Kaybetmelerine rağmen seçim sonuçlarını başarı gibi gören ya da öyle bir algı yaratmaya çalışan ana muhalefet partisi CHP’de “iktidar kavgası” pik yapmış durumda. İmamoğlu kamuoyu rüzgârı veya baskısıyla Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlık’tan istifasını umuyor ve bekliyor. Kılıçdaroğlu’da elindeki delege gücü ve Siyasi Partiler Yasası ile kendi parti tüzüğünün ona verdiği yetkiye güvenerek CHP’deki en tepe o koltuğu bırakmamaya çalışıyor. Biri “Kalk, o koltuk benim hakkım” diyor, diğeri “Olmaz, önümüzde bir seçim daha var”, “Değişimse gerekeni yaptım” bahanesiyle direniyor. Her ikisi de “Omuz omuza verelim, biz nerede hata yaptık, halktan nasıl koptuk” deyip ortak çözüm üretmek yerine, bildik “Sen git, ben geleyim” mantığıyla hareket ediyor. Üstelik bunu Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun çevresindekiler de “kendi koltuklarını korumak” güdüsüyle körüklüyor. Açıkçası, yine partiden ziyade bireysel çıkarlar daha ön planda. Buna kaybedenlerin koltuk kavgası ya da savaşı demek daha doğru aslında. Çünkü biri seçim öncesinin Cumhurbaşkanı, diğeri Yardımcısı adayları. Baba-oğul muhabbetiyle meydanlarda “Aramızda kalsın, kazanıyoruz” diye seçmenlerini umutlandırdılar. Hatta daha seçilmeden o sıfatlarla kendilerini konumlandırıyorlardı. Yani o günlerde koltuk paylaşımında sorun yoktu, CHP’de “Her şey çok güzeldi”! Dolayısıyla, sandık ve milletin kararı sonrasında ortaya çıkan yenilgi tablosu her ikisi ve tabii aynı bloktaki diğer tüm aktörler için de geçerli. Hepsi birden kaybettiler zira. Ama Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu başta, hiç kimse o yenilginin sorumluğuna ortak olmak istemiyor, nedenlerini sorgulamaya, yüzleşmeye yanaşmıyor. Herkes o defteri kapatmış ve kendi evlerindeki koltuk kavgalarına odaklanmış durumda. Bu manzarada Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun daha ön planda, çok konuşuluyor, tartışılıyor olması ise CHP’de bu hikâyenin kronikleşmesinden kaynaklanıyor. Tabii bir de daha önceki örnekler ve yaşananlardan hâlâ ders alınmamasının ilginçliğinden. Hem olayın tarafları, kahramanları hem de bu bildik ritüeli izleyen ve birinden yana saf tutanlar açısından.
***
Mesela İmamoğlu, Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı kim olacak tartışmalarının yaşandığı günlerde olduğu gibi şimdilerde de yekten “Ben adayım” demiyor, diyemiyor. Gemileri yakmak istemiyor. “Görev verilirse çekinmem” diye yuvarlak cümlelerle geçiştirip, yine risk almıyor, temkinli davranıyor. Delegasyondan ya da tabandan bir hareket bekliyor. Ama yerel seçim öncesinde bu hayal çünkü 40’a yakın milletvekilliği koltuğunu veren bir zihniyet yerel seçimler öncesinde delegelere birçok koltuk vaadinde bulunabilir. İlçe belediye başkanlık adaylığı ya da yerel yönetimlerde meclis üyeliği gibi. Ki bu anlamda 2018’de İnce’nin aday olduğu ve kaybettiği 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçiminin ardından CHP’de yaşanan liderlik tartışması malum. Seçim sonrasında Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nu sorgulayan muhalifler tarafından olağanüstü kurultay toplanarak bir değişim baskısı gelişti. Muhaliflerin iddiasına göre, 630 civarında delege de imza verdi, yani yeter sayıya ulaşıldı. Genel merkez ise yeter sayıda imza toplanmadığını öne sürdü. Dolayısıyla, CHP’nin mahkemelik olma durumu dahi ortaya çıktı. Çok gerilimli geçen bu süreçte parti kulislerinde yaşanan bir diğer tartışma ise delegelere baskı yapıldığı yönündeydi. Hem olağanüstü kurultay isteyenlerin hem de genel merkezin delegeleri ‘sıkı markaja’ aldığı, menfaat karşılığı imzaları geri çekme iddiaları siyaset kulislerine yansıdı ve kurultay için yeterli imzaya ulaşılıp ulaşılmamasında, yaklaşan yerel seçimlerin de önemli rol oynayacağı konuşuldu hep. O sürecin sonunda da CHP’den yapılan açıklamada, imza veren delege sayısının 569’da kaldığı, olağanüstü kurultay için gerekli 622 sayısına ulaşılamadığı bildirildi. Bir başka deyişle, olağanüstü kurultay defteri kapandı, kapatıldı. Şimdi de olağanüstü değilse bile olağan kurultay süreci gündemde ve yine önümüzde bir yerel seçim var. Dolayısıyla, delegeler yine hepten kıymete binmiş durumda!..
***
CHP’deki bu kritik gelişmeleri ve olası sonuçlarını dün partinin en yetkin isimlerinden birine sordum. Öncelikle de kaybedenin sadece Kılıçdaroğlu mu olduğunu ve Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu arasında var olduğu, şimdilerde de bittiği öne sürülen baba-oğul ilişkisini. Yanıt şuydu:
“Elbette hepsi yenildi ama önce takımın kulüp başkanı, sonra teknik direktörü hedef olur. Her ikisi de adaydı sonuçta. Bir sürecin parçasıydılar. ‘En koşan, en çok çalışan benim’ diyeceksin, sonuç sıfır olunca, ‘O gitsin, ben geleyim’ diyeceksin, olmaz. Öyle diyeceksen Cumhurbaşkanı yardımcılığına falan soyunmayacaktın.”
Ya baba-oğul ilişkisi?
“Sahte ilişkilerin sonu böyledir, ilişkiler sahici olacak. Baba-oğul, kardeşlik ya da dostluk ilişkinizi günü birlik çıkar, o günkü ihtiyacınız üzerine inşa ederseniz o çöker.”
Yani evet CHP’de bir baba-oğul durumu var ama o sadece her ikisinin de soyadlarındaki “oğul” vurgusuyla sınırlı!