İlk yarının son dakikası içinde Sow'un attığı gol ikinci yarı Fenerbahçe'nin oyun karakterini belirleyen en önemli etken oldu.
İkinci yarı sahada ne yapacağını çok iyi bilen, telaşsız, sakin ve huzurlu; filozof edasıyla futbol oynayan bir Fenerbahçe vardı.
Bu oyunuyla da hem Avrupa'da hem de Türkiye'de futbolu belirgin derecede diğerlerinden ayrılmaya başlıyor.
Sezon başında Fenerbahçe en çok nasıl eleştiriliyordu; iç bayıltan paslaşmaları, bir türlü sonuca gitmeyen atak organizasyonları ile ileride çoğalamayan, yaratıcılıktan uzak bir futbol oynuyorlardı.
Peş peşe gelen kötü sonuçlar, puan kayıpları sabırsız taraftarın tepkisini çekerken, böylesi bir ortam bekleyen futbol kamuoyu, medya için de bulunmaz bir malzeme veriyordu.
Burada temel mesele Aykut Kocaman'ın ne yapmak istediğini anlamaktan geçiyordu ve aslında bu son üç sezonda yaptığı transferler bile anlaşılabiliyordu.
Sabır ve istikrar başarının temel kuralıdır.
Fenerbahçe o gün teknik direktörünü değiştirmiş olsa büyük bir ihtimalle bu sezon kaybedilmiş olacaktı. Genel futbol ortalamamız zaten panik yapılmasını gerektirmeyecek derecededir.
Maçla ilgili yorum yapacak kişiler için oldukça zor bir karşılaşmaydı; Elazığspor-Galatasaray maçı.
Ama futbolun gizemli perisi yine yaptı yapacağını ve son dakikada bir penaltı pozisyonu yarattı, peşinden Muslera kırmızı kart gördü, Melo kaleye geçti ve Göksu'nun yaptığı vuruşu kurtararak heyecanı en üst noktaya kadar taşıdı.
Penaltı gol olsa bütün hafta konuşulacak bir olay olmuş olacaktı. Hakemin kararı tartışılacaktı.
Dün Akhisar ile yaptığımız yorumun bir benzerini Elazığspor için tekrarlayacağız.
Neresinden bakarsanız bakın bir Süper Lig takımı görüntüsünün çok uzağında duruyor. Bunda Yılmaz Vural faktörünün önemli bir yer tuttuğunu düşünüyorum.
Yazılarımı takip edenler bilirler teknik direktörlerle ilgili çok zor olumsuz görüş bildiririm. Ama bunun geri planında başka bir şey var.
Fenerbahçe, Aragones ile anlaştığında birinci günden sonuncu güne kadar hep karşısında olmuştum.
Beşiktaş’ın bu renkli görüntüsünün geri planında hiç kuşkusuz bir gençlik enerjisi yatıyor. Genç oyuncular o kadar çok koşuyor ve mücadele ediyorlar ki sporun olmazsa olmaz atletik yönü, jimnastiği Beşiktaş’ta cisim buluyor.
Futbol bir gösteriyse Beşiktaş bunu son günlerde çok iyi yapıyor.
Futbol gol atmaktan ibaretse bunun karşısında da Beşiktaş’ı yazacağız.
Ligin 30 golle en fazla gol atan takımı durumuna geldi. Trabzonspor’un 13, Fenerbahçe’nin 16 golünü hatırladığımızda bunun istatistiksel değeri bir ortaya çıkmış oluyor.
Beşiktaş’a bu dinamizmi katan Fernandes ile başlayan, Olcay, Oğuzhan ile güçlendirilen, Holosko ile desteklenmiş, son günlerde Almeida ile renklenmiş orta saha ve forveti oldu.
Bu oyuncuların birbirleriyle olan uyumu da ekstra katkı yapıyor.
Oğuzhan ve Olcay gibi iki genç yeteneğin Beşiktaş’ın feda yılında bu kadroda yer almaları çok büyük bir şans oldu. Çünkü normal şartlarda bu iki oyuncunun oynamaları fazlasıyla sıra beklemeleri gerekirdi.
