o ki, kitabın öngörüleri, global kriz sırasında gerçekleşti. 100 büyük şirketin incelendiği kitapta adı geçen şirketlerde yapılan tüm test sonuçlarıyla, iyi ve kötü değerlendirmeler büyük oranda tuttu.
Krizin fırsata dönüştürülmesi için
Krizden güçlenerek ve zayıflayarak çıkacak şirketlerin, ortak özellikleri var:
-
Zenginlerle, fakir ve orta sınıf arasındaki temel fark, paranın ne işe yaradığı konusundadır. Fakir ve orta sınıf para kazanmak ve bu parayla günlük masraflarını karşılamak için, çalışır da çalışır. Zengin sınıf ise, paranın kendileri için çalışmasını sağlamıştır. Para, zengin sınıfın hizmetindedir. Zengin, mütemadiyen yeni varlıklar satın alır; zenginliğini artırır.
Fakirin sadece masrafları vardır; tasarruf yapamaz. Orta sınıf ise, borçlanarak varlık sahip olma peşindedir. Yani, “varlık zannettiği yükümlülükleri” vardır. Kredi alarak, ev ve araba almıştır; onların taksitlerini ödemeye uğraşmaktadır.
Zenginler, varlıklarından elde ettikleri gelirlerle harcamalarını yaparlar. Çoğu zaman da bu gelirlerini şirketlerinden geçirip, masraflarını da şirketlerine yazarak, gerçekte, fakir ve orta sınıftan az vergi öderler. Bilhassa, kayıtdışı ekonominin bulunmadığı ülkelerde, zenginin daha da zenginleşmesinin temel unsuru budur. Yani, zenginler önce kazanır, sonra harcar, en son kalandan vergi öderler. Para kazanmak için çalışan fakir ve
Amerikalı George Friedman, “Gelecek 100 Yıl” kitabında, bu yüzyılda Türkiye’nin dünyadaki hâkimiyetinin çok artacağını; fakat ABD’nin liderliği bırakmayacağını iddia ediyor. Ona göre:
- Okyanuslara ve uzaya hâkim olan ülke, dünyanın lider ülkesi olacaktır. Bu ülke, halen ABD’dir ve 21. yüzyılda da, dünyada ABD hâkimiyeti sürecektir. Dünyanın çekim merkezi, şimdiden, Avrupa’dan ABD’ye kaymıştır. Halen, dünyadaki mal ve hizmetin % 26’sı, ABD tarafından üretilmektedir. Hiçbir ülke, ABD’ye karşı savaş tehdidi oluşturamamaktadır. Dünyadaki ABD faaliyetini kontrol etmek, neredeyse olanaksızdır.
- Büyük denizlere ve uzaya hâkim olan ülke, dünya ticaretini de yönlendirecektir. Bu ülke, ABD’dir ve ABD doları, 21. yüzyılda da tahtını koruyacak ve bir numaralı rezerv para olma hüviyetini sürdürecektir.
- Sanılanın aksine, 21. yüzyılda çok büyüyecek ve genişleyecek yıldız ülkeler, Çin ve Hindistan değildir.
2008’in son 3 ayından beri büyüme düşüyor ve düşmeye devam edeceği tahmin ediliyor. Büyümenin düşmesi, hem ihracat ve hem de ithalattaki düşmeyi beraberinde getiriyor. Diğer bir bakışla, ihracattaki düşüşün, üretimdeki düşmenin önemli bir nedeni olduğunu ve ithalatı da frenlediğini söyleyebiliriz. Global durgunluk ülkemizi de etkiliyor.
Ekonomi yönetimi likiditeyi artıracak ve reel sektörü destekleyecek tedbirler alıyor. Almaya da devam edecek. Vergi indirimleri ve bütçe fazlasındaki düşme eğilimi, bu tedbirlerin bir sonucu. Seçim ekonomisi sırasında, hükümetin oy toplamak için yaptığı harcamalar da ekonomik durgunluğun aşılmasında yardımcı bir tedbir oldu. Belki, tarihte ilk kez, seçim popülizmi faydalı bir sonuç doğurdu.
