Galatasaray’ın geçen seneyi forse eden kadro yapısı, taktik anlayışı, oyun düzeni hem yeni transferlerin gelmesi hem de araya üst düzeyde mücadelenin yaşandığı Şampiyonlar Ligi’nin girmesi nedeniyle sürekli rotasyon arayışlarına gidilmesi nedeniyle bozuldu.
Bu konuyla ilgili olarak hafta sonu oynanan Orduspor karşılaşması sonrasında bazı detaylara da girmiştik.
Fatih Terim Amrabat’a çok güveniyor olmalı ki bir şekilde takımın içinde tutmak için ilginç formüller üretmeye çalışıyor. Önceki Şampiyonlar Ligi karşılaşmasında Amrabat’ın sol tarafta Manchester United’a yarattığı boşlukları Valencia çok iyi doldurmuş, Hakan Balta’yı yalnızlaştırmıştı.
Dün Amrabat solda değil sağda başladı oyuna; solda da savunmada Hakan Balta yerine Riera vardı. Amrabat’ın savunma yönü ne kadar düşükse Riera’nınki de öyleydi. Amrabat yine istenen futbolu oynayamadı. Yerine oyuna giren Aydın çok daha etkiliydi; ama şanssızdı.
Dün Galatasaray savunma zafiyetlerinden çok hücumda gerçekleştiremedikleri yüzünden de Braga’ya yenildi.
Braga, tipik bir deplasman takımı karakteriyle gelmişti İstanbul’a ve özellikle savunmadayken çok sağlam duruş sergiledi. Galatasaray’ın çok sevdiği o ilk 20 dakika
Alex de Souza gitti…
Alex’e duyulan sevgiyi büyüten şey, onun insanlığı, ailesiyle bizden biri haline gelişi, çocukları, karısı, büyük futbolculuğu, sahadaki duruşu ve hiç kuşkusuz Fenerbahçeliliğidir. Giderken de söylediği gibi Fenerbahçe bir futbolcusunu kaybediyor ama tribünlerde yeni bir koltuk açılıyor, taraftar kazanıyor.
Böylesine büyük bir futbolcunun gidiş yöntemi bu olmamalıydı. Başka bir yolu olmalı, mutlaka olmalıydı ama becerilemedi, yönetilemedi. Maalesef Fenerbahçe kişi yönetimi, insan ilişkileri konusunda olağanüstü başarısızlık ve yeteneksizlik sergiliyor.
Daha da kötüsü; öğrenemiyor! Bunun da en güzel ifadesi yaşanan süreçlerin birbirini tekrar etmesiyle ortaya çıkıyor.
Bunu sadece yönetim şekli, oradaki kişiler özelinde söylemiyorum; bu Fenerbahçelilerin iliklerine kadar işlemiş bir çıkmaz, sorundur.
Olayları soğukkanlılıkla değerlendirmesini öğrenemeyen, sürekli duygularıyla tepki veren ve esas önemlisi de yönlendirilen bir doğası var.
Bugün yönetimi, Aykut Kocaman’ı eleştiren hatta bu yazıyı okuma sürecinde yazara kızan, ona hiddetlenenler mantığı, aklı, sezgileriyle mi yoksa duygularıyla mı tepki veriyorlar?
Alex’in gidişi nasıl Fenerbahçe ve
Kasımpaşa-Fenerbahçe karşılaşmasının futbol yorumunu yapmak ve bunun üzerine konuşmak bugün herhalde olabilecek en gereksiz eylemlerden biridir. Kimsenin de bununla ilgilendiğini düşünmüyorum zaten.
Karşılaşma ilk yarıda Alex'in Fenerbahçe adına yakaladığı tek pozisyonla başladı ve yine Fenerbahçe için sona erdi.
Fenerbahçe dün tanınmayacak bir noktaya gelmişti ve bunu açıkçası Fenerbahçe camia olarak elbirliği ile gerçekleştirdi dersek yanlış olmaz. Çünkü bu takımda başarı da başarısızlık da bir bütün olarak yaşanıyor.
Hiç uzatmadan ve direkt olarak söyleyeceğim Fenerbahçe'yi bu duruma getiren; takımın kaç yıllık kaptanı Alex'in bir maç yedek kaldı diye başlattığı şımarıklığıdır. Tamamen şımarıklık ve kapristir; bunun geçmişe dair detaylarını bilme şansına sahip değiliz çünkü bir takımın özelidir.
