Siyasette eline kâğıdı kalemi ya da hesap makinesini alan herkes ittifaklar bağlamında seçime dönük öngörülerde bulundu. Hepsi de kazanmak üzerineydi. Yanılgı olasılığı ise pek önemsenmedi. Oysa siyasette iki kere iki her zaman dört etmediği gibi, üç, hatta 5 ettiği de oluyor, olabilir. Hele de adayların doğrudan öne çıktığı Cumhurbaşkanlığı seçiminde. Nitekim öyle de oldu. Seçmen “Doğru hesap budur” dedi. Hem de daha önceki örneklerde olduğu gibi oldukça yüksek, hatta rekor denilebilecek bir katılımla sandığa giderek. Aslında buna muhalif seçmen büyük bir coşku içinde, seçimi aldık havasıyla sandığa koştu, iktidar seçmeni de kaybediyoruz endişesi ya da olasılığıyla sandığa sarıldı denilebilir. Yani karşılıklı birbirini tetikleme ya da dip dalga durumu. Ortaya çıkan tabloya bakıldığında da baskın dip dalganın yönü, hasarı da açık ve net. Dolayısıyla, her iki adayı, özellikle de Millet İttifakı’nı açık ara önde gösteren kamuoyu araştırmaları feci şekilde çuvalladı, istisnalar hariç anketler çöp oldu. Muhalefetin yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı üzerine kurguladığı kampanya da tutmadı. Çünkü Cumhur İttifakı mevcut ekonomik sorunları, enflasyon, hayat pahalılığını küresel bir ekonomik kriz ve ülkede art arda yaşanan felaketlerle ilişkilendirerek açıklasa da muhalefet doğrudan krizin asıl nedeninin yorgun ve ülkeyi yönetemeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu savundu. Bazı araştırma şirketleri, AKP’li seçmenler tarafından da krizin sebebinin kendi partilerinden kaynaklandığına dair veriler ve tepkiler olduğunu öngördüler. Bu bağlamda da seçmen davranışı, “Sosyoekonomik değişken tarafından ciddi biçimde belirlenir” denildi. Örnek olarak da 2001 ekonomik krizinin faturasının 2002 seçimlerinde mevcut koalisyon hükümetinin partilerine nasıl sert biçimde kesildiği gösterildi. Malum, o seçimlerde DSP’nin oyları yüzde 22.19’dan yüzde 1.22’ye düşmüştü, Birçok siyasi parti de barajın altında kalarak Türk siyasetindeki varlığını noktalamışlardı. Yine Demirel’in “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur!” sözlerine atıflar da yapıldı. Ancak tüm bu tezlere rağmen AKP’nin oylarında keskin bir düşüş yaşanmadı. Seçmen krizi kendi oy verdiği partiyle ilişkilendirdi ama onu cezalandırma yoluna gitmedi. Erdoğan’ın ve AKP’nin oylarının hem iktidar yorgunluğu hem de ekonomik krizden dolayı çok düşeceği beklentisi gerçekleşmedi. Bu durumun analitik izahı da iç ve dış sebepler denilebilir. Özellikle de Erdoğan’ın karizması ve siyaset becerisi ile AKP sadakatinin yüksek olduğu kemikleşmiş bir kesimin varlığı.
***
Millet İttifakı cephesinden bakıldığında da, malum, Kılıçdaroğlu uzunca bir süredir ve seçim sürecinde AKP’nin oylarının neden düşmediği sorulduğunda ısrarla “güven” kavramına gönderme yaparak şöyle dedi hep:
“Düşecek, düşecek. Samimi söylemek gerekirse bizim de topluma güven vermemiz lazım. Biz 6 lider bir araya geldik, ortak bir fotoğraf verdiğimiz sürece bu güven pekişecektir.”
Bu anlamda da altı lider defalarca bir araya gelip fotoğraf verdi, zaman zaman kopukluklar, kısa devreler olmasına rağmen. Dahası, kampanya sürecinde İstanbul, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları’nın kareye eklenmesi ve sokağı yakından ilgilendiren hayat pahalılığı, çarşı-pazardaki el yakan etiketlerle bu pekişme daha da tetiklendi. Ya da öyle algılandı.