Bir önceki yıla göre, sanayi üretiminde yüzde 21.3, dayanıklı tüketim maddeleri üretiminde yüzde 25.4, ihracatta yüzde 25.7, otomobil üretim ve ihracatında yüzde 60.3 oranında düşmeler görüldü. Hükümetin son aldığı
Yunanistan ve Güney Kıbrıs, tarihlerinde görülmemiş ölçüde silahlanıyor. Son 5 yıldır, dünyanın en çok silah ithal eden ülkeleri arasında Yunanistan 5. sırayı aldı. Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki silahlanma hareketi de Ortadoğu ülkelerinin birçoğunun üzerinde.
Silahlanma yarışında, Çin lider. Onu, Hindistan, Birleşik Arap Emirliği, Güney Kore ve Yunanistan izliyor. Çin, 2004-2008 döneminde, dünyada satılan silahların yaklaşık yüzde 11’ini satın almış durumda.
Onu, yüzde 7 ile Hindistan izliyor.
Yunanistan ise, bu dönemde dünyada satılan silahın yüzde 4’ünü satın almış vaziyette. SIPRI’nin (Stockholm International Peace and Research Institute) bilgilerine göre, Yunanistan, silahların yüzde 31’ini Almanya’dan, yüzde 24’ünü ABD’den, yüzde 24’ünü Fransa’dan aldı. Diğer ülkelerden alınan silahlar ise, yüzde 21 oranında bulunuyor.
Son 5 yılda, silah ticareti yüzde 20’den fazla büyüdü. Bu dönemde, Ortadoğu ülkelerine
Geçtiğimiz dönemde Sağlık Bakanlığı ciddi atılımlara imza attı. Sağlıkta alınan tedbirlerin mevcut hükümetin oy potansiyeli üzerinde önemli katkısı var. Zaten, bu nedenle de, Sağlık Bakanı’nın değiştirilmesi hiç düşünülmedi.
“Sağlık sisteminin sağlığı”, neredeyse tüm dünya hükümetlerinin en başta gelen sorunları arasında. “İlaç sağlama ve fiyatlandırma” konusu ise, sağlıkta en büyük harcama kalemini oluşturuyor. Bu konuda, bazı önemli tespitler var:
- İlaçta en büyük kâr, yeni ilaç bulmakta, keşfetmekte.
- Bu nedenle, her yıl milyarlarca dolarlık araştırma çalışması yapılıyor.
- Araştırmacı ilaç firmaları, çok büyük ölçüde, sadece ABD ve Avrupa ülkelerinde.
- Yeni ilaçları icat eden firmalar özel sektör firmaları.
- Dolayısıyla, yeterince kâr olmadıkça veya öngörülmedikçe, bu firmalar buldukları ilaçları piyasaya sürmüyorlar.
Merkez Bankası, bu yılki enflasyon raporunun ikincisini yayımladı. Çok iyi hazırlanmış. Enflasyon raporlarının içinde, önemli bilgi ve veriler var.
Önceki raporda, Merkez Bankamız , dünyadaki diğer merkez bankaları ile karşılaştırılmıştı. Yapılan karşılaştırmalar, dünya merkez bankalarının artık benzeşmeye başladığını gösteriyor.
Hemen hemen dünyadaki tüm merkez bankaları, ülkelerinin gelişmişlik düzeylerine göre, aynı politikaları güdüyor. Güdülen bu politikaların da, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar tarafından empoze edildiği anlaşılıyor.
Örneğin, tüm merkez bankaları, ülke parlamento ve hükümetlerine hesap vermeye başladı. Yılda 4 kez hazırlanan “Enflasyon Raporu” da, Merkez Bankamızın para politikası hakkında kamu oyuna ve hükümete verdiği bir rapor niteliğinde. Ayrıca, yılda 2 defa hükümete “Merkez Bankası Bilgilendirmesi” yapılıyor. Merkez Bankamız “Para Politikası Karar Özetleri”nin açıklanması da, “ne yaptığını bilen merkez bankası” görünümü