Vedat Milor

Vedat Milor

Tüm Yazıları

Galatasaray çarşamba günü Şampiyonlar Ligi’nde Real Madrid ile oynayacak. Takımını desteklemek için Madrid’e gidecek Cimbomlulara tavsiyem şu: Adını verdiğim mekanlara uğrarsanız, keseniz delinmeden lezzetli saatler geçirebilirsiniz

Cimbom’un işleri bu sene iyi gitmiyor. Başkan ve ileride Türkiye Futbol Federasyonu başkanı olacağını düşündüğüm, değerli teknik adam Fatih Terim, sanırım 6 yerli uygulamasını ertelettireceklerini düşündükleri için gerekli tedbirleri alamadılar. Bağımsız kişilikleri ve kulübe hizmetleriyle öne çıkan üç yönetici; liseden arkadaşı Ali Dürüst ve tanımamakla birlikte takdir ettiğim Abdurrahim Albayrak ve Adnan Öztürk yönetim dışı kaldı. Transfer politikası sayın başkanın gücünü konsolide etme hedefinin kurbanı oldu ve o futbolcu, şu futbolcu derken gerekli transferler yapılmadı.
Yurt dışında, hele hele ciddi bir sermayeyle işe başlamazsanız, büyük servet sahibi olmak çok zordur. Keskin zeka, doğru zamanlama, çok iyi sosyal ilişkiler ve vizyon gerektirir. Bunu başaran çok az Türk vatandaşından biri olan Ünal Aysal’ın hayatındaki en ciddi meydan okuma ile nasıl baş edeceğini ben de merak ediyorum. Tüm kararlar ve güç tek elde toplanınca elbette sorumluluk da başta o kişiye ait olur.
Bu arada kulüplerdeki son gelişmeler ve karşılıklı beyanlar tatsız. Buna basının sansasyonel ve sorumsuz başlıkları da eklenince son yıllarda futbolumuza damgasını vurmuş olan gerilim politikasının devam edeceğini düşünüyorum. Yüksek tansiyonla birlikte şiddet olaylarının da artması beklenebilir.

Futbolun toplumsal anlamda pozitif işlevi var
Elbette bu tip gerilim politikalarının sonucunun nereye varacağı, kime yarar sağlayacağı, kime zarar vereceği (bazen de herkesin kaybetmesi mümkündür) önceden kestirilemez ama önceden bilinen bir şey var. İnsanın doğasındaki şiddet eğilimi ve tahribat gücü... Adeta içgüdüsel olarak var olan şiddet duygusunun, farklı derecelerde bile olsa hepimizin içinde olduğunu itiraf etmek için Freud uzmanı olmaya da gerek yok.
Şiddet eğiliminin, bastırılmış cinselliğin ve tabuların da etkisiyle, hiç de gizli olmadığı, “namus” cinayetlerinin hoş görüldüğü, çeşitli sancılar içinde kıvranan, kin ve öfke gibi duyguların belirgin olduğu sevgili ülkemizde karşı kefeye ne gibi ağırlıklar koyabiliriz? Bu çok derin bir konu. Kapsamı bu yazıyı aşıyor.
Futbolun bana toplumsal anlamda pozitif bir işlevi var gibi geliyor. Evet, bazen kulüp başkanları sorumsuzca davranırsa taraftarın şiddete yönelme tehlikesi her zaman mevcut. Öte yandan sanki şiddet eğiliminin daha da kötü mecralara akmasını önleyen bir sübap vazifesi görüyor futbol.

Rekabet ile dayanışma birlikte yürütülmeli
Evet, tamam, bir anlamda kitlesel afyon etkisi. Kötü bir şey değil bu. Heyecan ve öfke oraya kanalize olup orada kalınca, içe ya da dışa dönük tahribat ihtimali azalıyor. Ama sosyal bilimcilerin bildiği bu gerçeklerin ötesinde daha pozitif bir işlevi var takım sporlarının. Eğer takım tutuyor veya en azından spor mücadelesinden zevk alıyorsan bir şeyler öğreniyorsun. Çalışmakla başarı arasındaki ilişkiyi görüyorsun. Disiplin ve iyi organizasyonun takımın başarısına dönüşerek sonuca yansıdığını görüyorsun.
Kazanmak gibi kaybetmeyi de öğreniyorsun. Kaybettiğin zaman mızıkçılık yapmanın, bin bir bahane aramanın fayda değil zarar getirdiğini düşünmeye başlıyorsun. Mücadele etmeyi öğrendiğin gibi centilmenliği ve mükemmeliyetçi olmayı da öğreniyorsun.
Bunlar olmuyorsa ülkemizde bu, futbolun suçu değil. Yöneticiler ve kulüp başkanları eğer bir araya gelip rekabet ile dayanışmayı nasıl birlikte yürütürüz diye kafa yorarlarsa bir şeyler değişir.
Politik ekonomi dersleri verdiğim zamanlar iş dünyasında “rekabet ve dayanışmayı” birlikte yürütebilen ülkelerin başarılı olduğunu anlatır ve bu konuda devletin öncülük yapabileceğini söylerdim.
İspanyolların sadece futbollarından değil, onun gerisinde yatan organizasyon yapısından da çok şey öğreneceğimizi düşünüyorum... Bayern, Barcelona, Dortmund, Chelsea ve Manchester United; bunların dışında Real ile başa baş mücadele edebilecek takım yok gibi. Valencia’ya bile 7 çekti adamlar.
Farklı yenilsek bile ayıp değil. En azından ders çıkarırız.