Birinci Dünya Savaşı'nı başlatan nasıl basit bir suikast, 2001 Krizine neden olan anayasa kitapçığının cumhurbaşkanı tarafından başbakana atılması değildiyse elbette Alex'in tek bir maç yedek kalması bir neden değildir ama sorunun dayandığı noktadır.
Aslında Alex'in yedek kalma süreciyle sosyal medya üzerinden verdiği mesajlar bile başlı başına takım içindeki ayrılığın ve
Galatasaray geçen sene sadece Lig maçlarına çıktı ve Arena’da oynadığı, ideal on bir düzenini bulduğu Fenerbahçe maçı kadrosunu koruyarak, belli bir istikrar çizgisini hiç bozmadan şampiyonluğa ulaşmasını bildi.
Kadro derinliği çift taraflıdır. Bu bazen avantaja dönüşür, çıkardığınız adam yerine ondan daha yeteneklisini sokarsınız; ancak her yeni oyuncu aynı zamanda farklı bir oyun yapısı ve tercihidir. Takımın ona onun takıma uyum sağlaması zaman alabilir.
Birden fazla platformda mücadele etmekse logaritmik olarak artan bileşenlere sahiptir ve kestirmeden söyleyebiliriz ki takım üzerinde olumsuz etkiler yaratır.
Fatih Terim artık Çarşamba günleri oynayacağı maçları da düşünmek zorunda kalarak kadro kuruyor. Daha çok önemsediği maçlar için yararlı gördüğü oyuncusunu kenarda, yanında oturtuyor.
Grup mücadelelerinin olduğu aylarda bu sıkıntıyı yaşayacak
Bu durum ne zaman tersine dönüyor; takım her sene bu periyotta maçlar oynamaya başladığında, belli bir kadro iskeleti oturduğunda veya sezonun ikinci yarısında, artık çift maçlar oynandığında…
Geçen senenin değişmez ismi Emre Çolak konusunda Fatih Terim’in kafası çok karışık. Taraftarın da öyle; oyuncu ne yaparsa
Geçen sene Federasyon seyircisiz maçlara kadın taraftarların alınması yönünde bir karar verdiğinde genel kanı birkaç bin kadının stadyuma geleceği yönündeydi. Ama Fenerbahçe-Manisaspor maçı başka bir futbol olayına dönüştü ve kadınlar, çocuklarıyla birlikte bütün stadyumu doldururken dünyaya da haber oldular.
Sonra bunun ilk heves olduğu, sonra zaman içinde etkisinin, gücünün ve popülasyonunun azalacağı düşünüldü, konuşuldu. Yine öyle olmadı Fenerbahçe’nin son Trabzonspor karşılaşmasında stadyum yine doldu taştı.
Benzer görüntüleri İnönü ve Avni Aker’de de gördük.
Kadınlar stadyumlarda neler yapıyor? Bir kere hiç susmuyorlar. Rakip atağa çıkarken kulakları tırmalayan bir ses çıkarıyorlar. Olcan Adın’ın kaçırdığı mutlak gollük pozisyonlarda kadınların çıkardığı seslerin etkisi hiç mi yoktur? JStadyumu maçın bitiş düdüğüne kadar terk etmiyorlar. Son dakikaya kadar heyecan ile bekliyorlar. Yani, takımına sahip çıkıyorlar.
Başka bir şey daha var geçen sene Fenerbahçe’nin kadınları ve çocukları 3 Temmuz sürecinin rotasını değiştirecek bir varlık göstermişlerdir. Sadece stadyumun içinde değil, dışarıdaki etkinlikleriyle, mücadeleleriyle…
Ama yine de egemen futbol anlayışına
Dakika 4; Gökhan Sow’a uzun mesafeli çok güzel bir pas veriyor; Sow’un kontrolü güzel ancak son vuruş kötü…
Alex, Zokoro’dan kaptığı topla ceza sahasına girmeden şutunu çıkarıyor; top direkte patlıyor. Yine ikinci yarı Mehmet Topal’ın kaleciden dönen topuna şut çekiyor, bu sefer savunma oyuncularına çarpıyor. Birkaç dakika sonra Hasan Ali’nin soldan getirdiği bir pozisyonda Alex yine çok zayıf vuruyor, kaleci topa kolayca hâkim oluyor.
