Çukurpınar Mağarası, Peynirlikönü Mağarası ve Morca Mağarası... Gizem ve ölümcül çekicilikleri bire bir aynı. Yer altı dünyasının gizemleri kuvvetli bir mıknatıs gibi tüm risklerine rağmen bizleri kendisine doğru çekiyor...
Mersin- Anamur’un kuzeyinde Taşeli platosunda bulunan 1276 metre derinlikte Morca Mağarası’nda 12 gün mahsur kalan ve geçtiğimiz günlerde kurtarılan ABD’li dağcı Marc Dickey’in yaşadıklarını, neler hissettiklerini iyi biliyorum... Mağara denildiğinde insanların kafasında oluşan algıyla, gerçekte o yerin gizemi ve ölümcül çekiciliğiyle nasıl dipsiz bir kuyu olduğunu da... Bir kere bu gibi mağaralara girilmiyor, iniliyor, hem de yerin yüzlerce metre altına, bazen sürünerek, hatta engelleri zorlayarak, bazen de galerilerdeki derin su birikintilerini aşarak... Kapkaranlıkta, sadece miğferdeki lamba ya da el feneriyle idare ederek. Öyle ha deyince gidildiğini varış noktasına ulaşıldığını falan da düşünmeyin asla. Metre metre iniş-çıkışlarla yol alınıyor. Bulunduğun noktaya pozisyona bağlı olarak saatlerce hatta günlerce sürüyor. Aynı durum gidilen noktadan geri dönüş için de geçerli elbette... Dolayısıyla olası bir kaza rahatsızlık, sıkışma, durumuna karşı tedbirli olmak, ekip halinde davranmak kaçınılmaz kural… Bunları çok net söylüyorum çünkü eskilerde daha Morca Mağarası’nın keşfedilmediği (2012 de keşfedildi) yıllarda 1991 ağustosunda aynı Taşeli platosundaki Türkiye’nin en uzun 10., en derin 3. Mağarası Çukurpınar’da(3350 metre uzunluğunda, 1196 metre derinliğinde) Boğaziçi Mağara Kulübü’nün (BÜMAK) rekor denemesine gazeteci olarak tanıklığım, hatta mağarada belli bir derinliğe kadar bizzat inmişliğim var… BÜMAK grubu derine daha derine ulaşmak, inmek istiyordu. O yıllarda da 824 metreye kadar ulaşılabilmişti, hedef onun daha da ilerisiydi. Bunun çıkışı da tırmanıştı elbette... Mağaracılık ve dağcılık iç içeydi yani... Onun için mağara grubuyla birlikte Anamur’a hareket etmeden önce üniversite bahçesinde 10 metre yüksekliğe bağlanan bir ip ile bu işin dersini, pratiğini az da olsa almış, denemiştim. Uygulamada zevkli gibi gelmişti ama gerçekle karşı karşıya kaldığımda yüzlerce metre derinlikte kapkara bir boşlukta sallanan tek bir ip düşüncesi ürperticiydi. İpin üzerindeki tek bir kanca güvenliğinizin teminatıydı! Ama yer altı dünyasının gizemleri kuvvetli bir mıknatıs gibi tüm bu risklerine rağmen bizleri kendisine doğru çekiyordu...
İşte Ağustos 1991’de Çukurpınar Mağarası’nda yapılan ve MİLLİYET Gazetesi’nde dizi olarak yayınlanan(Ağustos 1991) o rekor denemesine dönük bazı notlar:
***
Daha mağara ağzına gidiş oldukça sarp kayalıklar arasından geçerek gerçekleşiyor. Yanına varıldığında mağaranın ürkütücülüğü daha da artıyor… Dev bir bacayı andıran ve dibine bakıldığında ışığın iyice söndüğünü görünce insanın tüyleri ürperiyor. Ancak ekip oldukça sakin. Osman arkadaşlarıyla helalleşip önce beraberinde getirdiği ipi geçen yıldan kalan bolt’a (bağlantı noktası) ardından da kendini 11 milimetre kalınlığındaki ipe bağlıyor. İlk inişi 150 metreye yaklaşan boşlukta Osman artık tek bir ip üzerinde kanca ile bağlantılı duruyor. Herkes soluğunu tutmuş Osman’ın hat döşemesini izliyor. Osman ise yalnızlığını bağıra bağıra söylediği ve mağaranın kayalıklarında yankılanan şarkısıyla gideriyor. Sanki altında metrelerce boşluk, dipsiz bir kuyu yokmuşçasına, düz bir zeminde oturur gibi elindeki çekici sallıyor. Kayaları delmeye çalışıyor. Beş, dakika on dakika, 20 dakika… Dakikalar yukarıdakilere saatler gibi geliyor. Ama mağaracının en büyük silahı olan sabır galip geliyor ve Osman ilk hattı başarıyla döşeyerek aşağıya inip gözden kayboluyor. Mağaranın derinliklerine dalıyor. Artık sadece Osman’ın sesi geliyor. Az sonra Osman yalnızlığını paylaşacak diğer ekip elemanlarını aşağıya çağırıyor. İkinci kez ipe bağlanan Nilay oluyor. İnce bir yapıya sahip olan Nilay büyük bir çeviklikle ipe kenetleniyor, ardından da karanlığa doğru uçarcasına kayıyor. Onu kız arkadaşı Esin izliyor. Ve ardından Burak, dışarıdaki diğer mağaracılara “Şu saate kadar dönemezsek bilin ki aksi bir durum var. İkinci ekibi indirin” sözleriyle bilinmeyene kendini bırakıyor...
