Bundan önceki Büyük Dünya Ekonomik Krizi hakkında birçok kitap yazıldı. Bunlardan biri de, Yorgaki Effimianidis tarafından 1935 yılında yazılan “Cihan İktisad Buhranı Önünde Türkiye” isimli kitap. Bu kitapta, hem kriz hakkında dünya düşünür, siyasetçi ve iktisatçılarının görüşlerine yer verilmiş, hem de Türkiye’nin ne yapması gerektiği üzerinde durulmuş.
Düşünür ve siyaset adamlarının bazıları, krizin nedenini üretim fazlalığı ve tüketim azlığına bağlarlarken; diğerleri, Birinci Dünya Savaşı sonrasında ülkelerin bölünmesi ve yeni devlet oluşumlarının, ticareti olumsuz etkilediği üzerinde duruyorlar. Yine, hisse senedi, bono, çek gibi kıymetli evrakın yatırımcılar tarafından kabul edilmemesini, krizin nedeni olarak gösterenler var.
Üretimin bilimsel yapılmadığı; işçi ücretlerinin düşürülmesiyle, bu sınıfın alım gücünün düşürülmesinin krizi körüklediği; devletlerin vergi artırımına gitmesi sonucunda da tüketimin tamamen azaltıldığı; serbest piyasa ve mal alım satımındaki eksikliklerin de krizi etkilediği, biçimindeki görüşler de öne çıkıyor.
Kitabın yazarı ise, bu görüşlerin hepsinin doğru olduğunu söylüyor.
Gerçek şu ki, daha sonra 1929 Dünya Ekonomik Buhranı üzerinde yapılan araştırmalar, bu krizin, aslında bir likidite krizi olduğu üzerinde birleşti. Pratikte de bizdekiler dahil, birçok kriz, likidite azlığı ve likiditenin iyi yönetilmemesi nedeniyle çıkıyor.
Zaten, bu yüzden ABD ve Avrupa ülkeleri, ilk tedbir olarak, sistemin içinde bulunduğu likidite sıkıntısını çözmeye çalışıyorlar. Doğal olarak, ikinci aşamada, sistemlerdeki yapısal bozuklukların giderilmesi ve kriz önleyici önlemlerin alınmasına sıra gelecek. Kaçınılmaz olarak da iyi yönetilmeyen şirketlerin yok olduğu bir süreç yaşayacağız. Bizde, bu konularda yeterli deneyimin bulunması ve zaten çürüklerin 2000 krizinde ayıklanmış olması, bir artı değer olarak düşünülebilir.
Keynes ne demiş?
1929 Dünya ekonomik krizi hakkında, 1930’lu yıllarda görüş bildiren, ünlü iktisatçı J. M. Keynes, özetle, şunları söylüyor: Fabrikalar, işçi istihdam ederlerse, mallarının satış fiyatının, işçi harcamasını karşılayamadığını gördüler.
Bankalar da yapılan satış karşılığında alınan bonoları kıramadı. Üretim harcaması, satış fiyatını geçti. Tüketim azalınca, kârlar da azalır veya yok olur. Sermayenin bedeli olan faiz dahi alınamıyor. Hane halkının eline geçen para azalınca, tasarruflar da düştü. Mevcut tasarruflar da değer düşmesi eğilimi nedeniyle kıymetli evraka (hisse senedi vs.) yatırılmadı.
Üretim sermayesi, genellikle, kredilerle sağlanır. Kredilerin durması, üretim sermayesini de yok etti. Para sahiplerinin istedikleri faiz, anormal biçimde yükseldi. “Altın Esası”nın muhafazası prensibi nedeniyle, bankalar piyasaya yeterli para veremedi.
Bazı devletlerin kararsızlığı da o ülkelerde mantıklı fiyatlarla paralarını vermek isteyen yatırımcıları korkuttu. ABD ve Fransa, diğer ülkelere yeterli borç veremedi. Bu durum da krizin yayılmasına yol açtı. Merkez bankalarının ortak müdahalesi sağlanmalıydı.