Oğuzhan’ın kıvraklığı ve futbol zekasının önümüzdeki dönemde daha fazla ön plana çıkacağını bekliyorum.
Kadıköy’deki ilk karşılamanın son on dakikasında gelen şok iki golle grup maçlarına başlayan Fenerbahçe, Marseille deplasmanında kazandığı 3 puanla bir maç kala grubu lider tamamlamayı garantiledi.
Üst üste dördüncü maçından 3 puan alarak içeride dışarıda seriyi kayıpsız tamamladı.
İstatistiksel olarak konuşmak gerekiyor çünkü bu seri öncesinde Fenerbahçe ve Aykut Kocaman maç kazanamamak üzerinden kurulmuş bir tablo ile eleştiriliyordu.
Dünkü maçı, Kadıköy’dekiyle kıyasladığımızda çok daha zor geçtiğini söylemek mümkün; ancak kazanan takım olma özelliği yaratan bir takım olarak Fenerbahçe Marseille deplasmanından istediği sonucu almış oldu.
Bütün bu detayların önemli olduğunu söylemek gerekiyor.
Marseille özellikle ikinci yarıda bol pozisyon buldu. Bunları değerlendirememesini futbolun adaletine bağlıyorum; Kadıköy’de aslında hiç de hak etmedikleri bir beraberlik almışlardı.
Fenerbahçe ortalama bir futbol oynayarak bir Avrupa maçı kazanmış olmasını takımın olumlu hanesine yazıyorum.
Meireles geldiği günden bu zamana ilk defa bu maçta ağırlığını gösteremedi. Bunun temel nedeni Marseille takımının orta alanda kalabalık görünmesi ve Mehmet Topal ile Meireles’in oyun k
Türkiye’de spor bugün altyapılarda çocuklar daha henüz 7-8 yaşlarındayken başlıyor. Basketbol, voleybol, futbol gibi takım sporlarında 12-13 yaşlarında mücadele ettikleri ligleri var. Bu karşılaşmalarda zaman zaman en az profesyonel liglerdeki gibi büyük çekişmeler yaşandığını çok yakından biliyorum.
Çocuklar bu süreçlerden geçerek 20’li yaşlardaki üst düzey liglere hazırlanıyorlar. Önümüzdeki yıllarda liglerimizde çok daha nitelikli, donanımlı sporcular olacağını söyleyebilirim.
Bu çalışmalar başlatıldı.
Fakat yine de yetersiz. Neden? Çünkü sporcuya total anlamda bakış hala çok eksik kalıyor.
Türkiye’de yetenekli sporcuların aynı zamanda eğitimlerini devam ettirecekleri kurumlar çok sınırlı; belli bir yaş seviyesine gelen sporcu eğitim ile spor arasında seçim yapmak zorunda kalıyor.
Sporun temel taşlarından biri olan hakemlik müessesinin çok daha sorunlar yaşadığı bir gerçek. Altyapılarda basketbolun kurallarından habersiz hakemler var. Örneğin basketbolda 3 saniye, 5 saniye, atış halinde faul gibi konularda öylesine yanlış kararlar veriliyor ki kenardaki veliler saç baş yoluyor.
Hakem, hâkim gibi sahada son sözü söyleyen karar veren kişidir. Birçok kişinin aksine
Hatırlayacağınız gibi bundan bir süre önce İTÜ bir rapor yayınladı. Bilimsel istatistik verilere dayanan bu çalışmaya göre Fenerbahçe ligin son on yılda en fazla gol atan takımı olmasına karşın en az penaltı kazananıydı. Buna rağmen kamuoyunda Fenerbahçe'nin rakiplerine oranla daha fazla penaltı kazandığı yönünde genel bir algı vardı.
Her şeyi değiştirebilirsiniz, atomu bile parçalayabilirsiniz ancak yerleşik hale gelmiş düşünce sistemlerini, kanaatleri, şartlanmışlıkları, önyargıları ortadan kaldıramazsınız.
