Vedat Milor

Vedat Milor

Tüm Yazıları

Tabağımdan çıkan kocaman inşaat çivisi, bir çivilik ömrümüz olduğunu hatırlatıyor. Aslında çok sağlıksız bir iş yaptığımızı düşünüyorum. Yok mesele çivi değil, işimiz gereği pek çok sağlıksız yemeği mideye indirip duruyoruz

Tadı Damağımda” programım için bir lokantada çekimdeyiz. Masada üç kişi. Lokantanın müdürü, konuk ve ben. Önümüzde fırından yeni çıkmış bir deniz mahsulleri tabağı. Üçe bölüyoruz. Çatalımı daldırıp dudağıma yaklaştırıyorum.
Kokuyu içime çekmek için gözlerimi kısmışım ama birden gözlerim faltaşı gibi açılıyor. Koca bir çivi. Resmen inşaat çivisi. Konuğum çok zeki. Hemen güzel ve yerinde bir espri yapıyor: “Vedat bey ağır metaller sizi seviyor” (daha önce balıktaki cıva yüzünden sağlık sorunu yaşadığımı ve el titremesi dahil kalıcı etkileri olduğunu söylemiştim konuğa).
Lokanta müdürü 15 dakika kendine gelemiyor. Bir şekilde çiviyi yok etmeye çalışıyor. Ekip olarak karar veriyoruz. Programdan sonra kendisine bu sahnenin TV’de gösterilmeyeceğini söylüyoruz.

“Gurme çivi yedi ve nalları dikti”
Bize söyledikleri özür şu: Bu yemek fırından çıktı. Herhalde fırının çivisi çıkıp içine düştü. Öte yandan çivi paslanmamış, yepyeni. Bu ihtimal düşük. Bir ihtimal kasıtlı olduğu. Bana karşı değil. Masada üç kişi idik ve çivinin kimin bahtına düşeceği belli değildi.
Bu ihtimalden yola çıkarsak kastın lokantanın sahibine karşı olduğu ve çalışanlardan birinin kendisini sabote etmeye çalıştığını düşünebiliriz. Eğer öyle ise bu kimse, beni ve koskoca NTV’yi manipüle etmeye, kendi planlarının parçası haline getirmeye, kendi kişisel (ve nedenlerini bilmediğim için taraf olamayacağımız) kan davasını bizim üzerimizden yürütmeye çalışıyor. Lokantanın değil, bu kimsenin cezalandırılması gerektiğini düşünüyoruz.
Bu olaydan sonra ben kendi vicdanım ile hesaplaşıyorum. Olayı örtbas etmekle kimseye kötülük ediyor muyuz? Sanmam çünkü lokanta bana hijyen açısından temiz olduğu izlenimini verdi. Bir daha tekrarlanacak bir durum değil bu. Verilmiş sadakam varmış ki çiviyi fark ettim diyorum kendi kendime.
Öte yandan kara mizah da aklıma geliyor. Gazetelerde bir başlık: “Gurme çivi yedi ve nalları dikti! İstediği gibi yağlı kuzu bulamayan Milor, inşaat çivisini yedi ve genzi delinerek...”
Hani, anlaşma sağlanmış olsa idi, beni yeni dizisinin ilk bölümünde zehirleyip öldürmeyi kafasına koymuş olan Gani Müjde Bey gibi bir mizah ustası bile bu kadarını düşünemezdi... Hayat bazen sanatı taklit eder dememişler boş yere.
Gülmem geçince ve vicdanım söz konusu olunca düşünmeye başlıyorum. Acaba ben ve genel olarak tüm yeme-içme işi ile uğraşanlar başkalarının sağlığı ile oynamıyor muyuz? Tabii her şeyden önce de kendi sağlığımız ile oynuyoruz. Belki bir oturuşta çivi ya da 100 gram arseniği mideye indirmiyoruz ama çok sağlıksız yemekleri, evde olsun, lokantada olsun, mideye depolamaya devam ediyoruz.
Her fani ölümü tadacak tabii ama mümkün olduğunca sağlıklı yaşamak ve bunu geciktirmek biraz da bizim elimizde.
Benim gözüm geçen yaz NTV Yeşil Ekran hazırlıkları sırasında açılmaya başladı. Hâlâ da tam açıldığını sanmıyorum ve eski hataları tekrar ediyorum. “İmamın yaptığına değil dediğine bak” derler. Ben size öğrendiğim birkaç genel ilkeyi özetleyeyim:

Haberin Devamı

Şeker: Sigara gibi olacak
Herhalde bundan 50 sene sonra sigara gibi şeker de kara listeye alınacak. Biliyor muydunuz ki fabrikasyon kristal şekerin tarihi 150, bilemediniz 200 yıl. Bu tarihlerde insanlar senede 2-3 kilo şeker yiyordu. O da bal, pekmez ve meyvelerden. Bugün ise 60-70 kilo. İnsanların evrimi bu kadar şekere alışık değil. Obezite, kalp-damar hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker, kanser... Bunların artmasının sebeplerinden biri şeker.
Çocukluğumda pancardan yapılan şeker yerdik. Yani sakkaroz. Glikozu fazla, fruktozu az. Mısırdan elde ediliyor şimdilerde şeker (GDO’lu yani). Mısırdan elde edilen glikoz, fruktoz ayrı. Ayrı olan fruktozun emilmesi karaciğerde yağlanma yapıyor. Sadece fruktoz yendiğinde vücut doydum hormonu leptini salgılayamıyor ve doymak bilmeksizin yeniliyor.
Sonra da olanlar oluyor.
Maalesef günümüzde ticari paketli ürünlerde hep şeker var. Bağımlılık yaptığı için konuyor. Yiyenler daha sık sık tüketsin diye. Paketli ürünlerin raf ömrünü uzatıyor şeker. Maalesef, Kardiyolog Canan Karatay’ın
söylediği gibi günlük ekmeğimizde de şeker var. Unlar fabrikada katkılı hazırlanıyor. İçine bağımlılık yapması ve raf ömrünü uzatması için şeker, beyazlatıcılar vb. bir sürü katkı konuyor. Fırınların güzel ekmek ve simit kokması için de katkı kullanılıyor.

Ekmek: Faydalı kısımları hep heba oluyor
Fabrikasyon undan bahsettik. Eskiden kepek ekmeği yerdik. Biliyorsunuz buğday tanesinin üç bölümü var. Birincisi embriosu. Buna ruşeym de deniyor. İkincisi kepek. Üçüncüsü de nişasta. Eskiden bazlama yerdik. Tadı acıydı. Endüstri, ruşeym acılık verdiği ve ekmeğin kısa sürede küflenmesine neden olduğu için ruşeymi buğdaydan ayırdı. Aynı şekilde kepek de ayrıldı. Geriye kalan nişasta vücuda girince şekere dönüşüyor. Buğdayın faydalı kısımları, vitaminleri heba oluyor. Daha doğrusu olmuyor. Ruşeym vitamin şirketlerine ve kozmetik endüstrisine satılıyor.
Mateessüf bizde hilekar çok. Tam buğday süsü vermek için bazılarının ekmeklerde kakao kullandığını da biliyoruz.

Su: Hangisi sağlık için iyi?
Ekmek gibi bir gereklilik de su. Ben de hep bildiğiniz markaları alıyorum. Sonra ciddi bir çalışma geçti elime. Hangi sular sağlığımız için en iyileri biliyor musunuz? İlgileniyorsanız şu sitedeki tabloya ve sıralamaya bakın: www.gidahareketi.org/su/tablo
Aman bu söylediklerim canınızı sıkmasın ve keyfinizi kaçırmasın. Benim çok kaçırmıyor. Kaçırmıyor çünkü hem doğruyu bildiğimi sanıyorum hem de baba sözünün doğru olduğunu bilmesine rağmen kafasının dikine giden çocuklar gibi bildiğimi yapıyorum. Nasılsa insan hayatının artık değersiz olduğu bu dünyada haybeye yaşıyoruz. Her an bir çivi bu işi bitirebilir diye düşünüyorum.
Başkaları da benim gibi galiba. Sosyoloji yalamışlığım olduğu için konuyu biraz araştırdım. Bilim adamlarının söylediğine göre gıda sağlığı çok tatsız bir konu. Böylesine tatsız ve endişe verici bir konuda beyin defansa geçiyormuş. Yani algılama denen yetenek kendi kendisini hapsediyor. Kapatıyor. Algılama mekanizması duruyor. Mekanizmanız tam kapanmamışsa Kenan Demirkol
hocayı TV, Twitter, Youtube, vs.’den izleyebilirsiniz. n