Eşimin Yahoo hesabına hacker girdi. Kontakt listesindeki kişilerden biz istiyormuşgibi para istediler. Yahoo’yla zorla da olsa iletişime geçtik. Yardımcı olmak şöyle dursun adeta bizimle dalga geçtiler
Günümüz dünyasında bireysel hak ve özgürlüklere tehdit sadece hükümetlerden gelmiyor. Büyük şirketlerden de geliyor. Bazı hükümetlerin kapalı perdeler ardında soyguncular / banka hortumlayıcıları ile işbirliği yaparak namusu ile yaşayan vatandaşları soyup soğana çevirdiklerini tarihten biliyoruz. Sadece Türkiye’yi
değil, Amerika’yı da bilen biri olarak konuşuyorum. Bazı büyük şirketlerin ya kendileri soyguncu ya da hırsızlarla
işbirliği içindeler. Kanunun boşluklarını bulup insanları istismar ediyor, haklı
ricalara da kulaklarını tıkıyorlar.
Birkaç hafta önce eşimin başına gelenlere tanık olduktan sonra Yahoo şirketinin de iş ahlakı açısından sınıfta kaldığını düşündüm. Yahoo bir yandan teröristler ile mücadele etmek isteyen Obama hükümetine kafa tutuyor. Öte yandan da internet hırsızları ‘hacker’ları nesnel olarak koruyor.
Yakın gelecekte tabandan gelen demokrasi hareketinin gıda sağlığı konusunu gündeme getirmesi için gereken teknik imkanlar elimizde olacak. Bu imkanları kullanmak bizim ve sizin elinizde
Başlığa bakıp “Ne ilgisi var?” diyeceksiniz. Dolaylı bir ilişki ama ilişki var. İlham, hanımdan geldi. Geçen hafta, onunla bir konferans için İtalya’nın Puglia bölgesinde bulunduğumu yazmıştım. Konferans sensörler üzerine. Yaşamın her alanında uygulanıyor.
Ben otel ve havaalanlarındaki sensörlü musluklardan nefret ediyorum. Canları isteyince çalışıyor, istemeyince çalışmıyorlar. Ellerinizin pozisyonunu değiştirdiğiniz an su kesiliyor. Ayrıca sıcaklığı da kontrol edemiyorsunuz.
Arabalara konan sensörleri hanım seviyor ama benim nedense sinirimi bozuyorlar.
Bir ara o, kalp krizini önceden haber verecek sensörlere ilgi duymuştu ve öğrencilerinden birinden gelen fikri geliştirmek için risk sermayesiyle görüşmeler yapıldı. Sonra adamlar fikri çaldı ve başka bir firmaya yatırım yaptı. Zeytinyağı; eşimin konferansında yapılan sunumlardan birisi bu konudaydı. Extra virgin ya da sızma zeytinyağı kavramını biliyorsunuz. İtalya’da extra virgin ya da en kaliteli halis sızma
Barba, kuzenim Ömer Camcıoğlu’nun seçimiydi. Klasik çizgilerde, alışılageldik mezeler ile donanmış hoş bir meyhane. Tekir balığını ızgara istiyoruz. Hafif, taze ve içi sulu balığın. Usta biliyor mangal işini
Meyhanelerin pek çoğu artık mezeleri kendileri hazırlamıyor. Toptan ve fabrikasyon alıyorlar. Kim uğraşacak çalı fasulyesi ya da deniz börülcesi ayıklamakla. Marine levrek de o yüzden her lokantada aynı lezzette
Bu sene kış uzun sürdü.
Yaz gecikti. Ben ilk kez denize 10 Haziran’da girdim. Soğukça ama
keyif veriyor. Deniz kıyısında rakılı meyhane siftahını da
Avrupa’daki ekonomik kriz bir yanda, Türkiye’deki olaylar diğerinde. Bu ortamda, İtalya’da burrata, stracchino ve ricotta peynirleriyle hoş bir öğün geçirdim. Pide, peynirli tart ve bir büyük maden suyu da dahil sadece 12 euro ödedik
Eşimin elektronik konferansı için İtalya’nın Puglia bölgesindeyiz. Konferans, Bari’de. Biz buraya 40 dakika mesafedeki çok sevdiğimiz Trani kentinde bir otelde kalıyoruz. Eski bir manastırdan otele dönüştürülmüş; San Paolo al Convento. Konferans, tipik bir büyük ‘business’ otelde; Mercure. Biz günde 100 euro daha az vererek (iki kişilik, geniş, balkonlu, Trani koyunu geniş açıdan gören ve denize neredeyse sıfır) sakin bir otelde kalıyoruz.
Otel, tarihi ve şahsiyetli ama belli ki personel eksiği ciddi. Resepsiyonda her zaman farklı bir genç kadın var ve devamlı telefonla müşterilerin sorularını yanıtlayacak vakitleri yok.
Çalışanların morali bozuk
Bu kadınlardan biri dikkatimi çekiyor. İşini severek ve gönülden yapıyor. Müsait olduğu bir an sohbet ediyoruz. Maaşını soruyorum. 90 günde bir ödeme yapılıyormuş; 1200 euro. Ayda 400 euro yani. Tabii geçim zorluğu çekiyor. İtalya’da sosyal güvenlik harcamaları, ciddi kısıtlanmış.
