Şu içinde bulunduğumuz durum TFF’nin ülkemizi UEFA ölçeğinde temsilinde haklarımızı koruyamamış olması gerçeğinin açık ifadesidir.
Neden?
Çünkü dik duruş sergileyememişlerdir.
İçlerinde hukuk profesörü düzeyinde yönetici bulunan TFF’nin “hukuksuz tehdidine” karşı büyük bir panik, korku ve aceleyle Fenerbahçe’yi Şampiyonlar Ligi’nden men etmesi sahip oldukları yetki ve sorumlulukları koruyamamalarının açık ve net ifadesidir.
UEFA tehdit etti, “Fenerbahçe’yi 8 yıl şampiyonalara almam, milli takım düzeyinde ağır cezalar veririm,” dedi ve onların istediği yönde karar verildi.
Peki, sonra ne oldu?
Duyunu Umumi müfettişi kılıklı eski bir savcı diyelim ki bütün iyi niyet ve samimiyetine rağmen CAS’a gitti, aynı noktadan sırtından bıçakladı TFF’yi.
Eğer gerçekten doğruyu söyleyen tarafsa…
Önceki hafta işim gereği inceleme yapmak üzere Ülker Arena’yı gezdim.
Ben oradayken devasa skorboard yerine monte edilmek üzereydi. Bir süre bana eşlik edenlerin kalabalık sohbetinden sıyrılarak henüz parkeleri döşenmemiş zeminden yukarı tribünlere doğru baktım. Kısa bir süre sonra da aşağıdan gördüğüm locaların içinden az önce bulunduğum noktayı izledim.
O an düşünebildiğim tek şey bu yapının ortaya çıkması için tüm enerjisini vermiş olan kişinin tıka basa dolmuş tribünlerin coşkusu eşliğinde orada sevenleriyle olabilme ihtimaliydi.
Veya…
Şimdi neden hala özgür olamadığıydı?
Ülker Arena Fenerbahçe’nin basketbol şubesi için çok şey ifade ediyor.
Fenerbahçe futbol takımının Şükrü Saraçoğlu’nda nasıl futbol oynadığını, orada nasıl kimlik değiştirdiğini artık sadece Fenerbahçeliler değil, neredeyse bütün futbol kamuoyu kabul ediyor.
Onun sadece basit bir yapı olmadığı bambaşka anlamlar ifade ettiğini bu sene
Arena’da iki kırmızı kart çıktı. İlk kartın sahibinin futbol karakterini bildiğimiz için bunu yadırgamıyoruz, ancak Elmander’in aldığı kart neredeyse dejavu yaşatacak kadar bize bir şeyler hatırlatıyor, uyarıyor.
Bundan birkaç hafta önce yine aynı sahada oynanmış Gaziantepspor maçında da Galatasaraylı oyuncuların gördüğü kartlar vardı ve karşılama kaybedilmişti.
O günkü kartlardan biri pozisyon gereği biraz da hakemin aşırı yorumu sonucu çıkmıştı; ancak ikinci kartta bariz bir şekilde Galatasaray’ın kontrol edilemeyen hırsının etkisi ön plandaydı. Melo o gün Elmander’in yaptığı harekete benzer bir faul yapmış bırakın kart görmeyi pozisyon devam etmiş ve ucuz kurtulmuştu.
Galatasaray topa ileride basıyor. Hücum bölgesinde oynayan oyuncular dâhil olmak üzere orta sahada bu baskı üst düzeye çıkıyor ki burada Engin Baytar ismini görüyoruz.
Engin’in attığı birinci gol tartışmalı da olsa bu pres anlayışının güzel bir örneğiydi.
Hiç kuşkusuz mücadeleci futbol izlenmesi en güzel oyunlardan biridir; taraftarı zaten kendinden geçirir. Ancak bunun ölçüsünü hem doğru ayarlamak hem de sahadaki oyuncularınızın karakteri ile doğru orantılı bir görev dağılımı vermek gerekiyor.