Bu arada AKP’nin oylarının yüksekliğini muhafazakâr seçmen damarına yoran, dolayısıyla politikasını bunun üzerine kuran Kılıçdaroğlu “CHP’yi sağa çekiyor” itirazlarına, parti içinden ve dışından gelen tepkilere, çıkışlara rağmen sabır ve inatla bu politikasını sürdürdü. 6’lı masanın kuruluş gerekçesi de, Kılıçdaroğlu’nun her türlü olumsuz gelişmelere karşı inatla direnmesi de buydu zaten.
Ancak, sandığın kararıyla ortaya çıktı ki bu “güven” konusu sadece bir araya gelip gülen yüzlerin var olduğu fotoğraf çektirmekle ilgili değil. Hele de “Her şey Erdoğan indirildikten sonra çözülecek!” gibisinden soyut kavramlarla hiç değil. Aslolan, ekonomik sorunlara çözüm projelerini somut olarak ortaya koyup, vatandaşı ikna etmek. Yoksa net olmadığında, dahası, dış politika ve özellikle terör konusunda tavrını, düşüncelerini açıkça ifade etmediğinde “güven” inşa etmek zor. Zira burada önemli olan, seçmenin partisiyle kurduğu ilişki. Seçmenler partileri etrafında kutuplaştıkları için beklenen oy kaymaları gerçekleşmedi. İktidar partisinin kullandığı dil de, söz konusu kutuplaşma da kendi kitlesini konsolide etmekte işe yaradı. Dahası, muhalefet de daha sandığa gitmeden “Kazandık, bitti bu iş” havası ve egosuyla bunu tetikledi.
***
İlk turda sonuca ulaşılan parlamento seçimlerinde ise enteresan bir başka sonuç görünüyor. Oluşan parlamento aritmetiğine göre, Millet İttifakı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” düşüncesinde bırak referandum sayısını, çoğunluğu dahi elde edemedi. Oysa milletvekili seçimlerine dönük olarak muhalefetin, birçok kamuoyu araştırmacısının öngörüsü neydi? Seçmenin kullanacağı stratejik oylarla parlamentoda çoğunluğu elde etmek... Sandığın verilerine bakıldığında ise beklentilerin tutmadığı ortada. Niyesi de siyaset bilimcilere göre şöyle:
Parlamento seçimleri için strateji kurmak kadar stratejiyi işletmek de zor. Pek çok ilde stratejik oy verilebilecek birden fazla parti var. Eğer stratejik oy vermek isteyen seçmenler farklı partilere dağılırsa, sonuç elde etmek zor. Seçmen, farklı kaynaklardan gelen çelişkili bilgilerle karşılaşarak sandıkta stratejik oy vermek yerine, en çok tercih ettiği partiye oy verme konforuna yönelebilir.
Yani siyaset mühendisliğiyle ancak bu kadar. CHP’nin çatısı altında seçime giren partiler Millet İttifakı oylarında bir sinerji yaratamadılar. Sadece CHP’nin vermiş olduğu kontenjanlarla DEVA, Gelecek, SP ve DP’li milletvekili olacaklar. Meclis açılırken de evlerine, kendi partilerine dönecekler yani. Bunu seçimden önce de bizzat kendileri de sıkça dile getirmişlerdi zaten. O nedenle, CHP’nin parlamentodaki sandalye sayısı da ciddi oranda düşecek. Bu açıdan bakıldığında, Cumhur İttifakı içinde özellikle milliyetçi reflekslerle MHP bu sürecin en büyük kazananı.
***
Kısacası, 14 Mayıs seçimleri deprem ve sel felaketlerindeki acıları ve provokasyon, şantaj, montaj kaset, hatta siyasilere yönelik olası saldırı iddialarıyla dolu çok hızlı ve gergin geçen bir seçim dönemi oldu. Seçmen tercihlerinde ise ekonomik temelli herhangi bir refleksin ürettiği bir değişimin olmadığı ortaya çıktı. Güvenlik ve beka refleksleri çok belirleyici görünüyor.