Gezi Parkı’ndan bana tweet atan gençler gülümsetti. Gezi olayını, önceki protesto eylemlerinden ayıran en ilginç özellik ortalığa hakim olan mizah anlayışı ve bununla birlikte giden hoşgörü
Vedat Milor (VM) Gezi Parkı’ndaymış. Birazdan gaz atsalar “aslında bunu Akaretler’de yiyeceksin” der.
VM oralarda, sofraya kaliteli şarap çıkarın, fırça yemeyin...
VM Gezi’ye gitmiş, ihtiyaç listesine şarap ekleyin.
Ortalarda kuzu muzu varsa acele kaçırın oğlum. Gezi’ye VM geliyormuş.
VM Gezi Parkı’na gitse biber gazını yedikten sonra “bu biber zırhla çekilmemiş, zırhla çekilse acısı daha
iyi olurdu” derdi.
Yunan yazar Sophia A. Souili’nin ‘Eski Yunanların Seks Hayatı’ kitabını okumadım ama antik çağdaki Yunanların seks hayatının bizlerden daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Düşünüyorum çünkü kitaptaki tarifler oldukça zengin ve mutfak sofistike
Selanik’te yaşayan dostum emekli general Pantelis Karagiannidis, bana hoş bir armağan yollamış. Eski Yunan yemekleriyle ilgili İngilizce bir kitap. Yazarı Sophia A. Souili. Atina’da yaşayan ve daha önce de İngilizce kitapları yayımlanmış bir hanım Sophia. Yayınları arasında özellikle biri ilgimi çekti: ‘The Sex Life of Ancient Greeks’ yani ‘Eski Yunanların Seks Hayatı’.
Osmanlı Sarayı boy ölçüşür
O kitabı okumadım ama antik çağdaki Yunanların seks hayatının bizlerden daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Düşünüyorum çünkü kitaptaki tarifler, oldukça zengin ve mutfak sofistike. Mutfağın bu kadar kompleks, çok boyutlu ve malzeme açısından zengin olması, estetik ve hedonist zevklerin geliştiğini gösteriyor. Eğer kitapta verilen tarifler, eski Yunanların günlük mutfağıysa ancak bizim Osmanlı Saray Mutfağı bununla boy ölçüşebilir. Osmanlı Sarayı’nda da cinsel hayatın çok zengin olduğunu ve Fatih gibi bazı padişahların estetik zevklerinin
Şarap ve yemek kültürü açısından İzmir ülkenin önde gelen kentlerinden ama İzmir’de tavsiye edebileceğim meyhane bulmak çok zor.
Bir arkadaşım Karşıyaka’daki Giritli Mehmet Usta’yı tavsiye edince umutlandım...
İzmir ilginç bir kent. Etrafında, Kuzey Ege’de, lezzetli meze ve taze balık yemek mümkün. İzmir’de yeterli sayıda varlıklı, görgülü ve köklü aile yaşıyor
ve bu ailelerin fertleri sık sık yurt dışına çıkmaları dışında, iyi yemeğin ne demek olduğunu biliyorlar. İstanbul’a gelen İzmirliler de dışarıda yemeğe hatırı sayılır para harcamaktan kaçınmıyorlar. Şarap kültürü açısından da İzmir ülkemizin önde gelen bir kenti. Birçok şarap üreticisinin İzmir ve civarında bağları olmasının dışında, “Şarap Tutkunları” gibi ciddi bir tadım grubu da İzmir kökenli.
Bütün bunlar iyi hoş da ben İzmir’de Tulumbalı Meyhane dışında okuyucularıma gönül rahatlığı ile tavsiye edeceğim bir yer bulamadım. Tüketicinin kalitesi göz önüne alındığında garip bir paradoks.
Yeşil Girit kabağından yapılan söğürme iyiydi
İzmir’i son ziyaretimde Aydın yolunda mütevazı bir esnaf lokantasına uğradım: Gül Efe 2. Pidelerini beğendim
Ülkemizde çok zengin bir pide kültürü var. Karadeniz’in hemen her kasabasında pide farklı. Hepsi, iyi yapıldığında çok lezzetli ama hamurun açılışı, kullanılan malzemeler ve sunum yöreden yöreye farklılık gösteriyor.
Gene de ortak bir nokta var. “Karadeniz pidesi” denince benim aklıma hep zengin ve doyurucu lezzetler geliyor. Bol tereyağlı olması da cabası.
Ege pidesiyse çok farklı. Adeta Karadeniz pidesinin zıddı. İnce ve kıtır oluyor Ege’nin pidesi. Ayrıca domatesli ve biberli olduğu için daha bir hafif oluyor.
İkisi arasında tercih yapmak imkansız. Biri sıcak ve güneşli Ege’ye yakışıyor, diğeri soğuk ve yağmurlu Karadeniz’e.
İzmir’i son ziyaretimde Evrim’le Aydın yolunda son derece mütevazı bir esnaf lokantasına uğradık. Gül Efe 2. Gül Efe 1 nerede söylediler ama hatırlamıyorum.