***
Mağaranın içi irili ufaklı göllerle doluydu. BÜMAK kendi hazırladığı haritada göllere isimler vermişti. Bazıları Zümrüt, Derin, Sarkaçlı, Basamaklı diye anılıyordu. Göller mağaracılar için ayrı bir tehlike oluşturuyordu. O nedenle metrelerce aşağıda göl geçişlerinde şişme botlar kullanılıyordu. Çünkü göllerin derinliği bilinmiyordu. Su berraktı dibi görünüyordu ancak kaç metre olduğu kestirilemiyordu.
Mağaracılar bindirme yöntemini birbirleri için güvenlik sigortası olarak görüyorlardı. Bir ekip içerdeyken belli bir süre sonra inen bir başka ekip diğerleriyle buluşuyor aksilik olup olmadığını görüyordu. Gerekirse müdahale edebiliyordu. Hem de mağara içindeki kalabalık büyük bir moral kaynağı oluyordu.
Havanın zaman zaman yağışlı olması da gözü pek mağaracıları ürkütüyor. Deneyimli mağaracılar, dikine mağaralarda saatlerce kalan hatta yüzlerce metre derinlikte kamp kuranlar için en tehlikeli durumun beklenmedik yağışlar olduğunu söylüyorlar. Dışarıdaki yağmurun mağaraya şelale gibi aktığını belirten “insan aklına getirmek istemiyor ama inerken geçtiğimiz bir çukur dönüşümüzde tamamen su dolabilir, tabi bu da sizin gelecekte fosil olmanız demektir” diyorlar...
***
Bunları özellikle yazdım çünkü, Morca’da mahsur kalan ABD’li için nasıl bir kurtarma operasyonu, gerçekleştirildiği daha iyi anlaşılsın diye… 1991 ağustosunda benim de indiğim Çukurpınar Mağarası ya da düdeni 1429 metre derinliğindeki (Türkiye’nin en derini) Peynirlikönü Mağarası (EGMA Düdeni) ve 2012’de keşfedilen Morca aynı platoda, Taşeli’nde bulunuyorlar. Çukurpınar, Egma neredeyse sırt sırtta, Morca biraz daha ötede. Gizem ve ölümcül çekicilikleri ise bire bir aynı... Çukurpınar bunlar arasında ilk keşfedileni, benim de bulunduğum inişte grupta yer alan Bülent Genç ise şimdilerde Türkiye Mağaracılık Federasyonu Başkanı, aynı zamanda Morca mağarasında mahsur kalan ABD’liyi kurtarma operasyonunun da koordinatörü. Egma Düdeni’ne defalarca inmişliği var. En acı inişi de 2001 yılı çalışmalarında ani yağan yağışa mağara içinde yakalanan ve çıkamayan Mehmet Ali Özel’in ölümü sonrasında olanı… Dün Bülent Genç ile konuştuğumda, anlattıkları ABD’li mağaracının kurtarılışı için verilen mücadelenin boyutunu fazlasıyla ortaya koyuyor zaten:
“Egma’da arkadaşımız sel basıp öldüğünde yapamadık o zamanlar ne kendi imkân kabiliyetimiz vardı ne de uluslararası böyle ilişkilerimiz vardı. Morca’daki olayda Dışişleri Bakanlığı AFAD, Uluslararası Mağara Kurtarma Birliği hemen aksiyon aldı. Yoksa bu işler olmazdı. Maalesef sel bastığında resmen biz bunu çıkaramayız deyip babasıyla konuşup arkadaşımızı orada bıraktık. Hayatta yapılmayacak bir şey bu. 2-3 sene sonra gidildiğinde arkadaşımızın kemiklerini aldık...”