Engin
Trabzonspor’un maçlarını iyi analiz etmiş bir kişinin; takımın oyun kurgusunun orta sahanın biraz gerisinden ileriye örneğin Burak Yılmaz’a doğru atılmış ara paslara genç oyuncunun doğru koşuları sonucu atılan goller üzerine yapılandırılmış olduğunu görebilir.
Hele takımınızda Egemen Korkmaz gibi, Trabzonspor’dan dört beş ay önce transfer etmiş bir futbolcunuz varsa belki bununla ilgili taktiksel bilgiler almanız da mümkündür.
O zaman ne yaparsınız?
Defans kurgunuzu kendi ceza alanınız üzerine kurup, orta sahada oynayan oyuncularınızı da Trabzonspor’un boş koşular yapmaya alışmış futbolcularına baskı yapacak ve onları rahatsız edecek kadar defans bloğuna yakınlaştırırsınız.
Böylece Trabzonspor’un ara paslara koşu yapan oyuncuları orta saha ve defans futbolcularının arasında sıkışıp kalır. Çünkü milli maçlarda (Hırvatistan) da net olarak gördük ki Burak Yılmaz sırtı kaleye dönük, sağa sola servis yapan forvet karakterine uygun değil.
Bunu maç boyunca bir kere yaptı. Onda da Alanzinho topu dışarı atıverdi.
İşte koca maç boyunca Trabzonspor’u öne geçirebilecek tek gol pozisyonu da neredeyse buydu.
Egemen Korkmaz ceza alanının üzerinde araya atılan tüm topları kesti, b
İspanya’da sanki Euroleague üçlük yarışması vardı ve Laboral eline aldığı her iki toptan bir tanesini potaya bu nedenle üç sayı çizgisinin gerisinden atıyordu; işin ilginç tarafı bu atışlarından neredeyse yarısı isabet kaydediyordu.
Takımın rotasyon içindeki oyuncularının tamamı üç sayı çizgisinin gerisinden bir atış denedi ve isabet de buldu.
Karşılaşma sonunda İspanyol ekibi 14 üçlük atış isabeti ile Fenerbahçe Ülker potasına 42 sayı bırakmıştı.
Bunun karşılında Fenerbahçe Ülker’in 27 sayısı vardı. Üstelik ekibimizin önceki maçlardaki atış, sayı ve isabet oranlarını hatırladığımızda bulduğu bu sayının ortalamanın oldukça üzerinde olduğu da görülecektir. Ancak yine de uzatma periyotunun içinde yapılan yanlış atış tercihleri bu karşılaşmanın kaybedilmesinde önemli rol oynadı.
Peki, Fenerbahçe Ülker bu maçı nasıl dengeledi?
Maçın genelinde serbest atışlarda ve pota altından üretilen sayılarla ekibimizin karşılaşma içinde kaldığını gördük. İlk yarı boyunca oyuncularımız ısrarla pota altını tercih ederken rakibin arayı açmasına da engel oldu.
Hatta diyebiliriz ki; son bölümde biraz daha pota altı hücum organizasyonları tercih edilseydi belki maçı bile kazanabilirdi
Pazar akşamı oynanan derbinin en fazla konuşulan futbolcuların taraftarla girdikleri polemikler ve bunun üzerinde yaşanan ırkçılık konuları oldu.
Eboué’nin zaman geçirmek düşüncesiyle yerde yatmasını protesto eden Beşiktaş taraftarının oyuncunun üzerine ellerine ne geçerse atmaları bu sırada futbolcunun biraz da abartılı yaralanma numaraları karşısında hem taraftarın işin dozunu biraz daha arttırması hem de sonrasında görüntüler üzerinden televizyon başında gereksiz yorumlar yapılması zaten kalitesiz geçmiş karşılaşmanın futbolunun önüne geçti.
