Kadroyu gördüğümde bir an Fenerbahçe’nin 4-4-2 oynayacağını düşündüm ancak maç başlar başlamaz ileri üçlüdeki Kuyt-Sow ve Krasic’in takım dizilişini sahaya 4-3-3 olarak yansıttığını fark ettim.
Bu orta alanın Topuz-Topal ve Selçuk’tan kurulduğu anlamına geliyordu.
Ve bu kurgu ile Fenerbahçeli oyuncular golün geldiği 31. dakikaya kadar yaklaşık büyük bölümü rakip kaleye olmak üzere 150 isabetli pas yapmışlar; rakibe karşı son yıllarda görülmemiş derecede dinamik futbollarını kabul ettirmişlerdi.
Bu dinamik futbolla ilgili geniş analizi hafta içine bırakıyorum.
Ancak sezon başından bu yana bir türlü toparlanamayan savunma da Gaziantepspor’a bir sürü açık verdi.
Gaziantepspor’un oyunun bu bölümlerinde golü bulamamasının nedeni kaleci Mert’in kalesinde devleşmesiydi. Bu pozisyonlarda Mert’in başarılı olması kalecinin kendine güveninin gelmesi bakımından çok önemliydi ancak takım savunmasının zafiyetlerini ortaya koyması bakımından çok kötü görüntüye sahne oldu.
Fenerbahçe yıllardır ilk defa 6 zaman zaman 7 futbolcu ile rakip alana gitti, orta alanı boşalttı. Bu boşluklar Gaziantepsporlu oyuncular tarafından çok çabuk geçildi. Gol pozisyonlarına dönüştü. Ancak
Aykut Kocaman 2010’da takımı Daum’dan devraldığında ortada psikolojik olarak hasar görmüş bir Fenerbahçe vardı.
Hiç kuşkusuz kafasında da bir plan ve program oluşturmuştu; bunu Daum’un teknik direktörlüğü sürecinde bir taslak haline getirmiş olabilir.
2010-2011 çok zor şartlar altında başlamış, Fenerbahçe Avrupa macerasına eleme turlarında veda etmişti. Açıkçası bu sezon başlangıcıyla benzerlikleri vardı.
Çok zor geçen bir sezonda 8-9 puan geride kaldığı yarışı puan puana da olsa lider bitirip, şampiyonluğa ulaşması hiç kolay olmamıştı.
Aykut Kocaman’ın oturduğu koltukta kim olursa olsun bırak gidebilirdi. Baskılar üst düzeyde yaşanıyordu.
O günlerde de bir Alex polemiği vardı. Hatta üstüne bir de Santos da eklenmişti.
Aykut Kocaman’ın teknik adamlığının yeterliliği tartışılıyordu.
Ancak Fenerbahçe o virajı doğru hızla ve vites değiştirerek geçmeyi başardı.
Fenerbahçe, çok iyi mücadele ettiği ilk devrenin ardından ikinci yarıda yenilen gole kadar rakibin direnci kırarak, iradesi teslim alınmak üzereydi.
Orta alanda üstünlük kurulmuş, özellikle Selçuk’un ilk toplara baskı yapmasıyla Spartak Moskovalı oyuncular oyun kuramaz hale gelmişti.
56. dakikada önce Mehmet Topla ile sonra da Baroni ile yararlanılamayan pozisyonlar temsilcimizin gole yakın bir oyun oynamaya başladığının da sinyallerini veriyordu.
Tamamen savunma yerleşimi ve solda oynayan Hasan Ali’nin müdahale zamanlama hatası sonucu yenilen golle her şey bir anda tersine dönüverdi.
Savunma ezbere biliyor; sağ kanatta oynayan Gökhan Gönül, soldan gelen toplarda içeri kat ederek, ters kademeye giriyor. Aynısının sağ kanattan gelişen atakta Hasan Ali tarafından yapılması gerekiyordu; anca genç oyuncu gelen topu izleyince karşılaşma boyunca çok da etkili olamamış, boş alanlarda koşular yapamamış Emenike bir anda topla buluşup skoru değiştirdi.
Hasan Ali bu golden sonra dağıldı ve kendini bir daha da toparlayamadı. Açıkçası sezon başından bu yana kendisine verilen ağır sorumluluğun altında sıkıntı yaşıyormuş izlenimi de veriyor. Oynadığı yer hiç kolay değil; ancak
Milli Takımın Avusturya karşısında aldığı 2-0’lık yenilgi futbolumuzla ilgili bize nasıl bir fikir vermeli sorusuna cevap arama konusunda gerçekten fazlasıyla bilinmezlerle doludur.
Neden?
Avusturya’nın ilk golünü atan oyuncu Veli Kavlak; Türk’tür; Beşiktaş’ta forma giyip giymeyeceği tartışma konusu yapılmaktadır. Ama izlediğimizde sahanın en iyileri arasında göründü.
İlk on biri oluşturan oyuncularımızın arasında olanlardan;
Ömer Toprak ve Sercan Sararer Almanya doğumlu ve orada top koşturuyor.
Hamit Altıntop, bu sene ligimize transfer oldu; ancak orijini Almanya.
Sonradan oyuna girenlerden; Mevlüt Erdinç, Nuri Şahin, Tunay Torun da Türkiye dışında doğmuş ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde futbol yaşantılarını sürdüren oyuncular.