Fenerbahçe maalesef Türkiye'de bu pozisyona gelmiştir, getirilmiştir. Bu son yirmi yıllık çok özenli bir çalışmanın eseridir.
Aktörleri vardır.
3 Temmuz'u planlayan, organize eden, gerçekleştiren ve sonuca bağlamak isteyen zihniyet hem bunun bir parçasıydı hem de onun yarattığı algıdan yararlanıyor, besleniyordu
Bu algı artık Türkiye'nin yalanlarla dolu, yanılsamalı gerçeğidir. Gerçeğidir ancak asla hakikati değildir.
Şimşek Hırsızı isimli filmde, çalınmış şimşeğin peşindeki üç kafadar Las Vegasvari bir eğlence dünyasının içine düşer. Ortada dolanan alımlı ve güzel garsonlar ellerinde taşıdıkları tepsilerdeki içki kadehlerini herkese karşılıksız sunarlar.
Karşılaşmanın 70. dakikası tamamlandığında Fatih Terim kendisine tanınan 3 oyuncu değişikliğini yapmıştı. İlginç olan çıkardığı futbolculardan Umut Bulut’un 6 dakikalık oyununu bir kenara koyarsak hiçbiri milli takımlarda forma giyen futbolcular değildi.
70 dakikada elindeki bütün alternatifleri kullanmasını gerektirecek bir durum var mıydı ortada bu sorunun cevabını tartışmamız gerekiyor.
Bazı teknik adamlar vardır bütün bir hafta boyunca hazırlandığı ve kurduğu kadronun oyununu 70 dakika sabırla bekler. Çünkü bir takımın sezon içinde kendini bulması gibi takımın da maç içinde inişleri çıkışları veya rakibe karşı belli bir oyun düzeni içinde oynayabilmesi için zamana ihtiyacı vardır.
Bu bazen oyunun en başından itibaren ortaya çıkabildiği gibi, ikinci yarının ortalarına doğru da gelişebilir.
Takım oyununa dayalı oyun felsefesi ile oyuncu merkezli futbol anlayışı burada karşı karşıya gelir.
Hangisinin daha doğru olduğu tüm zamanlarda tartışıla gelmiştir.
Avrupa futbolu burada tercihini takım oyunundan yana kullanmıştır.
Galatasaray’ın, dolayısıyla da Fatih Terim’in kafasını karıştıran şey ve temel sorun da burada düğümlenmektedir.
İkinci periyotta rakibin oyunu karşısında hiçbir direnç gösteremeyince çok da iyi başladığı maçta Fenerbahçe Ülker çeyreği 22-11, devreyi de 39-29 geride bıraktı.
Takımımızın bu denli tutuk oyununda ve farkın açılmasında Khimki’nin ribauntlarda eşitliği sağlamasını, bunları hızlı hücuma çevirmesini, özellikle üç sayılık atışlarda 5/11’e karşı 1/6 ile önemli bir avantaj sağladığını söyleyebiliriz.
Bu maç genelinde Fenerbahçe Ülker’in ribauntlarda 12 hücum, 24 savunma toplamda 36 ile istenilen yere gelebildiğini söyleyebiliyoruz. Khimki maçı 9 hücum, 24 savunma toplamda 33 ribaunt ile tamamladı.
2 sayılık atışlarda Khimki 24/45, Fenerbahçe Ülker 25/53 oranlarına ulaşabildiler. Takımımız rakibine karşı serbest atışlarda 6 sayı fazla atarken, isabetli üç sayılık atışlarda da Khimki’nin 9 sayı fazlası vardı.
İkinci periyottaki oyunu saymazsak genel anlamda dengeli ve ortada geçen bir karşılaşma oldu.
Fenerbahçe Ülker’in en büyük eksikliği 1 numaralı oyuncudan kaynaklandı. Bo’nun sakatlığının devam etmesi Pianigiani’nin Bremer ile Barış Ermiş arasındaki gidip gelişleri takımın oyununu çok etkiledi.
Bremer’lı Fenerbahçe Ülker oyun kurmada zorlanırken, ikinci devre daha