Karşılaşma sonrasında Galatasaraylı oyuncuların soyunma odalarına giderken taraftardan yine benzer bir şekilde tepki görmeleri; buna Melo’nun gösterdiği gereksiz tepkiyle de işin bütün tadı kaçtı.
Son zamanlarda futbolcu-taraftar diyalogları fazlasıyla yaşanmaya başladı.
Milli Maçlar sırasında özellikle Fenerbahçeli futbolcuların Arena’da yaşadıkları toplumsal tavır alışımızı, psikolojimizi ortaya koydu.
Her maç sonunda herkes birbirinden özür bekler hale geldi.
Emre özür dilesin, Volkan özür dilesin, Melo özür dilesin, Beşiktaş özür dilesin, Galatasaray özür dilesin.
Bu durum aslında yaşadığımız şeyin futbolun çok ötelerind
Zico’lu yıllarda Fenerbahçe’nin maç seçtiğini çok konuşurduk; Beşiktaş’ın Portekizlilerinin de sezon içinde maç seçtiğini zaman zaman hissediyoruz. Portekizliler derbilerde daha iyi futbol oynamaya gayret gösteriyor.
Fenerbahçe’ye karşı çok iyi hazırlanmış ve konsantre olmuşlardı. Gollerde onları izlemiştik.
Dünkü karşılaşmada da benzer bir oyun bekliyordum; ileride oynayan üç Portekizliden; öyle de oldu.
Daha önce neler konuşuyorduk?
Beşiktaş’ın parçalı bir takım karakterine sahip olduğunu çok sık tartıştık. Özellikle gerisi ile ilerisi arasında oyun içinde kopmalar yaşanıyordu.
Simao, Quaresma, Almeida hücumu istediği gibi yönlendiriyor, geride defansa yeterince yardım etmiyorlardı. Böyle olunca da Beşiktaş’ın oyun kurgusu Portekizlilerin yaratıcılıklarına ve geridekilerin dikkatlerine kalıyordu.
Galatasaray karşısında da bu üçlü yeterince pozisyon üretti ancak golü bulamadı. Golü engelleyen şeyse önce Muslera sonra da Portekizlilerin zamanlamada yaptıkları tercihlerdi.
Bu üçlü yine geriye koşmadı. Fakat bu sefer geriden hücuma destek olan Beşiktaşlı oyuncuları vardı.
Haziran’ın son haftasında açtığı sezonu Avrupa Kupası maçlarını oynayamadan lige bir ay ertelemeli başlayan Fenerbahçe futbol takımı herkesin eninde sonunda etkileneceği “kritik frekansa” Kasım’da girdi.
Bu düşüş hem normaldir hem de beklenen bir sürecin sonudur. Fenerbahçe’nin bu kritik frekanstan üç puan çıkarmış olması hanesine yazılacak “ekstra puan” olarak değerlendirilmelidir.
İki hafta önce Karabükspor’a 10 kişilik gösterişli bir mücadele veren Fenerbahçe’nin karşısına bu sefer 10 kişilik bir Eskişehirspor çıktı. Eskişehirspor’un kadro kalitesinin eksik veya tam belli bir standartta oynayabilecek yeterlikte olduğunu izleme şansı yakaladık.
Fenerbahçe bir türlü istediği oyunu kuramadı evet bu doğru bir tespit ancak iyi bir Eskişehirspor’la oynadığı da bir gerçektir.
10 kişi kalmanın çok önemli bir dezavantaj olduğunu tartışmaya gerek yok; bunun aynı zamanda çok önemli bir motivasyon araçlarından birine dönüşebileceğini de hesaplarımıza katmak gerekiyor.
Alex’in attığı güzel ara pasına Nadaraviç’ten çok daha hızlı koşarak kendisine avantaj sağlayan Bienvenu, anlık müdahale hatası nedeniyle rakibini oyun dışı bırakınca Eskişehirspor geniş alanda oynadığı oyununu