Emre, Arda, Umut da ülkemizin ihraç ürünleri arasında olan futbolcularımız.
Süper Kupa Finali 90. Dakikada gelen penaltı golüyle sonuçlandı. Açıkçası pozisyonla ilgili burada yorum yapacak değiliz. Çünkü kararı biz vermiyoruz. Ancak tartışılması gereken bazı önemli detaylar var.
Dün Milliyet Gazetesi’nin haberinde penaltı kararının verilmesinde yardımcı hakem Tarık Ongun’un inisiyatifi olduğu ile ilgili bir haber vardı. Gerçek payı olduğunu düşünüyorum, çünkü Cüneyt Çakır pozisyon geçtikten sonra düdüğünü çalmıştı.
“Penaltı, penaltı gibi olmalıdır.” Ülkemizin icadıdır ve kim tarafından çıkarıldığı malumumuzdur. Futbolumuz ne zaman “böylesi” hakem yorumcularından temizlenir o zaman daha anlaşılır bir hale gelecektir.
Futbolumuzu kaosa sürükleyen bu zihin yapısıdır. Son 20 yılda yetişen tüm hakemler de bu yapının ürünü olarak standartlarını yitirmişlerdir.
Futbolun merkezinde ne hakem ne pozisyon vardır. Bu durumu kendi popülerliklerini oluşturmak ve rant sağlamak adına yaratmışlardır.
Öyle olduğu için de işte Kupa finalinde pozisyon içinde yer alan üç farklı hakemin tutumu birbirinden değişik olmuştur.
Habere göre hareketin oluş yönüne göre avantajlı durumda olan ve penaltı pozisyonuna çok daha yakın olan Bülent Yıldırım sessiz kalmış, bu
Futbolda en eski ve geçerliliğini hala koruyan taktik diziliş 4-4-2’dir. Fatih Terim geçen sezon Arena’da Fenerbahçe’yi 3-1 yendiği karşılaşmadan bu yana sahaya bu oyun anlayışıyla çıkıyor.
Pazar günü oynanan karşılaşmada şu dizilişleydi.
MUSLERA
EBOUE
SEMİH
DANY
H.BALTA
Karşılaşmanın hemen başlarında bir pozisyonda Volkan topu kendisine göre sağında köşe bayrağına yakın yerdeki Bekir’e attı. Bekir baskı altındaydı ve gelen pası gerisin geri arkadaşına iade ederken top kısa düştü ve Galatasaraylı oyuncunun önünde kaldı. Forvet oyuncu, çok uygun durumda topu dışarı atarken bu karşılaşmayla ilgili genel bir mesaj veriyordu.
Galatasaray’ın oyuna presle başlaması nedeniyle Bekir ile Egemen birbirlerinden 45 metre mesafede kale çizgisine yakın bir şekilde konum almışlardı. Bu önlerindeki Baroni ve Mehmet Topal arasındaki mesafeyi de arttırıyordu.
Takım oyunlarında oyuncular arasındaki mesafe bu kadar açılmamalıdır. Hatta Aykut Kocaman’ın kafasındaki şablona göre futbolcular birbirlerine yaklaşmalıdır.
Elmander ve Umut Fenerbahçe kalesine çok yakın bir bölgedeydi ve Fenerbahçeli oyuncuların top çıkarmasına izin vermiyordu.
Orta alanda bu iki oyuncuya Engin ve Selçuk da eklenince zaten yetenekleri sınırlı oyuncular karşısında çok önemli pozisyonlar üretecekleri hataların oluşmasını sağladılar.
Volkan’ın sakatlanması ve Mert’in de çok basit bir hatadan gol yemesiyle Fenerbahçeli futbolcular daha büyük bir strese girdiler. Bu da sporun
İlk yarısına 8, ikinci yarısına 9 dakika eklenen 104 dakikalık bir Galatasaray-Fenerbahçe kaosu izledik. İki ekip arasında oynanması muhtemelen her türlü karşılaşmanın benzer sonuçları potansiyel olarak içinde barındırdığını söylemek gerekiyor.
Galatasaray kazandı, Fenerbahçe kaybetti.
103 yıllık rekabette bu iki takımdan birinin kazanması ve diğerinin kaybetmesi kadar doğal olan başka ne olabilir ki? Ne kaybedenin ne de kazananın bunu kendi içinde fazla abartmaması gerekiyor.
Bir kere iki takım da Türkiye’nin en iyi kadrosuna sahipler; geçen seneyi yarım puan farkla peş peşe bitirmeleri zaten bunun en önemli göstergesiydi ve kaldığı yerden de devam edecek gözüküyor.
Neden?
Çünkü her iki ekip de kadrolarını, teknik yönetimlerini, taktik yapılarını koruyarak, belli bir istikrar çizgisi üzerinde yürüyorlar.
İlginçtir her iki takımın da aksayan ve üstünlük taşıyan unsurları benzer özellikler taşıyor.
Galatasaray oyuna tam alanda baskı kurarak başladı. Bu Fatih Terim’in sezon boyunca uyguladığı tipik bir taktiksel kurguydu. 20 dakikalık ekstra baskı rakibi kendi sahasında hataya zorluyor ve bu arada bulunan gol de takımı rahatlatıyordu. Geçen sezon Galatasaray bu şekil