Haberin Devamı

Bu mekanlara uğramadan geri dönmeyin

Haberin Devamı

Cimbomlular, 27 Kasım Çarşamba günü oynanacak Real Madrid-Galatasaray maçı için oraya gitmişken bari Madrid’in keyfini çıkaralım. Madrid’de dolaşıp hem güzel, hem hızlı yemek hem de güzel insanlar görmek mümkün. İşte size tavsiyelerim.
l Cava Baja’daki tapasçılar: Madrid’in Cava Baja’sını ben Barselona’nın Ramblas’a paralel olan eski bölgesinden daha çok seviyorum. Buradaki Casa Lucio belki Madrid’in en iyi 10 lokantasından değil ama yemekler iyi ve ambiyans mükemmel. Özellikle akşam saat 22.00’den sonra üst katta bir masa ayarlamayı başarabilirseniz size imreneceğimi söyleyebilirim.
Elbette eski şehir turistik ama bu, kötü olduğu anlamına gelmiyor. Üstü camekanlı bir pazar yeri var ve orada herhangi bir tapasçıda bir kadeh İspanyol beyaz köpüklü şarabı cava ve çiğ istiridye ile akşama başlayabilirsiniz. Arkasından da özellikle iki tapas bar tavsiye ediyorum şehrin bu bölümünde: Casa Lucas ve Txirimiri.
l Vilalua: İspanya’nın deniz ürünleri açısından en zengin bölgesi Galisya. Galisya’dan gelen günlük deniz ürünlerini en uygun fiyatla bulabileceğiniz tapas lokanta da bu. Adresi Calle Ayala 87. Galisya stili omlet, Galisya usulü ahtapot ve Galisya’nın meşhur kabuklu deniz ürünü, lezzetini belki kum midyesi çeşitlerinden akivades benzetebileceğimiz percebes. Bol kırmızı pul biberli ılık patates salatası üzerinde servis edilen ahtapotu sakın kaçırmayın. Bir de 10 avroya, Alborino üzümünden güzel bir soğuk beyaz şarap açtırmayı unutmayın.

Haberin Devamı

Cimbomlular için Madrid’in tadını çıkarma rehberi

Madrid’in turistik bölgesi Cava Baja’da birbirinden güzel tapas barlar var.

Önce çorba sonra karides
* Taberna Laredo: Eskiden Menorca Sokağı’nda olan bu popüler lokanta ve tapas bar şimdi Calle del Castelo 30 numaraya taşındı. Gwyneth Paltrow ziyaret ettiğinden beri barın arkasındaki lokantada yer bulmak zorlaştı. Önemli değil. Çok kalabalık olmasına rağmen bara yanaşmaya çalışın. Birlikte ufak ufak atıştırıp ağır ağır Rioja şaraplarını yudumlayarak gülüp eğlenen Madrid’in şık ve rafine insanlarını seyredin. Son derece dekolte giysileriyle, ağızlarını gülmek için açınca iyice ortaya çıkan düzgün, beyaz dişleriyle biraz aygın ve baygın ama kendi çekiciliğinin de farkında olan bir edayla matador benzeri İspanyol erkeklere gülücükler dağıtan Amerikalı kızlara şöyle bir bakın.
Bu arada sakın dünyanın en lezzetli çorbalarından birinin tadına bakmayı da unutmayın: Salmorejo. Sonra da mangalda pişirdikleri o harika kırmızı karidesler (gambas rojo) denenmeli. Bir de... Ne bileyim, her şey iyi ve taze. Gönlünüze kalmış orası.
* Punto MX: Son derece popüler olan bu gastronomik Meksika lokantasında da rezervasyon çok zor. Gerek de yok. Girişteki barda oturun ve harika kokteyllerinden birini getirtin. Örneğin demirhindili (tamarind) margarita. Sonra da
bar menüsüne göz atın. Sopas, empanadas, minik minik börekler... Atıştırmalık ve lezzetli. Adresi Calle General Pardinas 406.
Bu tavsiyeleri uygularsanız maçı açık farkla kaybetsek bile efkar dağıtmanın ötesinde keseniz delinmeden Madrid’de turist değil, gerçek bir Madrid’li gibi güzel saatler geçireceğinizi tahmin ediyorum.