Alex’in maç boyunca kullandığı tek olumlu duran topta Bekir’in kafa vuruşunu çizgi üzerinden Sapara çıkarıyor. Karşılaşmanın son pozisyonunda da Alex vurmaması gereken mesafeden kaleci Onur’a geri pas kıvamında bir şut çekiyor.
Henrique’nin tek başına yarattığı bir pozisyon var, kale sahası içinde ayakları birbirine dolanan Fenerbahçe’nin savunma oyuncularını izliyoruz. O topu neredeyse kendileri kalenin içine yuvarlayacak hale geliyorlar.
İkinci yarı diklemesine Trabzonspor kalesine gitmeye çalışırken kaptırılan toplar özellikle Olcan Adın ile çok etkili Trabzonspor ataklarına dönüşüyor. Bu top kayıpları için söylenebilecek tek bir şey var; basit!
Gökhan Gönül taç atışı kullanıyor; hiçbir atışta Mehmet Topuz yüzünü arkadaşına dönmüyor,
Akhisar önünde Galatasaray Sercan ve Burak ile birbirinin aynısı iki gol buldu. Golleri benzeştiren şey; rakibin bütün takım ileriye çıkmış ve top kendisindeyken kaptırması ve Galatasaray'ın hızlı hücumla kontra atakla Akhisar kalesine gidişiydi.
Şimdi soru şu; aynı karşılaşmada aynı hatayı tekrarlayarak gol yiyen bir takım nasıl bir futbol anlayışına sahiptir; ne şekilde oynamıştır?
Hemen Galatasaray'ın da hakkını teslim edelim; ligimizde daha hızlı hücumla kontra atağa çıkıp gol atmayı başaramamış takımlar var, rakip her kim olursa olsun.
Galatasaray, karşısında lokum gibi bir Akhisar buldu. Manchester United karşılaşması öncesinde Antalyaspor'un futbolu, takım kurgusu da lokum gibiydi; İngiltere'den döndü bu sefer rotasyon yapmayı tercih edecek kadar zayıf bir Akhisar'la karşılaştı Galatasaray. Buna fikstür, futbol şansı diyoruz.
Önünüze lokum koyarlarsa ne yaparsınız? Cevabı çok basit, yersiniz; Galatasaray da Akhisar'ı afiyetle yedi.
Çok değil; iki sene önce Galatasaray'ın savunmasını oluşturan futbolcuları hatırlayalım; kalede Ufuk, sağ tarafta Sabri, stoperlerde Servet-Gökhan Zan, solda Hakan Balta. İki sene önce Galatasaray neredeyse küme düşüyordu.
Fatih
Geçen hafta Beşiktaş'ta bir Fernendes gerçeği, baharından söz etmiştik; ayrıca genç oyuncuların takıma kazandırdığı bir dinamizm vardı. Bütün bunların ötesinde içinde bulunduğu özel durum nedeniyle stresten, beklentilerden uzak bir FEDA sezonu yaşanması Beşiktaş'ın futbolunu da rahatlatmıştı. Üst üste gelen başarılı, bol gollü galibiyetler de hem takıma özgüven, Samet Aybaba'ya da ihtiyaç duyduğu hareket serbestisini vermişti.
Bütün bunlar Beşiktaş'a Gaziantep'de iyi bir 45 dakika oynaması için yetti de arttı bile. Erken gol aslında Beşiktaş'ın tam da arzu ettiği bir durumdu.
Ancak olmadı; başka bir şeye dönüştü.
Neden?
Dün Almeida bir gol bir de asist ile oynadı. Bu istatistikle bir maç kazandığınızda o karşılaşmanın adamı oluyorsunuz. 2-1 bitmiş olsaydı geçen hafta nasıl Fernandes'i konuştuyska bu hafta da Almeida'yı merkeze alan yorumlar olacaktı. Sonuç anlamında hakedilmiş olsa da futbol değerlendirmesinde Almeida'nın oyun içinde takıma katkı sağladığını söylemek zordur.
Almeida'nın peşine yıllardır istikrar sorunu yaşayan Holosko'yu eklediğinizde bir anda Beşiktaş'ın iki oyuncusunun takımdan farklı şeyler yaptığını göstermiş oluyorsunuz.
Maalesef bu oyuncuların